İki gemi, üç adam ve felaket

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Babıali Baskını ile iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki, Balkan Harbindeki mağlubiyet sonrasında “değerli yalnızlığın” ne kadar tehlikeli olduğunu anlayarak bu duruma son vermek için ittifak girişimlerinde bulundu. Ancak İngiltere, Fransa, Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan’a ittifak edildiyse de olumlu bir cevap alınamadı.

İttifak teşebbüslerine Almanya’nın cevabı da farklı değildi. Almanlar da Osmanlı Devleti ile ittifakın faydadan çok zarar getireceğini düşünüyorlardı. Alman Genelkurmayı, Osmanlı Devleti’ni askeri yönden “sıfır” olarak görüyor ve artık “hasta adam” yerine “ölü adam” denilmesi gerektiğini ifade ediyordu.

Osmanlı devlet adamlarının en büyük korkusu ise Rus tehdidiydi. Kazım Karabekir başta olmak üzere o döneme ait kaleme alınan hatıratlarda bu endişe açık olarak görülmekte ve bu tehdide karşı koyabilmek için müttefik bir devlete ihtiyaç olduğu ifade edilmektedir. Bu devlet de ancak Almanya olabilirdi.

ALMANLARLA GİZLİ ANTLAŞMA

Almanlar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin teklifini kabul ederek gizli bir ittifak antlaşması yaptılar. Bu antlaşmadan sadece Padişah Mehmet Reşat, Sadrazam Said Halim Paşa, Enver, Talat Paşalarla Halil Menteşe’nin bilgisi olmuş, antlaşma Bakanlar Kurulu’na ancak Ekim ayında getirilmiştir.

İngilizlerin Osmanlı gemilerine el koymasından bir gün sonra yani 2 Ağustos 1914’de yapılan bu antlaşmaya göre, Almanya savaşa girerse Osmanlı Devleti de savaşa dâhil olacaktı.

İngilizlerin parası ödenen gemilere el koymasıyla Osmanlı Devleti’nin safı belli olmuş ve kamuoyunda İngiliz aleyhtarlığı iyice artmıştı. Ancak genel kanaat, hemen savaşa girilmeyeceği yönündeydi.

GOBEN VE BRESLAU

Osmanlı Genelkurmayı, 2 Ağustos 1914’de genel seferberlik ilanına rağmen hazırlıklar tamamlanmadan savaşa girilmemesinden yanaydı ve Hükümetin de büyük bir bölümü aynı düşüncedeydi. Almanlar ise Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girmesini istiyorlardı.

Bu sırada Almanya’nın Amiral Souchon komutasındaki Akdeniz donanması; İngiliz ve Fransızların Almanlara karşı savaşa girmesiyle zor durumda kalmıştı. Souchon, Türk-Alman gizli antlaşmasından sonra aldığı emir doğrultusunda İstanbul’a doğru harekete geçti. Ancak gemilerin önce Messina’ya giderek kömür alması gerekiyordu.

Gemiler Messina’ya dönerken İngiliz gemilerini atlatarak kömür almayı başarıp yollarına devam ettiler. Alman gemileri, bugün bile hala anlaşılamayan bir şekilde kömürü bir İngiliz şirketinden almışlar ve İngiliz gemilerinin müdahalesinden kurtulabilmişlerdi. İngilizler bunu emirlerdeki yanlış anlaşılmayla açıklasalar da bu açıklamanın yeterli olmadığı açıktır.

Gemiler yollarına devam ederek Çanakkale’ye ulaştılar ve İngilizlerin tepkisine rağmen Enver Paşa’nın izniyle Boğazlara girerek İstanbul’a geldiler. İki geminin hedefi artık Alman Genelkurmayının isteği doğrultusunda Karadeniz’e çıkmaktı.

BİR OĞLUMUZ OLDU!

Gemilerin Boğaza girişinden Enver Paşa dışında diğer kabine üyelerinin haberi olmamıştı.   Paşa, Goben ve Breslau’un girişini “Bir oğlumuz oldu!” şeklinde ifade etmişse de ortada büyük bir kriz vardı.

İtilaf devletleri Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığı çerçevesinde ya gemilere el koymasını ya da Boğazlardan çıkarmasını istediler. Özellikle Rus limanlarının bombardımanına karşı endişelerini belirterek böyle bir durumun Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla sonuçlanacağını söyleyerek tehdit ettiler.

Hükümet ise sorunu “Türk usulü” bir yöntemle çözdü. Halil Menteşe’nin teklifiyle gemilerin Osmanlı Devleti tarafından satın alınarak mürettebatının da Osmanlı hizmetine girdiği açıklandı.

16 Ağustos’ta gemilere Türk bayrağı çekildi, Alman mürettebat da başlarına “Türk fesi” giydi. Goben’e “Yavuz Sultan Selim”, Breslau’a da “Midilli” adı verildi. Souchon da Osmanlı donanma komutanlığına getirildi.

İttihat ve Terakki Hükümeti böylece bütün dünyanın gözü önünde gemilerin sahibiymiş gibi davranıyordu. Hâlbuki Alman belgelerinde savaş sonuna kadar gemilerin ismi aynen yazılmaya devam etti.

SAVAŞA GİRİŞ

Bundan sonra Alman planı Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girmesiydi. Osmanlı Devleti ise hazırlıklar bitmeden ve bazı tavizler koparmadan savaşa dâhil olmak niyetinde değildi.  Almanlar, Rus limanlarına yapılacak bir saldırıyla Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini planlamışlardı. Ancak Rus belgelerine göre Rusya’nın da bu plandan haberi vardı.

Alman planı Osmanlı devlet adamlarına, yapılacak ani bir baskın sayesinde Osmanlı donanmasının Karadeniz’de üstünlüğü elde edeceği şeklinde izah edilmişti. Enver Paşa buna razı olsa da diğer kabine üyelerinin karşı çıkması nedeniyle savaşa giriş süreci bir oldubittiye getirildi.

Enver Paşa’nın verdiği izin, Alman Genelkurmayı tarafından da onaylanınca donanma Souchon komutasında Karadeniz’e açıldı. 29 Ekim’de kendilerine verilen emirleri yerine getiren gemiler dört Rus limanını topa tutmuş, elli petrol deposu ve birçok tahıl ambarını tahrip etmiş, on dört nakliye gemisini de batırmıştı.

Osmanlı Genelkurmayı ise Osmanlı donanmasının Karadeniz’de saldırıya uğradığını ve karşılık verdiğini açıklıyordu. Elbette bu doğru değildi ve Osmanlı Devleti bir “oldubitti” ile savaşa girmişti. Ruslar da ellerindeki istihbarata rağmen bir önlem almayarak bu süreci kendi menfaatlerine çevireceklerini düşünmüşlerdi.

Osmanlı Devleti, 2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da İngiltere ve 6 Kasım’da da Fransa’nın savaş ilanıyla 1918’e kadar devam edecek Harb-i Umumi’ye dâhil oldu.

MECLİS VE BASIN

İttihatçıları bu kadar rahat hareket ettiren nedenlerin başında Almanlarla ittifak yapıldığı gün Meclisin, beş aylık bir tatile girmiş olması geliyordu. Kendi kontrollerinde de olsa açık olan bir Meclis, İttihatçıların işine gelmiyordu.

Hükümet sonradan kanunlaşmak üzere “kanun-ı muvakkate” çıkarıyor ve parlamentonun denetiminden kurtuluyordu. Tehcir Kanunu bile 1915’de bir “kanun-ı muvakkate” olarak çıkarılmıştı.

İttihatçılar padişah Mehmet Reşat’ı da istedikleri gibi yönlendiriyorlardı. Böylece ülke “üç İttihatçı” liderliğinde savaşa sürüklendi ve savaş sonunda da Ekim 1918’de ülkeyi ilk terk edenler de Enver, Cemal ve Talat Paşalar oldu.

İttihatçılar savaş süresince basını “tek sesli” hale getirdiler. 7 Ağustos 1914’de basına sansür getirildi ve Alman propagandası öne çıktı. Gazetelerde Alman ve Avusturya ordularının kendilerinden iki kat güçlü orduları mağlup ettiğine dair “yalan haberler” yayınlandığı gibi bu ordular “mazlum” gösterilerek bunların yanında yer almanın İslamiyet’in bir gereği olduğu yazıldı.

KONTROL MEKANİZMASI

Almanlar savaş öncesinde Osmanlı ordusuna hiçbir değer vermezken savaşla birlikte cephede yüklerini azaltmak için Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden yana bir politika izlediler. Böylece Ruslar doğuda meşgul edilecek, İngilizler de Mısır’a yapılacak bir harekâta karşı tedbir almak zorunda kalacaklardı. Boğazların özel konumundan dolayı önemli bir mücadele alanı da burası olacaktı.

Savaşın seyrine bakıldığında Osmanlı cephelerinin Alman menfaatleri esas alınarak açıldığı görülmektedir. Enver Paşa başta olmak üzere komuta kademesi en kötü şartlarda bile Almanların savaşı kazanacağını ve bu sayede bütün kayıpların telafi edileceğini düşünmüşlerdir.

İttihatçılar sıkıyönetim ilan ederek bütün muhalefeti susturdukları gibi Meclisi de devre dışı bırakarak istediklerini yapabilecekleri bir ortam hazırladılar.

Bir taraftan ülkeyi felakete sürüklerken diğer taraftan “tehcir” gibi yüz yıl sonra bile dünya gündeminde olan problemler bıraktılar. Bu tür hayati kararlar; Enver, Cemal ve Talat Paşaların başını çektiği dar bir kadro tarafından alınmaktaydı.

Günümüzün “tek adam” rejimi de yüz yıl önce ile benzer özellikleri taşımaktadır. Artık “Yok kanun, yap kanun” temel prensip olmuş, Meclis tamamen devre dışı kalmış, bakanlar birer “emir erine” dönüşmüştür.

Denge ve kontrol mekanizmasının olmadığı sistemlerin ülkeyi felakete sürüklemesi kaçınılmazdır. Şu anda yaşanan ekonomik kriz, bunun en bariz göstergesidir.

Bugün bütün olumsuzlukların arkasında “üst akıl ve dış güçlerin olduğu” propagandası yapılsa da asıl nedenlerin Meclisin Hükümeti denetleyememesi, bağımsız olması gereken Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Merkez Bankası gibi kurumların tek parti organı gibi çalışmalarının olduğu bir realite olarak kabul edilmedikçe daha ağır faturalar ödenmeye devam edecektir.

Kaynakça: S. Kış, “Goben ve Breslau Gerçeği”, ÇATY, S. 22, 2017; N. Alkan, “Alman Kaynaklarına Göre Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Girmesi”, Birinci Dünya Savaşı’nı Anlamak Sempozyumu, İstanbul 2014, T. Öğün, Alfina Sibgatilluna, “Türklerin ve Rusların Gözüyle Karadeniz Baskını ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girişi”, History Studies,  S. 6, 2013.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin