‘İnsan Hakları’ nasıl yetim kaldı?

KADİR GÜVEN

1989’da Çin’in Tiananmen Meydanı’nda tankın önünde duran kendi hâlinde bir vatandaşın fotoğrafı kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına almıştı. ‘Organize devlet gücü’ karşısında, ‘haklarını talep eden’ tek başına bir vatandaş… Büyüleyiciydi gerçekten de. Gerçi Çin’de pek fazla değişikliğe sebep olmadı. Devasa ülkeyi yönetenlerin önceliği ekonomiydi. Bunun için de ülkeyi ‘hırslı işadamları’ gibi yönetmeye karar verdiler. ‘İnsan hakları’ kavramı, ‘ekonomik çıkarlara’ tersti. İşleri yavaşlatıyor, hükümetin elini kolunu bağlıyordu.

O meydandaki hareketten bu yana Çin’de ‘muhalif’ figür olarak öne çıkan ve iktidarı her fırsatta ‘reformlar yapmaya’ çağıran Liu Xiabo, dün tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Akciğer kanseriydi. Uzun uğraşlardan sonra 2009’dan bu yana yaşadığı hapishaneden hastaneye nakledilmesine izin verilmişti ancak sıkı güvenlik şartıyla. Ailesiyle görüşemiyordu doğru düzgün. 2009’da yayınladığı bir ‘reform çağrısı’ sebebiyle ‘halkı devleti yıkmaya kışkırtmak’ gibi bir suçlamayla hapse atılmıştı. 2010’da Nobel Barış Ödülü verilse de, ‘sesini duyurmaya’ ya da Çin hükümetini geri adım attırmaya yetmedi.

Reuters’in Xiabo’nun ölümüyle ilgili geçtiği haberde ilginç bir detay vardı. ‘Devlet baskısı altında ölen’ son Nobel Barış Ödülü sahibinin Carl von Ossietzky olduğunu belirtme ihtiyacı hissetmişler. Ossietzky, ‘savaş karşıtı’ olduğu için Nazi iktidarı tarafından tutuklanmıştı. 1938’de hayatını kaybettiğinde Nobel Ödülü vardı fakat özgürlüğü yoktu. Haberde ayrıca Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in başsağlığı mesajı da yer alıyor. Malum ‘insan hakları’ ya da ‘özgürlükler’ gibi kavramların fazla savunucusu kalmadı.

ALMANYA’NIN GÜCÜ YETER Mİ?

ABD’nin uzun yıllar en büyük hâmisi olarak görüldüğü ‘insan hakları’ kavramı, bir süredir marjinalleşme tehdidi altında. Zira ABD, Trump yönetimiyle birlikte artık böyle bir ajandanın peşinde olmadığını duyurdu. Diplomatik ilişkiler sırasında Rusya, Çin ve Türkiye gibi ülkelere ‘insan hakları’ baskısı yapmayacak. Bunun zaman içerisinde ABD’deki insan hakları savunucularının sesinin bir miktar kısılacağı anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Bu noktada Almanya, ABD’den doğan boşluğu doldurmaya hevesli görünüyor. Alman vakıfları uzunca bir süredir çeşitli ülkelerde liberal demokrasiyi desteklemek için programlar yapıyor zaten. ABD kadar olmasa da, Almanya’nın da çeşitli ülkelerde insan hakları ve demokrasi faaliyetlerini destekleme altyapısı var. Ancak ABD kadar ‘etkin’ olup olamayacağını zaman gösterecek. Çünkü ABD’nin ekonomik ya da askerî caydırıcılığı henüz Almanya’da yok. Fransa’yla bu alanda işbirliği yapması da yeterli olmayacaktır.

RUSYA VE TÜRKİYE’DE MUHALEFET

Rusya’da geçenlerde ülkenin en muhalif gazetesi The Moscow Times, baskıyı durdurmak zorunda kaldı. Gazete sadece internetten yayına devam edecek. Bir süredir bu gazetenin nasıl hâlâ hayatta kalabildiğini düşünürken, gazetenin Hollandalı bir ortağı olduğunu öğrendim. Otoriter ülkelerdeki ‘Batı’nın komplosu’ teorileri, biraz da o ülkelerdeki muhalefetin Batı’nın desteği olmadan sürdürülememesinden besleniyor. Nitekim baskı arttıkça, insanlar Batı’ya sürgüne gidiyorlar.

Türkiye’deki durum da benzer. Büyükada’da bir araya gelen on iki insan hakları aktivisti, zor durumdaki insan hakları savunucuları için neler yapılabileceğini konuştukları bir toplantıdan sonra gözaltına alındı. Sebep? Bir ihbar. Daha sonra bir yandaş gazete toplantıyı “darbe toplantısı” olarak hedef gösterdi. Tarih bile verdi: 24 Temmuz. Aralarında Af Örgütü’nün Türkiye direktörü İdil Eser de bulunuyor. Hani ‘neresinden tutsan elinde kalıyor’ derler ya, o hesap. Çöpte bulunan bir kitaptaki parmak izinden üniversiteli bir öğrenciyi tutuklayan polisimiz için bunlar çerez tabi.

ORTAK PROGRAMLAR, PLANLI HAMLELER

‘Muhalefet nasıl sindirilir?’ diye bir el kitabı hazırlayacak olsak, Rusya, Çin ve Türkiye’den örnekler yeterli. ‘İnsan hakları’ kavramının kriminal hâle getirilmesi ve savunucularının hep “Batı’nın ajanları” olarak görülmeleri, bu yolun adımlarından biri. Önce muhalefete yönelik kitlesel tutuklamalar yapıyorsunuz, ardından tutukluları ‘terörist’ ya da ‘devlet düşmanı’ ilan ediyorsunuz, sonra onları savunacak avukatları, onlara özgürlük verebilecek hâkimleri korkutuyorsunuz, nihayet onların haklarını savunacak insanları da tutukluyorsunuz… Toplumun geri kalanı bunları görünce zaten siniyor. Kendi işine gücüne bakıyor.

Önümüzdeki yıllar, ‘insan hakları’ açısından daha da zorlaşabilir. Gazeteciliğin bile ‘otosansüre’ boyun eğmeye başladığı pek çok ülkede, yeniden katı devletçi rejimlerin yükselişini seyredebiliriz. Üstelik bu kez ‘insan haklarının’ devlet bazında tek destekçisi Avrupa olacak. Onun da nefesi yeter mi belirsiz…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin