Bu hesapçılıkla muhalefetin alabileceği bir yol yok

ANALİZ | KEMAL AY

2019’a giden yolda Erdoğan’ın rakibinin kim olacağı tartışması alttan alta sürüyor. Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinden de görülebileceği gibi beklentilerin altında kalacak bir aday, Erdoğan’a şimdiden ikinci bir dönemi hediye edecektir. Muhalefet tek parça olmadığı için birden fazla aday çıkacağını öngörmek mümkün. Ancak ‘en popüler’ muhalefet partisi CHP’nin şimdiden genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hazırladığını söyleyebiliriz. Nitekim Adalet Yürüyüşü’nden hemen sonra Kılıçdaroğlu’nun bazı sivil toplum kuruluşlarınca Nobel’e aday gösterildiğinin medyaya duyurulması bunun işareti. (Türkiye’de siyaset atmosferini zehirleyen böylesi yardakçılar, her partide mevcut maalesef.)

ACEMİ MUHALEFET İKTİDARI ZORLAYAMAZ

Ancak CHP’nin bu ‘acemi’ hâlleri, ülkedeki en büyük problemlerin başında geliyor. Kadrolarındaki yetersizlikten mi, ideolojik körlükten mi, yoksa çok parçalı bir koalisyon olmanın getirdiği bir ‘fren mekanizmasından’ mı, bilemiyorum bir türlü istenen ölçüde güçlü bir muhalefet ortaya koyamıyor. Ben buna, müsaadenizle, ‘hesapçılık’ diyeceğim. Şark kurnazlığı sadece AKP’lilerin uhdesinde olan bir kötü haslet değil. CHP de, en az AKP kadar ‘şark kurnazı’ hamleler yapmaya hevesli fakat bulunduğu konum sebebiyle bu hamleler sırıtıyor. Ana muhalefet partisi olmasının yanı sıra, içinde bulunduğumuz bu zorlu şartlarda Kemal Kılıçdaroğlu ve partisinden çok şey bekleniyor. Ancak parti içindeki bireysel çabalar dışında, bu ‘hesapçılık’ yüzünden topluma büyük şeyler vaat edecek bir politika belirlenemiyor.

En son Adalet Yürüyüşü, bu yönde beklentileri yükseltmişti. Ankara’dan başlayıp Maltepe’de son bulan ve yürüyüş boyunca katılımcıların hikâyeleriyle büyüyen bu eylem sırasında Kılıçdaroğlu, ‘sokaksa sokak’ gibi iddialı bir laf etti. Erdoğan bu blöfü gördü ve el yükseltti: ‘Adalet pankartlarıyla dolaşmak adaleti getirmez. Yarın yargı sizi de davet ederse şaşırmayın.’ Mesele de burada kaldı aslına bakarsanız. Adalet Yürüyüşü, ilgi çekici bir mitingle son bulurken adaletin nasıl sağlanacağı konusunda bir yol haritası sunamadı. Bir politika ya da muhalefet biçimi de geliştiremedi. Yalnızca, bir ‘ses’ oldu. Hakkını verelim Kılıçdaroğlu bu sesin ‘kapsayıcı’ olması için elinden geldiğince çalıştı ama CHP’nin ‘parçalı yapısı’ yine karşısına defans olarak çıktı. Bir kısım ulusalcı, HDP’lilerin de yürüyüşe katılmasından rahatsız oldu. Bir kısmı, ‘FETÖ’cülerin hakkını savunmayı reddetti.

ÇARPIKLIKLAR TOPLUMUN TAMAMINA SESLENMEYİ ENGELLİYOR

Hesapçılık dediğim husus burada devreye giriyor işte. CHP içindeki kavgalar burada düğümleniyor. Bir yanda Sezgin Tanrıkulu, Mehmet Bekraoğlu ve Mahmut Tanal gibi ‘her kesime sahip çıkalım’ düsturuna göre hareket edenler var. Bu isimler CHP’nin ‘ulusalcı’ ekibinden olmadıkları için parti içinde çoğu zaman itirazla karşılaşıyor. Diğer yanda Tuncay Özkan, Dursun Çiçek, Mustafa Balbay gibi ‘çekirdekten ulusalcı’ bir ekip var. Sık sık devreye girip CHP’yi belli bir hizada tutmaya uğraşıyorlar.

15 Temmuz ve etrafında örgülenen ‘hukukî süreç’ (ne kadar hukukî denebilir bilemiyorum ama) parti içindeki bu bölünmüşlüğü daha net görmemizi sağlıyor. Üstelik sadece CHP içinde değil, CHP’nin hinterlandı sayılabilecek toplum kesimlerinde de var aynı ‘hesapçılık’. Bir yandan 15 Temmuz’un bir ‘kontrollü darbe’ olduğunu savunuyorlar ama diğer yandan 15 Temmuz’u Cemaat’e fatura edip AKP’nin Cemaat’e yaptığı bütün ‘yok etme’ girişimlerinin geri döndürülmemesi için çabalıyorlar. Cemaat’in bu sürecin ‘mağduru’ sıfatıyla yarın bir gün toplumda yeniden kabul edilir konuma gelmesini, eskisi gibi kurumlarıyla güçlü bir sivil toplum hareketine dönüşmesini istemiyorlar. Bunun için de iktidarın ‘hukuk dışına çıkarak’ Cemaat’le mücadele etmesini, ‘Aman yesinler birbirlerini’ kıvraklığıyla geçiştirmeye çalışıyorlar. Oysa hukukun dışına bir kez çıkılabildiğinde, aynı hukukdışı uygulamaların kendi ayaklarına da bağ olacağını hesap edemiyorlar. Aslında hesap ediyorlar da, işte ‘hesapçılık’ illeti burada musallat oluyor.

MAKSAT BAĞCIYI TEKME TOKAT DÖVMEK OLUNCA…

Kemal Kılıçdaroğlu da zaman zaman ‘parti içi dengeleri’ gözeterek bu yönde açıklamalar yapıyor. Darbeyi Cemaat’in yaptığından eminlermiş. Atatürkçüler, ulusalcılar darbe yapmazmış. E, bunun iktidar ağzından ne farkı var? Eğer 15 Temmuz ciddi bir darbeyse ve Erdoğan da bu darbeyi savuşturduysa, bütün o ’15 Temmuz destanı’ güzellemelerine neden iştirak etmiyorsunuz? Darbe gecesiyle ilgili soruları sormayı seviyorsunuz ama o soruların cevabı geldiğinde ‘zanlı’nın temize çıkmasına da karşısınız. Böyle bir çarpıklığın içinden ‘adalet’ çıkmaz; ne size, ne bize! (Mesele Cemaat’ten ‘suça karışmış kimseleri’ yargılamaksa, buna kimsenin itirazı yok zaten.)

Cumhuriyet’te çalışan gazetecilerin etrafındaki ‘savunma halesi’ de benzer çarpıklıklar ortaya koyuyor. Hüseyin Gülerce’nin iftira attığını dile getirmeden evvel, ‘Gülerce’yi Gülen mi iftira için görevlendirdi?’ diye sormanın, ne kadar paranoyakça olduğu açık. Gelgelelim, iktidara yönelmesi ve adaleti tesis etmesi gereken ‘öfke’ bu hesapçılık girdabında boğuluyor ve hedefe ulaşmıyor. Çünkü mesele öncelikle Cemaat’in bu hukuksuzluklar girdabında boğulması. Sonra diğer meseleler ilgi çekiyor. 1990’larda Kürtlere yönelen ve ‘Hukuk dışına çıkılmazsa PKK bitirilemez’ sözü etrafında şekillenen otoriter ideolojiye yaklaşılıyor. Bu ateşin herkesi yakacağı ise görülmüyor.

Elbette arka plandaki motivasyon belli: Türkiye’nin geldiği bu sevimsiz noktanın müsebbibi sadece AKP ve Cemaat’miş gibi davranıp ‘hesaplaşma’ günü geldiğinde bütün kabahati buraya yıkarak kendi tarihlerini tertemiz etmek. CHP’nin 2002’den bu yana AKP’yi hiç tehdit edebilecek seviyeye çıkamamasında, Cumhuriyet’in uzun yıllar, Balbay’ın ‘FETÖ’cülere ve Kürtlere yer açıldı’ dediği döneme kadar ‘etkisiz bir ideoloji gazetesi’ olarak kalmasında bütün kabahatin AKP ve Cemaat’te olduğunu düşünebilirsiniz. Bu, sizin tercihiniz. Ama siz kaybedersiniz. Sizle beraber ülke de kaybeder.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Ben bu noktada cemaatin de hesapçı olduğunu düşünmeden edemiyorum. Cemaat de sanki “küfedeki yumurtaların yüzde 90’ını kaybettik bari yüzde 10’unu koruyalım” refleksiyle hareket ediyor. Pasif bir bekleyiş içinde sanki ilahi adaleti bekliyor sanki.

    Cemaatin bu darbe girişimi konusunda topluma “ne oluyor?” diye sorduracak olayları gündeme taşıtabilmesi (taşıyabilmesi demiyorum) gerekiyor. Tabiri caizse zombilere tuzlu fıstık vermeli. (Bkz. Sızıntı Dergisi, Zombiler Uyanırsa yazısı)

    Cemaat, örneğin, Ömer Halisdemir’in telefonunda Bylock çıkması gibi iddiaları (eğer gerçekse) , delil ve belgeleriyle birlikte, topluma ulaştırabilse ya da topluma ulaştırabileceklere ulaştırabilse, 15 Temmuz’un toplum nezdindeki okuması 180 derece değişecektir.

    Aklıma bir tek bu olay geldi ve yazayım dedim. Ama başka can alıcı olayların da olduğunu ve bunların da cemaat tarafından bilindiğini düşünüyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin