İslam, devlet eliyle mi temsil edilmeli? (SİYASAL İSLAM-1)

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

17-25’le başlayan ve 15 Temmuz darbesi ile zirve yapan süreç öncesi, Osmanlı Devleti ile ilgili tenkitlerin ağırlığı sol görüşlü insanlardan gelirdi.  Bugün yaşanan olayların etkisiyle bu tenkitlerin artık müslümanlar tarafından da dillendirilmeye başlandığını görüyoruz.

Bulunduğumuz zaman dilimine kadar müslümanların ekseriyetinde, İslam’ın tekrar yeryüzünde hükümferma olması için kurulacak yeni bir İslam devletine ihtiyaç olduğu düşüncesi hakimdi. Asrı Saadet’te, Emeviler’de, Abbasiler’de, Selçuklular’da, Osmanlı’da ve diğer İslam devletlerinde olduğu gibi devlet eliyle İslam’ın temsil edilmesine ihtiyaç olduğu düşüncesi, açık ya da şuuraltı olarak yer almaktaydı. Hak ve adalet üzerine teessüs etmiş böyle bir devletin, yeryüzünde muvazene unsuru olması elbette dinin yaşanması, temsil ve tebliği açısından çok büyük bir değer taşımaktadır. Bu devletler, yeryüzünde hak ve hukukun koruyucuları ve zalimler karşısında mazlumların müdafii olmuşlardır.

Altı asır boyunca ve özellikle ilk dört asrında bütün dünyada, muvazene unsuru olmuş Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra, bu bölgede yaşanan zulümler, perişaniyetler, mağduriyetler ve meydana gelen tahribatlara nazar edilirse, Osmanlı’nın eda ettiği büyük misyon çok daha iyi anlaşılabilecektir. Osmanlı’dan sonra bu coğrafya bir türlü kendine gelememiş ve devamlı herc-ü merçler yaşamıştır.

İslam alemindeki geri kalmışlığın çok önemli bir sebebi…

Bu yüzden günümüz Müslümanları hep böyle bir devletin tekrar vücuda gelmesini intizar etmiş ve bu beklentiyi çıkarları adına kullanmak isteyen yalancılar ve sahtekarlar tarafından sürekli altadılmışlardır. Bediüzzaman Hazretleri, Münazarat’ta geçen bir soruya verdikleri cevap içerisinde bu konuya temas etmişlerdir: “İşte o tedennînin mühim bir sebebi: Bazı rüesâ ile haksız olarak millete fedakârlık iddia eden sahtekâr hamiyet-furuşlar veya velâyeti dâvâ eden ehliyetsiz bazı müteşeyyihlerdir.” Kendi menfaatleri için vatan, milliyet ve din mefhumlarını kullanan bir takım idareciler,  hocalar ve şeyhler, bu kavramların içini boşaltarak bugünkü geri kalmışlığı, zilleti ve perişaniyeti hazırlamışlardır.

Sahnelenen oyun,  Siyasal İslam ve hayal kırıklıkları…

İktidarı elde etmek isteyen siyasiler ve diktatörler, böyle bir devlet vaadi ile kitleleri etki altına almış ve hedeflerine böylece ulaşabilmişlerdir. Toplum mühendisliği, kitle psikolojisi ve gelişmiş kitle iletişim araçlarının katkısıyla da buna kolayca muvaffak olabilmişlerdir.  Maalesef bu oyun, İslam dünyasında tekrar ber tekrar oynanmasına rağmen, müslümanlar, bunlardan gerekli dersleri alamamışlar ve her defasında bir hayal kırıklığı yaşamışlardır.

Bu oyun, son olarak günümüz Türkiye’sinde, bütün geçmiş tecrübeler kullanılarak çok ustaca bir kere daha siyasal İslam temsilcileri tarafından sahneye konmuş ve başarılı olmuştur.  Toplum, tekrar bir yalancı şafak peşine düşmüş, yine ülkelerinin dünyada bir muvazene unsuru olacağı ile ilgili büyük beklentiler içerisine girmiştir.

Maalesef yaşanan süreçte, bunların da öncekiler gibi iktidarı elde etme adına hareket ettikleri ve hakiki İslam adına bir dertlerinin bulunmadığı anlaşılınca, özellikle büyük mağduriyetlere maruz kalmış insanların  yaşadıkları hayal kırıklığı, duygu ve düşünce dünyalarında önemli tahribatlara yol açmıştır.

Burada acı olan, İslam dünyasında her yaşanan bu tarz hadiselerden sonra insanların ümitlerini kaybetmeleri ve müslümanlar eliyle hiç bir doğrunun ikame edilemeyeceği gibi düşüncelerin ortaya çıkmasıdır. Halbuki buna sebebiyet verenler, gerçek İslamı yaşayan insanlar olmadıkları gibi, bu oyunlara alet olan müslümanların ekseriyetinin de, şahıslarında ve hayatlarında İslam ve İslami değerler hakiki manada bulunmamaktadır. Gerçekte,  günümüzde yaşanan bu problemlerin İslam ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Nasıl olabilir ki şu anda yeryüzünde hakiki bir İslam devleti olmadığı gibi, hakiki manada islamı yaşayanların çoğunlukta olduğu bir coğrafya da mevcut değildir.

Batı dünyası, İslamı sıfatlara daha fazla sahiptir…

Bugünün Batı dünyasında, İslami değerler, İslam ülkesi olarak ifade edilen (!) coğrafyadan çok daha ileri seviyede yaşanmaktadır.Bedüzzaman’ın ifadesiyle, Batı dünyası, İslamı sıfatlara daha fazla sahip olduğu için yeryüzünde hakimiyet onlardadır.  İslam dünyası manevi yönden bozulunca sahip olduğu değerleri kaybetmiş, her sahada gerilemiş ve bir türlü de toparlanma sürecine girememiştir. Hakiki değerlerine tekrar kavuşacağı ana kadar da bu mümkün olamayacaktır. Batı dünyasında ise bunun tam tersi olmuştur. Meydana gelen fikri akımlar neticesinde dinlerinden kaynaklanan taassup bağlarından kurtulup, insan hakları, demokrasi, bireyin önemi gibi değerlerle donanınca çok önemli mesafeler almış ve bugünkü medeniyeti ortaya koyabilmişlerdir. Unutulmamalıdır ki batıda da her şey güllük gülistanlık da değildir. Bu dünyada da halen geçmişten beri var olan, çok sayıda problemler hala devam etmektedir. Fakat müslümanların yaşadığı coğrafya ile mukayese edildiğinde, Batı dünyası çok daha fazla medenidir.

Yukarıda bahsi geçen bu problemlerden dolayı önemli sayıda Müslüman entellektüelinin düşünce kaymalarına maruz kaldıkları görülmektedir. Bunlar batı ve batı kaynaklı her şeyi kutsarlarken, İslam ve İslam kaynaklı her şeyi küçümsemektedirler. Onlara göre tarihte, kayda alınabilecek hatırı sayılır, müslümanlar tarafından ortaya konmuş bir medeniyet yoktur. Bunlar İslam tarihinde yaşanmış olumsuzluklara kilitlenmiş, hükümlerini bu tür problemlere bina etmişler ve  tarihimizi, sadece zalimlerin olduğu, zulümlerin yaşandığı bir tarih olarak görmüşler ve o çok parlak medeniyetleri inkar etmişlerdir. Bu medeniyetleri gerçekleştiren, İslam devletleri de bundan nasiplerini almışlar ve çok acımasız tenkitlere tabi tutulmuşlardır.

İnşaAllah konuya bir sonraki yazıda devam edelim…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin