Kimin güvenliği? [Konuk Yazar: Cenk Alptekin]

Türkiye, uzun ve çetin bir yüzyılın ardından, yedi düvelle savaşarak kurulmuş bir ülke. Kurucu felsefesinin güvenlik kaygılarıyla şekillenmiş olması da bundan. Ancak, yüzyıl sonra, bambaşka şartlar altında bu kaygıların hala devam ediyor olmasının başka anlamları olmalı. Kaygı, güvenlik arayışı doğurur ve zamanla insanın temel önceliği haline gelerek diğer istekleri geri plana iter. Siyaset diline çevirirsek, insanların kendilerini güvende hissetmediği bir yerde güvenlik birincil talep haline gelir ve önceliğini korur. Bu da iktidar sahiplerine hem daha baskıcı olma hem de hesap vermekten kaçınma imkânı sağlar. Bundan dolayıdır ki baskıcı yönetimler bu türden kaygıları canlı tutar ve kullanışlı hale getirirler. Zira korkan bir toplumun önceliği güvenliktir ve sıra bir türlü demokratik taleplere gelmez.

Siviller askerden şahin olursa

Eskiden şüpheciler şöyle düşünürdü; asker, siyasetteki düzenleyici rolünü kaybetmemek ve seçilmiş iktidarı bir şekilde dengelemek için terörü hayatta tutuyor. Şimdilerde durum farklı; askeri zorla Suriye batağına sokan, kendi başlattığı barış süreçlerini bitiren ve askerden daha şahin güvenlik politikaları üreten bir sivil iktidar var. Buna iki farklı yaklaşım getirmek mümkün; iktidar ya terör sorununu çözmek istemiyor ya da istiyor ancak beceremiyor. Birinci ihtimalde terör, toplumsal kaygıyı ayakta tutarak otoriterleşmeyi kolaylaştırıyor. İnanmak istemediğimiz bu durumda terör bir çeşit altın yumurtlayan tavuk rolünde. İkinci ihtimalde ise sorunu çözmek için gereken entelektüel ve siyasal kapasitenin eksikliği söz konusu. Ancak son beş altı yılda iki defa çözüm sürecine başlanıp ciddi mesafe alınmış olması ikinci ihtimali devreden çıkarıyor.

Bürokratik koalisyon

Şu an Türkiye’yi bir iktidar bloğu, sivil-bürokrat bir koalisyon yönetiyor. Koalisyonun faşist/ulusalcı zihniyetten gelen bürokratik ayağı bu konuda net bir tutuma sahip; farklı düşünen, farklı inanan, farklı olan herkesin tasfiye edilmesi gerekiyor. İslamcı ayağının ise hangi durumda ne düşündüğünü takip etmek zor. Zira sürekli değişen ve yeni şartlara göre uyarlanan bir söyleme sahip. Yine teslim etmek gerekir ki bu ayak, yeni ittifaklar kurma ve eskilerini bozma konusunda çok kabiliyetli. Kurduğu medya tekeliyle bunu kitlesine anlatmakta da pek güçlük çekmiyor.

Şansa bak!

Bir de çok şanslı olmalılar ki, onlara barış lazım olduğunda barış savaş lazım olduğunda savaş çıkıyor. Kürtlerden oy almak için barış gerekiyor, çözüm süreci başlıyor. Bu uğurda kararlılık nutukları atılıyor: “siyasi kariyerime mal olsa da ben bu işi çözeceğim” deniliyor. Ancak gün gelip tek başına iktidar olamayınca fatura hemen Kürtlere kesiliveriyor ve ne ilginçtir terör tam zamanında tırmanışa geçiyor. İktidar adayı bir muhalefetin olmadığı bir ortamda toplumda oluşan güvensizlik duygusu AKP’ye oy olarak dönüyor.

Sonra demokrat dönemlerinde kendilerini destekleyen hatta eski müttefikleri olarak bilinen ılımlı bir toplum kesimi yolsuzluklarını fark edip eleştirel bir pozisyon alınca fatura bu defa onlara kesiliyor. Kurumları kapatılıp manevra alanlarını daraltılıyor. Ancak adamlar bir türlü kriminalize olup şiddete yanaşmıyor. Sonra nedendir bilinmez yine tam zamanında bir darbe girişimi oluveriyor. OHAL’ler, KHK’lar derken, on binlercesi hapse tıkılıyor. Ve işte bunlar hep “Allah’ın lütfu”.

Şiddet iktidar denklemi

Bu perspektifle geriye dönüp baktığımızda; AKP’nin fazlasıyla muktedir olduğu 2011 sonrası dönemde şiddet ne zaman arttıysa hükümete yönelik toplumsal desteğin de arttığını görüyoruz. Gezi, PKK, IŞİD ve 15 Temmuz, ortaya çıkardıkları travma ve güvenlik kaygısıyla toplumu hep iktidarın kucağına itmiş. Yani ülke güvenliğini tehdit eden her olay, AKP iktidarını konsolide etmeye yaramış ve şiddet, -kimin çıkardığından bağımsız olarak- iktidar için altın yumurtlayan tavuğa dönüşmüş. Yine kutuplaşmanın kendisini iktidarda tuttuğunu fark eden hükümet çözüm yerine fay hatlarını bombalamaya devam etmiş. Kutuplaşmayla birlikte güvensizlik artmış ve oluşan güvensizlik ortamı herkesten çok AKP’ye yaramış.

Peki, bu hep böyle gider mi?

Zor. Zira oluşan güvenlik açıklarının AKP’ye yaraması için iki şey lazım; birincisi kontrol altında tutulabilmeleri, ikincisi de AKP’nin tek çözüm mercii olarak görülmesi. Geldiğimiz noktada AKP’yi bu noktada zorlayacak bir muhalefet yok ancak gerek IŞİD gerekse PKK tehdidinin kontrol altında tutulabileceğinin de bir garantisi yok.

Ülke KHK’larla yönetiliyor, yani muhalefetin ne sokakta ne de Meclis’te herhangi bir etkinliği yok. Türkiye AKP’nin tek aktör olduğu bir polis devletine dönmüş durumda. Ancak güvenlik bir türlü sağlanamıyor. İç düşman dış düşman, üst akıl vs. derken toplum artık yoruluyor ve fazlasıyla muktedir olan bir hükümetten somut çözüm bekliyor.

Terörle mücadelesizlik

Peki, hükümet ne yapıyor? Kimin yaptığı meçhul bir darbe girişimini bahane ederek, olan biteni televizyondan öğrenmiş on binlerce insanı hapse atıyor; üstelik tek bir direnişle karşılaşmadan. Darbeyle ilişkilendirilmeleri için vahşi bir hayal gücü gereken bu insanları tereddütsüz hapse atan hükümet, iş IŞİD zanlılarına gelince ne hikmettir bilinmez hep tutuksuz yargılamayı uygun görüyor. Doktorlar, öğretmenler ters kelepçeyle getirilirken en azılı terör zanlıları gülümseyerek gelip sırıtarak ayrılıyorlar.

PKK ile mücadeledeki başarısızlığın üstü, HDP baskılanarak örtülmeye çalışılıyor. Bu işe de yarıyor; hem MHP, AKP’nin yapışık ikizi haline geliyor hem de toplumda artan milliyetçilik hükümetin işine geliyor. Ancak AKP’nin işine gelen bu durum sorunun çözülmesini zorlaştırıyor. HDP yarın kapansa PKK’nın önü daha da açılmış olmayacak mı? Yapılan birlik çağrıları toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı keskinleştirmekten başka ne işe yarıyor? Adalet olmadan birlik nasıl sağlanacak ki?

Pişkinlik, slogan, muhbirlik

Hükümetin terörle mücadelede en çok kullandığı üç yol var; birincisi pişkinlik, ikincisi slogan ve intikam çığlıkları üçüncüsü ise muhbirliği özendirmek. Her olaydan sonra ekran karşısına geçerek şehitliğe övgüler diziyor, sonra da -utanç verici bir şekilde-zırhlı araçlarıyla evlerine dönüyorlar. Gencecik fidanlar, onların iktidarı için hayatlarını feda ediyor, onlarsa “aferin, tam da böyle ölmelisin” mealinde sloganlar söyleyip olay yerinden uzaklaşıyorlar. Ya ispiyonculuk? İspiyonculuğu teşvik ederek terörle mücadelede başarılı olmuş bir ülke var mı? Toplumun DNA’sına müdahale edip insanları birbirinden şüphe eder hale getirmek hangi akla hizmettir? Böyle bir toplumda güvenlik nasıl tesis edilecektir? Gerçekten, bir adım sonrası hesaplanmamakta mıdır? Benden sonrası tufan, diyerek millet nereye götürülmektedir?

AKP güvenlik getiremezse

Tüm bu sorular ve daha fazlası artık AKP’nin kucağında. Polis devletine dönüşerek muhalifleri tasfiye etmenin güvenlik getirmediği de ortada. Vatandaşa terörist, müttefiklere üst akıl vs. muamelesi yapmakla da bu işin bir yere varacağı yok. Bu söylem zaten muhalifleri tasfiye etmek ve zaman kazanmak için kullanılıyor. Evet, muhalifler tasfiye edildi ancak artık zaman yok. AKP, artık güvenlik açıklarından iktidar devşirmeyi bırakıp normal bir hükümet gibi davranmak zorunda. Aksi halde, yaşanacak tarihi kırılmanın tek sorumlusu olacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin