İhbarcı binbaşı demiş ki!

YORUM | BÜLENT KORUCU

15 Temmuz Darbe girişimi üzerindeki esrar perdesi, bütün engellemelere rağmen aralanıyor. Milli İstihbarat Teşkilatına (MİT) giderek darbeyi haber veren binbaşı çok bilinmeyenli denklemin odağındaki kişilerden. Savcılık onun ve ihbarı yaptığı MİT görevlilerinin ifadesini alamadı.

Nizamiyede görevli olup yaralanan üç MİT mensubu müşteki olarak dosyaya girdi. Onların söyleyebileceklerini zaten herkes canlı yayında seyretti. TBMM Araştırma Komisyonu da havanda su dövüp gerçek tanıkları dinleyemeden dağıtıldı. İhbarcı subay, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan yalın gerçeği öğrenebileceğimiz en önemli tanıklar. Gelin görün ki bir el onların konuşturulmasını ısrarla engelliyor.

Bir Avrupalıya anlayabilecekleri bir örnek üzerinden anlatalım. Darbeden bir gün önce Fransa’da TIR’la kalabalığa dalan terörist, 10’u çocuk olmak üzere 84 kişiyi katletti. Bir tanığın saldırıyı altı saat önceden polis şefine ve TIR’ın sahibine haber verdiğini; buna rağmen engellenemediğini düşünün. Olay sonrasında, polis şefinin, TIR sahibinin ve tanığın hiçbir şekilde kamuoyuna açıklama yapmak zorunda kalmadığını, mahkeme ve komisyondan kaçırıldığını farz edin. Ne saçma bir senaryo değil mi? Türkiye’de ise gerçeğin ta kendisi.

BAŞARILI DARBE BÖYLE OLUR!

15 Temmuz gecesi çoğunluğu sivil 249 şehit oldu. Güya darbe başarısız oldu ama gerçekleşseydi ne yaşanacaktıysa eksiksiz hayata geçti. Rejimin adı olağanüstü hal, parlamento sembolik bir aparata dönüştü. Yargı, aynı zamanda iktidar partisinin genel başkanı olan cumhurbaşkanına zimmetlendi. Akademi ve medyada farklı sesler susturuldu. Meclisteki üçüncü büyük parti HDP’nin genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları hapiste. Giyotinin ana muhalefet CHP’nin başına inmesi sürpriz olmayacak. En büyük suç 15 Temmuz’la ilgili dayatılan senaryoyu zayıflatacak bilgileri paylaşmak. Sözcü gazetesine tam 10 ay önce yayınladığı bir haber bahane edilerek operasyon yapıldı. Sözcü’nün yüzlerce ‘FETÖ’ haberinin arasına karışan gerçekler birilerini ürkütüyor belli ki.

Asıl konumuz bu değil. İki gündür sürpriz biçimde ihbarcı binbaşının ‘ifadeleri’ medyada dolaşıyor. Tanık, sanık ya da müşteki bile olmadığı için ifade demek zor. Bilgi sahibi kişi olarak bilgisine başvurulmuş. Önce ihraç edilmişti, geri alınmış. Meclis Komisyonu başkanvekili güvenlik amacıyla cezaevinde olduğunu açıklamıştı. Demek ki bir müddet tutuklu da kaldı. MİT’te işe başlaması rastgele bir tercih değil, milletvekillerinden bile daha dokunulmaz bir alan. ‘Nerede ve neden konuşmuyor’ şeklinde yoğunlaşan kamuoyu baskısını hafifletmek ve dünyada alıcısı artan ‘kontrollü darbe’ tezine cevap olsun diye konuşturuldu. Hangi şartlarda alındığı ve kaç elekten geçerek bize ulaştığını bilmiyoruz. Buna rağmen birçok karanlık noktayı aydınlatan bir metin.

En başta darbenin haber alındığı saati iki saat daha geri çekiyor, 14:30’da MİT’te haber verdiğini belirtiyor. 7 Şubat’ta ifadeye çağrıldığında soluğu başbakanlıkta alan Hakan Fidan, darbe ihbarını öğreniyor ve ne başbakanı ne de cumhurbaşkanını bilgilendiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan eniştesinden öğreniyor. Fidan, darbeye karşı direnecek kolluk güçlerine de haber vermiyor. İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya, 23’te telefon açıyor. Jandarma Genel Komutanı ve Emniyet Genel Müdürü, Genelkurmay’daki çatışma sesleriyle olaya dikkat kesiliyor.

NE SALAK CEMAATMİŞ(!)

İhbarcı subayın bilgi notu, darbeye müdahaledeki gecikmeye bahane arayanların ‘Bu bir darbe ihbarı değildi’ tezini de çürütüyor. “YAŞ öncesinde bir darbe faaliyeti olabileceğini söyledim.” sözleri kaçacak alan bırakmıyor. “Darbeyi Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi yaptı” iddiasını güçlendirsin diye konuşturuldunuz belli oluyor. Herkesin bildiği Altunizade’ye o da gitmiş ama Gülen’le tek kelime konuşmamış! İspat yok. Aksine senaryonun Cemaat ayağını boşluğa düşürecek ifadeleri var.

Şöyle ki: Askeriyeye Cemaatçi olarak girdiğini öne sürüyor. Lakin 2014’te rest çekerek ayrıldığını savunuyor. Hem de öyle böyle değil; “Siz Cemaat değil, istihbarat örgütü müsünüz? Kime hizmet ediyorsunuz?” diyerek kapıyı çarpıp çıkmış! Şu sözler ona ait:

“2014’ten sonra bunların korkutucu güçlerinin kalmadığını düşündüm ve koptum. Beni ısrarla toplantılarına davet etmelerine rağmen gitmedim. 2015’te bana Amerika kursu çıktı. Sanırım beni tekrar kazanmak amacıyla bu kursu ayarladılar. 2016’da tekrar kurs çıktı ancak beni tekrar kazanmak amacıyla hareket ediyorlar düşüncesiyle gitmedim. Bir gün beni aradılar ve ‘buluşalım’ dediler. Optimum’un orada buluştuk ve gelen kişilere ‘ben gelmeyeceğim, görüşmek istemiyorum. Siz artık Cemaat değilsiniz, istihbarat örgütü müsünüz? ‘Hizmet’ diyorsunuz, kime hizmet ediyorsunuz?’ dedim. Konuştuğum kişi hiçbir şey diyemedi, suçlu olduğunu biliyordu.”

Cemaat o kadar salak ki; üç yıl önce çekip giden ve kendilerine hain gözüyle bakan; yurt dışı kurs gibi cazip tekliflerle bile aklını çelemediği bir adama darbede en önemli görevi veriyor. Senaryonun şu kısmı Cemaat sosunu göze sokmak için; “10.30’da Binbaşı Deniz Aldemir’in arabasıyla alay komutanına gitmek üzere bindik. ‘Telefonunu kapat’ dedi ve radyoyu açtı, radyonun sesini yükseltti. Daha sonra ‘Ben senin hizmetten olduğunu biliyorum ama uzatmayacağım, bu gece faaliyetimiz olacak. Mesela ben Cooger helikopteriyle Hakan Fidan’ı alacağım, sen de Murat Bolat’la uçacaksın. Çok kan akacak’ dedi. ‘Senin hizmetten olduğunu biliyorum’ deyince vatan aleyhine bir şey yapılacağını anladım.”

Bu görevlendirmenin absürtlüğü ve senaryoya oturmayışını ihbarcı binbaşı da fark etmiş, şöyle düzeltmeye çalışıyor: “Ben Skorsky helikopter kullanıyorum. Ankara içerisinde bu helikopteri kullanan 100’e yakın pilot vardır. Beni bu önemli görev için niye seçtiler onu bir türlü anlamış değilim. Kendilerinden olduklarını düşündüğüm personelin bir kısmını çağırmamışlar. Kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum.”

Cemaatçi diye suçlanan, ihraç edilip tutuklanan subayların darbeye katılamamış olması sadece onun sorunu değil. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi isimlerin iddianamesini hazırlayan savcı da aynı dertten muzdarip. O da kendince 47 ‘FETÖCÜ’ subay tespit etmiş ama sadece iki tanesinin darbeye katıldığını öne sürüyor. Ona göre Cemaat geri kalanları diğer darbeye saklamış. İnsan aklıyla alay eden tezler ama kimse cesaret edip ‘bir dakika, böyle şey olur mu?’ diyemiyor.

Böylesine korunaklı bir metinde bu kadar gerçek ortaya saçılıyor. İhbarcı subay, tanık sandalyesinde 30 saniyede darmadağın olur ve senaryoyu çökertir. Mahkemelerden kaçırmaları boşuna değil…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Bülent Bey elinize sağlık enfez bir analiz yapmışsınız. İhbarcı binbaşının iftiralarını dün okuduğumda ben de yazdıklarınızın aynısını düşünmüştüm. Mutlaka yazarsınız diye gazetenizi dün kontrol ettim yazı yoktu, bugün yazmışsınız teşekkürler.

    Tamamen kopuk ve çelişkili iftralarla süreci götürüyorlar. En büyük pay saray medyasında tabi. Bu konuda yaptığım bazı tespitleri aşağıya ekledim.

    Son dönemde hazırlanan bir iddianamede, Cemaate mensup 47 Albay’dan sadece 2’sinin darbeye katıldığı belirtilmiş:

    İstanbul C. Başsavcılığı’nın 2017 yılı Nisan ayında hazırladığı bir iddianamede, Cemaat’e Mensup 47 Albay’dan sadece ikisinin darbeye katıldığı, diğerlerinin katılmadığı ve bu 47 Albayın isimlerinin de bahsi geçen atama listelerinde yer almadığı belirtiliyor.

    O iki albayın da gerçekten Cemaat’le bağlantılı olup olmadığı ayrı bir konu tabi. Ancak, İstanbul savcısı, ‘FETÖ DARBESİ İMAJI’ na halel gelmemesi için (ve muhtemelen de koltuğunu kaybetmemek için), bu somut tespitini bayağı bir eğip bükmüş ve büyük bir fikri buluşa imza atmış.
    Savcıya göre ‘FETÖ’ ikinci bir darbe planlıyormuş o yüzden askerlerinin bir kısmını yedekte tutmuş. Ancak, savcı, iddianameye ikinci darbe iddiasını destekleyecek ‘hayal ürünleri’ dışında, somut verileri koymayı unutmuş!
    Savcıya, ‘İkinci darbe iddialarının dayanağını göster’ deseniz herhalde Cem Yılmaz’ın meşhur repliğinde olduğu gibi ‘Gösteremem çünkü üzerinde oturuyorum’ diyecektir.
    Bu noktada savcıya birkaç sorum olacak ama önce açık kaynaklarda yer alan somut bir veriyi paylaşmak istiyorum:

    Kontrollü darbe teşebbüsünün insan gücü kaç kişiden oluşuyordu?
    Genelkurmay, kontrollü darbe teşebbüsüne katılan toplam asker (er-erbaş-subay-astsubay dahil) sayısını 8.600 kişi olarak açıklamıştı. Ancak Darbeye fiilen katıldığı için sahada yakalanan ve gözaltına alınan asker sayısı 16 Temmuz günü 2.833 tür. Hadi, olay yerinden uzaklaşmış olup güvenlik kamerası kayıtları vb. kullanarak sonradan tespit edilip yakalanmış 1.000 kişi daha olduğunu varsayalım.
    Halk ve polis sahadaki darbecileri kuşatıp yakaladığı için ilk etapta yakalanmayıp sonradan yakalanan darbeci asker sayısının 1000’i geçeceğini zannetmiyorum. Yani darbecilerin askeri gücü 4.000 kişi civarındaydı.
    Zaten Genelkurmay’ın darbecilerin kullandığı hafif silah sayısı olarak verdiği 3.992 rakamı da bu 4.000 kişilik personel sayısını doğruluyor. Ayrıca bu personelin de önemli bir kısmı da, nereye gittiğini dahi bilmeyen erlerden oluşuyor.
    Savcılara sorularım şunlar:

    Düşünün ki darbe gibi, geri dönüşü olmayan, çok tehlikeli ve başarısızlık durumunda zillet içinde ömür boyu hapis yatacağınız bir işe kalkışıyorsunuz ama asker kaynağınızın yüzde onunu bile kullanmıyorsunuz. Mantıklı mı? Başarısız olduğunuzda zaten kalan adamlarınızın da çorap söküğü gibi deşifre edilip tutuklanacağını düşünmez misiniz?

    Ayrıca bu kadar çok adamı yedekte tutup, çoğu nereye gittiğini dahi bilmeyen erlerden oluşan 4 bin askerle darbe yapmaya kalkar mısınız?
    Diğer yandan, İstanbul savcısının yaklaşımına göre darbeye katılmayan tüm askerleri de darbenin yedek gücü sayıp tutuklayabilirsiniz. İş, imzasız bir ihbara, işkence altında alınan bir ifadede isminizin geçmesine veya fişleme listelerinde yer almanıza bakar.
    Aslına bakarsanız uygulama da aynen böyle oluyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin