İngiliz Mahkemesi dedi ki: Türkiye’de suçlar geriye yürütülüyor (Akın İpek Kararı-1)

YORUM | AZİZ KAMİL CAN

Hukukun gelişim sürecinde evrensel kabul edilen en önemli ilkelerden birisi “suç ve cezada aleyhe geriye yürümezlik” ilkesidir.

En zorba devletler bile bu ilkeyi çiğnememeye özen gösterirler. Fakat maalesef Türkiye, bu ilkeyi çiğneyen zorba bir devlet olarak tarihin karanlık sayfaları arasında çoktan yerini almış bulunmaktadır.

Son yıllarda akıl, vicdan ve hukuk ile örtüşmeyecek biçimde yüzbinlerce insan ile ilgili suçlamalar geçmişe yürütülerek, keyfi biçimde bu insanlar cezalandırılmaktadırlar.

Neyse ki bu durum uluslararası kuruluş ve mahkemelerin gözünden kaçmıyor. Birçok insan hakları dernekleri, uluslararası kurumlar ve mahkemeler bu hukuksuzluğa açıkça işaret ederek, suçlanan kişilerin beraatlarını istemekte ve adeta Türkiye’yi bu ve diğer birçok evrensel hukuk ilkeleri altında mahkûm etmektedirler.

Birleşmiş Milletler birimleri, hükümetin suçları geriye yürütmek suretiyle insanların mağduriyetine sebebiyet vererek suç işlediğini belirten kararlar vermektedir.

Kısa bir süre önce bu yöndeki ilginç bir karar da İngiliz mahkemesi tarafından açıklandı.

İngiltere Westmınster Sulh Ceza Mahkemesi, Talip Büyük, Ali Çelik ve Hamdi Akın İpek’in Türkiye’ye iade edilmesi ile ilgili yürüttüğü davada, Hükümetin iade gerektiren suçların işlendiğine dair hiçbir kanıt gösteremediğini belirterek, davalıları yargılama sürecinde tahliye etmiş ve 28 Kasım 2018 tarihinde de nihai kararını vererek, yöneltilen suçlamalardan beraatlarına ve iade talebinin reddine karar vermiştir.

Bildiğiniz gibi Adalet Bakanlığı, Türk Ceza Kanunu ve özel ceza yasalarında ne kadar suç türü varsa, bu suçların (darbe, örgüt kurma, casusluk, kumpas-gerçi böyle bir suç da yok ama hükümet yazdı ise vardır demektir- sahtecilik, kara para aklamak, dolandırıcılık, yalan beyan, şantaj, telefon dinlemek, özel veri toplamak, vd.) sanıklarca işlendiğini iddia etmek suretiyle, İngiltere’den iade talebinde bulunmuştu.

Bakanlık ayrıca verdiği 87 sayfalık talep dilekçesinde, davalılar hakkındaki taleplerinin politik hedef gütmediğini, her bir davalıya AİHS 3. madde ile uyumlu hapishane koşulları sağlanacağını, 6. maddeye uygun olarak adil yargılanacaklarını ve hiçbirinin önyargı veya ayrımcılığa maruz kalmayacağını beyan etmişti.

Bu kadar ciddi suçlamalar karşısında normal bir ülkeden, elle tutulur, hukuken yeterli bir delil ibrazının beklenilmesi doğaldır. Hele ki bu talep, Avrupa Konseyi üyesi bir ülke tarafından, resmi olarak İngiltere gibi bir ülkeye yöneltilmişse! Ancak karar içeriğinden böyle bir delil sunumunun sağlanamadığını ve hatta karardan sonra mahkemeyi yanıltmaya yönelik sahte bir belgenin bile ibraz edildiğini anlıyoruz.

Mahkeme hâkimi, yargılama sırasında iddia edilen tüm suçlamalar için Bakanlık yetkililerini ve bunun karşısında davalıların savunmasını dinlemiş ve gerekçeli kararın “mevcut taleplerle ilgili olgusal ayrıntılar” başlığı altında öncelikle şu tespitte bulunmuştur:

“Türkiye, bu üç davalının FETÖ örgütü üst düzey yöneticileri olduklarını ve buna bağlı olarak Haziran 2016’ya kadar Hareket içinde nezaretleri altındakilere ‘FETÖ’ amaçlarına ulaşmak için belli suçları işlemeleri talimatı verdiklerini, …dolayısıyla … işlenen ya da teşebbüs edilen suçlar için ‘örgüt çerçevesi içinde’ sorumlu tutulmaları gerektiğini iddia etmektedir.

16 Haziran 2016’da Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi FETÖ’nün illegal Silahlı Terör Örgütü kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Temmuz 2016’da yüzlerce Türk vatandaşının öldüğü ve binlercesinin yaralandığı başarısız bir darbe olduğu belirtilmiştir. Söz konusu Temmuz 2016 olayları bu mahkemeye sunulan taleplerde bu davalıların önüne konulmamıştır.

İngiliz Mahkemesi, burada sanıklar için bir suç tarihi belirleme çabası içerisine girmiştir. Darbe olaylarına ilişkin sanıkların bağlantılarını ortaya koyan bir kanıtın Hükümetçe mahkeme önüne konulmadığını tespit etmiştir.

Öte yandan her ne kadar bu Hareketin devletin resmi ve yetkili makamlarınca “silahlı bir terör örgütü” olduğu ilk kez zikredilmiş ve kamuoyunda duyulmuş ise de, ilk derece mahkemesinin kararının kesinleşmesi Temmuz 2017 tarihine aittir.

Ayrıca 16 Haziran 2016 tarihine kadar, harekete ait olduğu iddia edilen kurumların (banka, kolej, dernek, sendika vb) birçoğu, bu tarihten 2-3 ay sonrasına kadar devletin resmi izni ve denetimi ile varlığını devam ettirmiştir.

Dolayısıyla İngiliz Mahkemesi önüne “suç delili” olarak davalıların en azından bu tarihten sonraki faaliyetleri ortaya konulmalıydı. Ancak hem Türkiye’de devam eden yargılamalardan hem de mahkemelerce “suç” kabul edilen unsurlardan böyle olmadığını, sınırsız şekilde geçmişe doğru gidilebildiğini görmekteyiz.

Mahkeme hâkimi, olaya ilişkin olarak tanık beyanlarına da başvurmuştur. Örneğin savunma tanığı olarak dinlenen Prof. Sir Jeffrey Jowell’in özgeçmişi hakkında şu bilgiler kayda geçirilmiştir: “Venedik Komisyonu eski üyesi, Hukukun Egemenliği için Bingham Centre eski başkanı, Ocak 2015’te hazırlanan ve Temmuz 2015’te yayınlanan Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü ile ilgili kapsamlı Rapor’un çok seçkin yazarlarından biri olan Prof. Jowell, University College London’da Hukuk Profesörüdür. 2001’de İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukukun Egemenliği’ne hizmetlerinden ötürü kendisine Şövalye nişanı verilmiştir.”

Mahkeme, kararın gerekçesinde tanık beyanlarına istinaden şu tespitlerde bulunmuştur:

“Prof. Jowell Türkiye’de Aralık 2013 ve sonrasında meydana gelen, bu mahkemenin göz önüne alması gereken konularla ilgili olan, önemli olaylar dizini anlatmıştır. Prof. Jowell, zarar verici rüşvet suçlamalarının başlayacağı korkusuyla Türk hükümetinin, bu aramaların devlet içinde ‘paralel yapı’ olarak adlandırılan Fethullah Gülen’in taraftarları tarafından ‘adli bir darbe’nin bir parçası olarak yapıldığını öne sürdüğünü söylemektedir. Sayın Erdoğan, FETÖ Hareketini bir terör örgütü olarak ilan etmiş ve bütün üyelerini bulup ‘mahvedeceğini’ söylemiştir. Sonrasında Türkiye’de adli uygulamaların bazı yönlerine acilen önemli değişiklikler getirildi.

Prof. Jowell’a göre, bu gelişmelerin ardından Türk yetkililer tarafından olağandışı baskılar başlatıldı. O günden bu yana yaklaşık 40,000 polis, devlet memuru, hakim ve savcı Gülen hareketine sözde destekleri ve/veya bağlantıları olduğu gerekçesi ile ya görevlerinden alındı ya da görev yerleri değiştirildi. Prof. Jowell, önde gelen bir Türk anayasa hukukçusunun, hükümetin bu adımlarının genel olarak ‘yolsuzluk suçlamalarını örtbas etmek için devam eden adli soruşturmaya müdahale çabası’ şeklinde değerlendirdiğini ifade etti. Kanımca, Prof. Jowell yakın zamanda Türkiye’ye gitmemiş olmasına rağmen güvenilir ve ikna edici bir tanık. Oldukça detaylı bir araştırma yaptığı konusunda tatmin oldum ve Prof Jowell’ın belirttiği gibi; Türk Hükümeti’nin yaptığı bu talebin,

    – Siyasi nedenlere dayanan bir talep olduğu konusunda somut delil bulunduğu,

    – Davalıların siyasi görüşleri nedeniyle çok olumsuz cezaevi şartlarına maruz kalma ihtimalinin kuvvetli risk taşıdığı,

       – Davalıların Türkiye’ye iade edilmeleri halinde gözaltında önyargılı/ayrımcı muameleye maruz kalacağı konularında ikna oldum.”

Tanık anlatımları, hükümetin iddiaları, sanık savunmaları ve mahkeme gerekçesi incelendiğinde;

Yöneltilen tüm suçlamaların, darbe teşebbüsü öncesi hükümet izin ve ruhsatına tabi legal faaliyetlere yönelik olduğu ve darbe girişimden sonra hükümetin çıkardığı yasalar ve keyfi idari uygulamalar ile geçmişteki bu hukuki eylemleri suç olarak değerlendirdiği anlaşılmaktadır.

Nitekim İngiliz mahkemesi de tıpkı BM, AK ve İHD organları gibi bu kanaate vararak, geçmişte suç olmayan (ve aslında halen de suç olmayan) eylemlerden sanıkların sorumlu tutulmasının kabul edilemeyeceğini ve üstelik iddialar ile ilgili olarak ikna edici kanıtların da gösterilmediğini, Temmuz 2016 olaylarının, mahkemeye sunulan taleplerde davalıların önüne konulamadığını belirtmiştir.

Mahkeme, Prof. Jowell’in; sanıkların, iadelerinin akabinde kötü muamele görecekleri, adil yargılanamayacakları, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün mevcut durumdaki olumsuzluğu yönündeki görüşlerine katılmıştır. Mahkeme, Gülen Hareketinin üst sıralarını oluşturduğu söylenen kişilere karşı Türkiye’de düşmanca bir atmosfer olduğunu da kabul etmiştir.

Mahkemenin işaret ettiği çok önemli diğer bir husus ise, Türkiye’deki ceza yargılamalarının adil olduğuna ilişkin verilmiş herhangi bir örnek karar bulunmadığıdır.

Bu arada Adalet Bakanı’nın, “Hiçbir ülke, FETÖ’yü terör örgütü kabul edip iade talebimizi olumlu karşılamadı.” demesi de hukuksuzluğun açık itirafıdır. Bu da şunu gösteriyor ki, Türkiye’de iktidar ve uzantıları oluşturdukları sahte darbe girişiminden Cemaati sorumlu tutsa da, o kadar sahte belge, rüşvet ve baskılara rağmen dünyada kimse buna inanmıyor.

Kısaca bu karar ile bir kere daha ortaya çıktı ki, Türkiye’de keyfi suçlamalarla insanlara zulüm yapılmaktadır. Gülen’in iadesi için ABD’ye gönderilen dosyalarda, İpek ve diğerlerinin iadesi için İngiltere’ye gönderilen belgelerde, BM, İHD ve AK kurumları nezdindeki dosya ve raporlarda yapılan savunmalarda Hükümetin haklılığını ortaya koyan tek bir örnek bile yok. İngiliz Mahkemesi de buna dikkat çekmiştir. Bakalım uluslararası alanda ülkeyi daha ne kadar rezil edip kendi yolsuz ve hukuksuz ömürlerini uzatacaklardır.

Gelecek yazımızda, bu davaya konulan Adalet Bakanlığının sahte belgesini ele alacağız.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin