İrtibatı koparmayalım [Faik Can, yazdı]

Bütün ömrü davası uğruna hapislerde, sürgünlerde geçmiş, tatmadığı eza, çekmediği cefa kalmamış Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri hizmet erlerinin başına gelen zulüm ve musibetlere “kader ve hikmet-i İlâhî cihetiyle bakmak” gerektiğini söylüyor: “Başa gelen zulümlerde iki cihet ve iki hüküm vardır: Biri insanın, biri kader-i İlâhînin. Aynı hadisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adâlet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade, kaderin adâleti ve hikmet-i İlâhiyenin sırrını düşünmeliyiz” Musibetlerdeki hikmeti ve perde arkasındaki Murâd-ı İlâhî’yi kavramaya çalışmamızı tavsiye ediyor.

bediüzzaman spot1O günkü talebelerinin hapse girmelerini de “manen inkişafa vesile” olarak değerlendiriyor: “Evet, kader sizi, buraya (hapishaneye) çağırdı. Ve mücâhede-i mâneviye inkişâf etmesinin hikmeti; sizi bu hakikaten çok sıkıntılı olan medrese-i Yusufiye’ye sevk etti. İnsanların zulmü bu işin bahanesi ve vesilesi oldu. Onun için sakınınız; birbirinize; “Böyle yapmasaydım ben tevkif olmazdım” demeyiniz.”

Bela ve musibetlerin hikmetini böyle anlattıktan sonra Üstad, bu hizmette kıymeti muhafaza etmenin şartını açıklıyor ve diyor ki: Kardeşlerim! Ben hem Risâle-i Nur’un, hem talebelerinin kıymetlerini dünyaya işittireceğim. Yalnız size şunu ihtâr ederim ki: “Bu müdâfaamdaki kıymeti muhâfaza etmenin şartı, bu hâdiselerde ağzınızın yanmasıyla Risâle-i Nur’dan küsmemek ve üstâdından darılmamak ve kardeşlerinden—sıkıntıdan gelen bahanelerle—nefret etmemek ve birbirine kusur bulmamak ve isnad etmemektir.” (28.Lem’a 18.Nükte)

Şunları yapmasaydık başımıza bunlar gelmezdi!

Böyle bir kayba uğramamak için de kalblerin tesanüdüne, dayanışmasına ihtiyaç vardır. Kalbler arası irtibatın en mühim vesilesi de duadır. Hem dünyanın dört bir yanına dağılmış olan hem de türlü sıkıntılara muhatap musibetzede kardeşlerimize kesintisiz dua etmek kalpler arasında kopmaz bir nurani zincirin oluşmasına vesile olur.

Böyle yapmayanlar insi ve cinni şeytanların farklı hücumlarına karşı savunmasız ve korumasız kalır. Zira böyle zamanlarda hem insi hem de cinni şeytanlar insanlarla çok uğraşır. Türlü vesvese ve fitnelerle ayakları kaydırmaya, birliği, dirliği bozmaya çalışırlar. Bazıları hizmetin yaptığı hatalardan (!) dem vururlar. “Şunları, şunları yapmasaydınız başınıza bunlar gelmezdi” gibi vesveselerle kalpleri ve kafaları karıştırmaya çalışırlar. Eğer bela ve musibetler yapılan hataların neticesi olsaydı en büyük hataları, başları bir ömür beladan kurtulmayan başta Efendimiz olmak üzere bütün Peygamberler, sahabeler, Allah’ın salih kulları ve Üstadımız yapmış olmalıdır (!)

Üstad Hazretleri başları hapisten, sürgünden kurtulmayan hem o günkü hem de kıyamete kadar aynı imtihana maruz kalacak talebelerine birbirlerinden şikâyet etmemelerini ve hizmete asla küsmemelerini salıklıyor. Bu musibetten (hapisten) kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kâbil (mümkün) değildi: Birincisi: Kader-i İlâhi kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için herhalde gelecektik. En hayırlısı bu tarzdır.

İkincisi: Aleyhimize çevirilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çare yoktu. O halde bu musibette birbirimizden şikâyet etmek hem haksız, hem mânâsız, hem zararlı, hem Risale-i Nur’a bir nevi küsmektir.”

Bediüzzaman Hazretleri devamında, başa gelen musibetlerden dolayı hizmeti sorgulamanın, kopmanın, sadakati kaybetmenin hapisten, zindandan ve işkencelerden daha ağır bir bela olduğunu söylüyor: “Sakın, sakın, has rükünlerin (hizmetin önde gelenlerinin) faaliyetlerini bu musibete bir sebep görüp onlara gücenmeyiniz. Böyle bir gücenme, Risale-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır. Bu ise, maddî musibetten daha büyük bir mânevî musibettir.” (13. Şua, 50. Mektup)

Keşke bunlarla hiç tanışmasaydın!

Damarlarımızda gezen ezeli hasmımız şeytan zaman zaman “neden bunlara bulaştın ki zamanında, bak herkes işinde, gücünde; sen ise her gün başıma ne gelir korkusuyla yaşıyorsun! Uzak dur bu adamlardan!” der, durur. Bazen de –tedbiren de olsa- gücü elinde bulunduranlara yakın olmayı, onlara dalkavukluk etmeyi, hizmet arkadaşlarına ise mesafeli durmayı salıklar.  “Nasıl olsa hizmete dair her şeyi artık biliyorlar, ben de sorguda herkesin bildiği şeyleri itiraf diye anlatsam başım derde girmez, hapse girmekten kurtulurum” gibi vesveseler ve yanlış düşüncelerle yanaşır bizlere. Nefis de aynı koroya katılınca –Allah korusun- insan, ahiretini riske atacak bir noktaya gelebilir. Üstadımız da böyle bir kaymadan endişe etmişler ki 13. Şua 48. Mektup’ta şöyle sesleniyor:

“Birbirinizden. Risale-i Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirler, yapanlara zarardan başka hiç faydası olmadığı gibi, masum kardeşlerimize ehemmiyetli zarar verir.”

Mektubun burasında Üstad Hazretleri çok önemli bir hususa daha dikkatleri çekiyor. Gözaltında olan, işkence gören talebelerinin kendi gıybetini etmelerine, aleyninde konuşmalarına izin veriyor ve “Hakkımı helal ederim” diyor ama devamındaki ikazı yüreklerde ürperti hâsıl edecek türden: “Sizi temin ederim eğer bilseydim ki: Benden teberri etmekle (irtibatınızı inkâr etmekle) kurtulacaksınız, beni tahkir etmeğe ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor. Za’fınızdan cesaret alır. Sizi daha ziyade ezer.”

Karşımızda normal bir hükümet ve adliye yok

bediüzzaman spotBöyle bir düşüncenin insanı dünyada da ahirette de kurtaramayacağını hatırlatıyor Üstadımız. Hapisten kurtulmak düşüncesiyle veya bir kısım korkuların tesiriyle sorguda kendini Üstad’dan ve Risale-i Nurlardan uzak ve ilgisiz göstermeye çalışan bir talebesinin durumundan bahsediyor bir başka mektubunda. O davranışının binlerce insanın manevi duasından mahrumiyete sebebiyet verdiğini ve onu Risale-i Nur mesleğinin en önemli nimetlerinden olan “iştirak-i a’mal-i uhreviye” gibi önemli bir kazançtan ettiğini ve sadıklar listesinden çıkardığını söylüyor: “Orada ya korkudan veya çabuk kurtulmak fikriyle benden ve Risale-i Nur’dan bir derece zahiri bir çekilmek.. ve bize muarız olanlara kendini bir parça taraftar göstermek vaziyeti, o zata hiç fayda vermediği gibi kurtulmasını tehir etmekle beraber binler masum diller ile edilen dualar ve ibadetlerden “sadakat-ı tam” şartıyla mukabilinde hissedar olmasını kaybetmiş.”

Üstadımız tam burada çok önemli bir hususa daha parmak basıyor. Karşılarında normal bir hükümetin ya da adalet sisteminin olmadığını, esas maksatları Nur hizmetini yok etmek olan gizli bir komitenin bulunduğunu hatırlatarak siperi bırakanların kaybedeceğini söylüyor: (O talebesini kastederek) “Ben ara sıra onun teşrikine ve tam sadakatine dualar ile çabalıyorum. Sen benim tarafımdan ona selam söyle. Ve de ki: En ziyade yaralananlar siperini bırakanlardır.

Hem bizim karşımızdaki normal bir hükümet ve mahkeme değildir. Belki gizli zındıka ve küfr-i mutlaka düşenlerin komitesidir. Ve hiçbir tevil kaldırmayan dehşetli bid’aların taraftarlarıdır ki: hükümeti iğfal edip aleyhimize sevk ettiler.”

Bediüzzaman, insanların imanını kurtarmaktan başka bir maksadı olmayan bu kudsi hizmetten uzaklaşanların, hizmeti yok etmek isteyenlere yanaşmış olacağını ihtar ediyor aynı mektubunda. Hizmete düşman olanların da veli bile olsa düşmanlara yardım etmiş olacaklarına işaret buyuruyor: “Düşmanlık eden bir veli dahi bize hücum etse, bilmeyerek onlara yardımcı olur.” (13. Şua, 27. Mektup)

Bu ulvî ve kudsî hizmeti hepimiz için, gerçek kıymeti ancak ahirette anlaşılabilecek paha biçilmez değerde bir nimettir. Bu nimete mazhariyetin bedeli ne olursa olsun gerçek kıymetine nisbeten ucuz kalır. O sebeple bu hizmetin hadimlerine düşen en önemli vazife, ihsan-ı ilahi olarak kendilerine verilen bu nimeti kaybetmeme cehdi içinde olmaktır. Yukarıda saydığımız vesvese ve bahanelerin tesiriyle uzak durmak, elini gevşetmek, mesafe koymak ahirette çok ağır sonuçlar doğurabilir. Elbette bu durum bizde bir ihtiyatsızlığa ve dikkatsizliğe sebep olmamalıdır. Çünkü Muhterem Hocamızın tabiriyle “zalime yardımcı olmamak ve işini kolaylaştırmamak da mühim bir ibadettir.” Bediüzzaman Hazretleri’nin buyurdukları gibi: “Bu derece kıymettar bir hizmete, bu maddî ve mânevî fiyatı veren ve bu azabı çeken birinin, o hizmetten vazgeçmesi büyük bir hasârettir. Onun için, ihtiyatla beraber, sadakatten vazgeçmemek, irtibatı koparmamak ve hizmeti değiştirmemek lâzımdır.”

bediüzzaman spot

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Hakikatin perdesini aralayıp bizim gibi cahillerin de istifadesine imkan verdiğinize göre minnettarız…
    Allah cc ebeden daimen sizden razı qalsın…

  2. Harika bir yazı; elinize, dilinize sağlık. Hususiyle bu musibet zamanı, nefis ve şeytanlar, mübârek kardeşlerimizin ve hemşirelerimizin kazandıklarını iptal ettlrmeye çalışsalar da -inşallah- muvaffak olamayacaklar…

  3. İki noktaya hususî dikkat: Temel ölçüler yerli yerinde kullanılmalı; yoksa kaş yapalım derken göz çıkarır. Makaledeki ölçüler, herkesin kendi adına söylemesi gerekenler. Oysa “kendi adımıza müddei umumi, kardeşlerimiz için -onlar adına- avukat gibi olunmalı” düsturuyla hareket etmeli. Bizim dediğimiz diyeceğimiz: “Kardeşlerimiz zaten mübarek insanlar ve Rabbim dereceleri yükselsin diye onları böylesi ağır bir imtihana tabi tuttu”. “Kader adalet eder; belki bilmediğimiz hataları var” düsturundan istifade -burada- hatadır…
    İkinci nokta da, “belki onların bu çektiklerinde, benim de payım var. Yapılması gerekenleri gereği gibi ya da gerektiği zamanda yapamadım” diye nefsimizi levmetmek de hakkımız -ve hatta belki de- vazifemiz…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin