İnanan bir insan düşse ye’se…

BABACANLAR | BEKİR SALİM

Birkaç haftadır yetiştirmek zorunda olduğum yağlıboya resimlerle uğraştığım için yazı yazamıyordum. Ne yapalım; ekmek parası… Aslında, yazdıklarımın çok da kayda değer şeyler olmadığını, bu süreçte bir fayda sağlamadığını düşünerek kendi kendimi kilitlediğimi söylesem, o da tembelliğime ya da kabz hâlime bir bahane…

Öyle hadiseler yaşanıyor ki, en dehşetli korku, şiddet filmlerinde bile benzerine rastlanılması neredeyse imkânsız… Eziyetin, işkencenin, cinayetin bin bir çeşidi… Hamile bir kadını çocuğuyla beraber ölüme terk etmek, şeytan da dahil, hangi psikopat senaristin aklına gelebilir ki! İnsanın nutku tutuluyor…

Büyük bir soykırım yaşanıyor… Tâ ciğerimde hissediyorum… Kendime de çok kızıyorum… Yıllarca Kürt kardeşlerimize yapılan işkenceleri, eziyetleri, soykırımı ancak başıma gelince anlayabildim. Ahmet Kaya’nın feryadı yeni yeni yüreğimi yakmaya başladı… Vakıa, ömrüm boyunca Kürt, Türk, Laz, Çerkez demeden herkesi sevdim, ama, hâllerini, dertlerini anlayamadan, paylaşamadan sevmişim…

Keşke Ahmet Şık’a, daha basılmayan kitabından dolayı zulmedildiğinde bir iki kelâm edebilseymişim… Çok insanî, çok şık olurmuş…

Doğup büyüdüğüm çevrede “Ermeni” ifadesi hakaret anlamında kullanılırdı. Hiç unutmuyorum; İstanbul’a ilk gittiğimde, daha on yaşında, Ermeni bir kuyumcu görmüştüm. “Amca senin ağzın, burnun, kulakların da aynı bizimki gibi, insanlara benziyorsun sen…” demiştim. Adam olgunmuş; tebessüm emişti… Alvarlı Efe Hz.’lerinin neredeyse her nefes alış verişte, “Ya Rab, bizi insan eyle!” diye dua etmesinin sırrını, az bir şey olsun, hissedenlerden olsaymışım keşke… Şimdi, devletin ve üç beş cahil, hırsız, yolsuz, iktidar zebunu hırslı yöneticinin yaptığı zulümlere bakınca 1915 olaylarını hiçbir şekilde, hiçbir yerde savunacak güç bulamıyorum kendimde… O zaman da üç tane cahil muhterisin elindeydi devlet…

Dönüp baktığımızda, bir arpa boyu yol gitmediğimiz anlaşılıyor. Ülke bir hapishaneden farksız… Herkes korku içinde… Kimsenin kimseye güveni, sevgisi, saygısı yok… Yaşamak çok zor… Elimiz, kolumuz bağlı… Allah dilimizi, gönlümüzü bağlamasın… Dua en büyük silâhımız ve gücümüz… Necip Fâzıl diyor ya:

“Gel gör, kaç füzeye denk, bir müminin duası…”

Geceleri uyanıp, elleri semaya kaldırarak her şeyin sahibine iltica etmekten, gözyaşları içinde, “Ya Râb! Âlem bizi hep iğfal etti, kandırdı… Biz de geldik senin kapının tokmağına dokunuyoruz.   Senden gayri kimsemiz yok! Lütfedersen, kapını bize açarsan derdimizi sana şerh etmek istiyoruz!” demekten başka bir çare gözükmüyor… Keşke bunu ciğerimiz yana yana, samimiyetle yapabilsek… “İhtimal, o vakit, ceyhûn ettiğimiz gözyaşları bir Nevbaharın neşv ü nemâ bulmasına, her güzelliğin yemyeşil zümrüt hâlinde arz-ı dîdâr etmesine vesile olacaktır…”

Her şeye rağmen ümidimizi kavi tutalım; bir yaprağın dahi düşüşünü iradesinde tutan bir Zât var. Başımıza gelenleri ancak O’nun iradesi dahilinde yapabilir bu zalimler… O halde O’nun muradı baş-göz üstüne… “O Hakîmdir; abes iş yapmaz.” Vardır bir bildiği… Az daha dişimizi sıkalım. Hangi kış bitmemiş ki! Hangi gece sona ermemiş, yerini gündüze terk etmemiş ki! Âşık Reyhanî diyor ya:

Sakın dağlar gibi yüceyim deme,
Zaman gelir etrafında kar olur.
Kış gelir, yaz gelmez diye gam yeme,
Her kışın sonunda bir bahar olur.

 

Dağ odur ki, üzerinde kar ola,
Bülbül odur, ötüşünde zar ola,
Dost odur ki, dar gününde yar ola,
Geniş günde düşman bile yar olur.

 

Reyhanî, eylik(iyilik) yap o kalır destan,
Bir günde toprağı verirler üsten,
Varlığın kefendir, evin kabristan
Nöbetçin iki taş bir mezar olur.

Öyle ya, her kışın sonunda bir bahar olur derken Reyhanî aslında kendi diliyle İnşirâh Süresi 5 nci âyetinin meâlini veriyor:

“Elbette, zorluğun yanında bir kolaylık vardır.”

Ya da Sekîne Duasında on dokuz kere tekrarladığımız Talâk Suresi 7nci Âyet:

“Allah sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.”

Ben de, Hocamızın bir Bamteli’ni bitirirken kullandığı bir mısradan mülhem doğaçlama bir şiir söylemiştim; onunla bitireyim:

GÜN DOĞMADAN NELER DOĞAR…

 

İnanan bir insan düşmez yeise,

Gün doğmadan neler doğar demişler.

Dünyanın işleri değer mi bahse?

Gün doğmadan neler doğar demişler.

 

Sabır ateşinde yanmayan pişmez.

Her şeyin vakti var, dakika şaşmaz.

O emir vermeden bir yaprak düşmez;

Gün doğmadan neler doğar demişler.

 

Ellerini kaldır Hakiki Yâr’e,

Yaslan gecelere, kalma avare.

O’nun ikliminde tükenmez çare;

Gün doğmadan neler doğar demişler.

 

Kaderin payını sakın unutma.

İmtihan sırrını yabana atma.

“Bu da geçer yahu!” şikâyet etme;

Gün doğmadan neler doğar demişler.

 

Âşık Salim der ki, olacak olur.

Adalet mutlaka yerini bulur.

Ne hayırlı, ne şer? Bir Allah bilir.

Gün doğmadan neler doğar demişler.

 

Evet, ye’se düşmek yok… Duaya, hem kavli hem fiili duaya devam…

“Ya Râb bizi insan eyle! Bu zalimlerin elinden hepimizi kurtar Allah’ım!”

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Siz ne kadar meşgul olsanız da yazınız lütfen. Resimlerinizi veya kültürel anlamda okurlarınıza ulaşabilecek ne kadar konu varsa onları da bizimle paylaşın.Bir resme nasıl bakılır ? sorusuyla başlayın hatta sanat yazılarınıza .Bir resim sadece renklerden ibaret değil .Resmin görünür manada anlattığı ve bazı detaylara bakabilmeyi biliyorsak anlattığı başka konularda vardır.Biliyorsunuz kültür -sanat bölümünde oldukça yetiştirici yazıları olan yazarlar vardı, gerçi şimdiki şartlarda hiç kimse kültür ve sanat yazıları yazmak istemeyebilir lakin bazı acılara sanatla katlanılıyor.Yoksa gittikçe grileşen yazıları görmekten bunalıyor insan. Edebiyattaki birçok akım resimde olan akımlar yani edebiyat sanki kelimelerle yapılan bir tablo.Kültür ve sanat yazıları hiç olmazsa biraz nefes aldırıyor okurlara.

    saygı ve sevgiler

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin