‘İyi aile babası-başarılı bürokrat Atilla’ suç makinesi Zarrab’a karşı’ [Haber-izlenim]

HABER-İZLENİM | ADEM YAVUZ ARSLAN, NEWYORK

4. Haftasına girdiğimiz ‘Hakan Atilla-ABD’ye karşı”, namı diğer “Zarrab Davası”nda artık sona geldik. İlk günden bu yana tam bir ‘taktik savaşı’na sahne olan dava da Hakan Atilla ‘son şansını’ kullanıp kendini savundu. Yaklaşık 2 gün süren savunmasında savcılığın suçlamalarına doğrudan cevap vermek yerine ‘iyi aile babası-başarılı bürokrat’ imajı çizdi.

Halkbank eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla aslında çok ‘riskli bir tercih’ yapmıştı. Çünkü sorgunun kendi avukatları ile olan bölümü kolaydı fakat iş ‘çapraz’a geldiğinde, yani savcıların önüne çıktığında işin nereye varacağını kestirmek mümkün değildi.

Üstelik Zarrab’ın itirafçı olması, aralarında eski CIA müsteşar yardımcısı David Cohen ve OFAC direktörü Adam Szubin gibi isimlerin aleyhine tanıklık yapması işini hayli zorlaştırmıştı.

Belki de başka çaresi kalmadığını düşünen Atilla bu riski aldı ve kürsüye çıktı. O andan itibaren de ‘önceden iyi çalışılmış’ bir şova sahne oldu mahkeme salonu.

HERŞEY JÜRİYE ENDEKSLİ

Bu aşamadan sonra Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz bir dizi olaya şahit olduk.

Mahkemede kararı jüri vereceği için herşey jüriyi iknaya göre kurgulanmıştı.

Avukat Fleming sorguya hepsine ‘hayır , asla’ cevabını alacağını bildiği 20 kadar soruyla başladı. Rüşvet alıp almadığı, FBI’ya yalan söyleyip söylemediği, Zarrab ile İran ambargosunu delmek için çalışıp çalışmadığı gibi…

Atilla’nın avukatları bir ileri iki geri yada daireler çizerek ilerledi. Şöyle ki, teknik konuları sorup detaylandırırken birden ‘yalan söylediniz mi ?’ yada ‘rüşvet aldınız mı ?’ gibi cevabı ‘hayır’ olan sorulara döndüler. Her bir kaç saatte bir ‘rüşvet aldınız mı?’ sorusunu sordular.

Buradaki strateji jürinin kafasına ‘dürüst, namuslu bürokrat’ imajını kazımaktı.

Bu kapsamda Atilla’nın üniversite günlerine , eşiyle tanışmasına, evliliklerine, oturdukları apartman dairesine, yazlıktaki komşularına, aldıkları maaşa, anne babalarına dair detaylara kadar onlarca soru sordu avukatları.

Hatta eşi ve çocuğu ile ilgili sorularda fazlasıyla oyalandılar. Milyonlarca dolar rüşvetin havada uçuştuğu bir dosyada ‘tek kuruş rüşvet almayan, buna tenezzül etmeyen dürüst bürokrat’ imajı için çok çalıştılar. Atilla’nın eşi ve oğlundan bahsederken ağlaması da duygulara hitap eden bir hamleydi.

Atilla’nın avukatları neredeyse bir gün boyunca, suçlamalara dair hiç bir başlığın kapağını açmadan Atilla’nın kişiliğine dair göndermeler yaptılar.

Katıldığı konferanslardan görüntüler, mesai arkadaşları ile çekilmiş fotoğrafları vs ekrana getirildi.

Avukat Fleming, Halkbank’ın işleyişine, şirket yapısına dair uzun uzun açıklamalar yaptırdı Atilla’ya. Zaman zaman o kadar detaya girdi ki sadece jüri değil savcılar bile bilgi bombardımanı içinde kayboldu. Fleming ise tam herkesin abandone olduğu anda yeni bir pencere açıp Atilla’ya artı puan kazandıracak hamleler yaptı.

Mesela ‘İran ambargosuna dair hassasiyetleri’ni göstermek için Atilla’nın izin vermediği bir işlemi anlattırdı. Atilla’da detaylı bir şekilde Onur Air’in satışını nasıl engellediklerini anlattı. Özetle hikaye şöyle: İranlı bir iş adamı Onur Air’i satın almak için girişimlerde bulunuyor, fakat ödemeyi başka bir iş adamının yapacağını öğrenince ‘ne oluyor burada ?’ diyerek araştırmaya başlıyor ve karşılarına Babek Zencani çıkınca ‘bu iş sakat’  diyerek satışa aracı olmuyor.

“ZARRAB’I SEVMEZDİM SÜLEYMAN ASLAN İLE AYRI DÜNYALARIN İNSANIYDIK”

Avukat Fleming uzun saatler boyu jüriye ‘Hakan Atilla portresi’ çizdikten sonra Halkbankası’na ve suçlamalara konu olan iddialara geldi.

Burada ise hayli ilginç bir strateji izledi.

Hakan Atilla’ya değme bankacıların anlayabileceği-açıklayabileceği teknik sorular sordu. Atilla’da sakin sakin bu sorulara açıklayıcı cevaplar verdi. Bir ara mahkeme salonu bir üniversite kürsüsüne dönüştü dersek abartı olmaz. Yeri gelmişken şu gözlemimi de not edeyim: Hakan Atilla bankacılığı çok iyi biliyor olabilir fakat anlatım konusunda Zarrab daha başarılıydı.

Avukat Fleming’in stratejisi anladığım kadarıyla şöyleydi: Teknik tartışmalarla jüriyi pes ettirmek. Muhtemelen jürinin şöyle düşünmesini istediler “Biz anlamıyoruz ama muhtemelen bankacılığın doğasında olan şeyler bunlar”.

Neyse ki arada ‘magazin’ sorular da geldi ve salon tekrar davaya döndü.

Mesela Hakan  Atilla’ya Süleyman Aslan’a dair sorular sordular avukatları. Atilla, Aslan için ‘dünya görüşlerimiz farklıydı, banka dışında görüşmezdik, sosyal yakınlığımız yoktu’ dedi.

Aynı şeyi Zarrab için de söyledi.

Zarrab için ‘Kendisinden hoşlandığımı söyleyemem’ diyen Atilla “Banka müşterisi olmasının dışında bir ilişkim olmadı. Zengin ve popüler biriydi. Magazin sayfalarından eksik olmuyordu. O zaman itibarlı biriydi” dedi.

Hakan Atilla daha ilk günden itibaren kendini Aslan ve rüşvet alan siyasilerden soyutluyor. Zarrab ve Aslan için ‘sevmezdim, yakınlığımız da yoktu’ demesi aynı stratejinin devamı.

Atilla, Süleyman Aslan’dan çıkan rüşvet paraları için çok şaşırdığını, hiç beklemediğini anlatıyor. Aslan tahliye olduktan sonra nezaketen evine gittiğini, geçmiş olsun dileklerinde bulunduğunu da belirtiyor.

Bu esnada avukat Fleming tekrar devreye giriyor ve cevabı ‘hayır, asla’ olan bir düzine soruyu ard arda sıralıyor: “Rüşvet aldınız mı ?” “ Yalan söylediniz mi ?” vs.

Atilla’nın avukatları ‘güvenilir bürokrat’ imajını pekiştirmek için 17 Aralık 2013 operasyonuna dair çok sayıda soru sordular.

Atilla o operasyon sırasında polise nasıl yardımcı olduğunu, sorularına gönüllü olarak cevap verdiğini, hatta verdiği bir cevaba dair daha detaylı bilgileri daha sonra tekrar ilettiğini anlattı. 17 Aralıkta bile tutuklanmamış olmayı bir bakıma ‘masumiyetinin delili’ olarak gösterdi.

Devamında ise Zarrab’ın tutuklanmasına rağmen ABD’ye iki kez gelmesini ‘kendisine olan güveninin göstergesi’ olarak anlattı.

Atilla’nın avukatları sorgunun son bölümünde yine cevabı ‘hayır, asla’ olan bir düzine soruyla finali yaptılar. Yine Atilla’nın ‘dürüst bürokrat, iyi aile babası’ imajını pekiştirmeye yönelik hamleler yaptılar.

Atilla’nın avukatlarının başından bu yana izlediği taktik işe yarayacak mı bunu çok değil bir iki gün içinde göreceğiz. Fakat savcılığın da dersine çok iyi çalıştığını, güçlü deliller ve tanıklarla geldiğini unutmamak lazım.

Sonuç olarak gerçekten de ilginç bir dava ile karşı karşıyayız.

Salondaki herkes Halkbank etrafında bir takım kirli işlerin döndüğünden emin. Jüriden kimsenin rüşvet işlerine dair şüphesi de yok. Hatta parasını Türkiye’nin ödediği Atilla’nın avukatları da rüşvet ilişkilerini teyit ediyor.

Siyasilerin talimatı ile İran ambargosunun delindiği, milyonlarca dolarlık para aklandığı da artık kabul görmüş vaziyette.

Ancak davanın tek tutuklu sanığı olarak salonda olan Hakan Atilla bu zincirin en zayıf halkası. Bir başka ifadeyle ‘en az kirlenen’ kişi.

Fakat ortada işlenmiş bir suç var ve Atilla’da bankanın yöneticisi. Belki suça dahil olmamış ama engellememişte.

Dolayısıyla jürinin karar verme süreci hayli ilginç olabilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin