‘Güvenli eve alınan o aile biziz!’

HASAN CÜCÜK

6 Ocak 2017 Cuma Saat: 18.15

Yeni yılın ilk hafta sonu. Sıradan geçmesini beklediğimiz bir Cuma akşamı. Evde eşim ve kızımla beraberiz. Oğlum bir arkadaşında kalacak. Gelen bir telefon, her şeyi altüst etti. Saat 18.15’i gösteriyordu. Rehberimde kayıtlı olmayan ve “31” ile başlayan bir numaraydı. Telefondaki kişi “Kopenhag polisinden arıyorum. Hasan Cücük’le görüşecektim,” dediğinde kendimi tanıttım. “Önemli bir konu var seninle görüşmemiz lazım. Neredesin?” cevabını aldım. Evdeydim. Ses, “5 dakikaya geliyoruz,” dedi.

Eşime eve polis geleceğini söyledim. Malum ev hali. Hazırlandı. Tam 5 dakika sonra evin zili çaldı. Kapıyı açtığımda iki sivil polis beni bekliyordu. Kimliklerini gösterip, istihbarattan (PET) geldiklerini söylediler. Salona geçtiğimizde güvenlik bölümünden olduğunu belirten kişi “Hafta sonu birileri seni ortadan kaldırmak istiyor. Seni güvenli bir yere almak zorundayız,” dedi.

Şaka mı?

Bu cümleyi kim duysa bir şaşkınlık yaşar. “Bu bir şaka mı?” dediğimde “Maalesef şaka olmayacak kadar ciddi bir konu,” dedi. Güvenli bir yere gitmeyi kabul edeceğimi ancak ailem olmadan gitmemin söz konusu olmadığını söyledim. “Tabi ki aileni de yanına alabilirsin,” dediler. Bu arada eşim de salona gelip konuşmalara şahit olmuştu. Hazırlık yapmak için yanımızdan ayrıldığında, polis bana çeşitli sorular sormaya başladı. “25 yıllık gazeteciyim. Benim kim olduğumu size söylememe gerek yok,” dedim. “Biz seni tanıyoruz, biliyoruz. Yanlış yapan sen değilsin, siz değilsiniz. Yanlış yapan onlar. Kimse bizim ülkemizdeki bir vatandaşımızı rahatsız edemez. Biz buna müsaade etmeyiz,” karşılığını aldım.

Oğlum arkadaşında olduğu için onu arayacağımı söyledim. “Lütfen arkadaşınıza renk vermeyin,” dedi. Komşumuz oğlumu park yerine kadar getirmişti. Gidip getirmek için ayaklandığımda, “Bu saatten sonra güvenliğinden biz sorumluyuz, seninle gelmek zorundayız,” uyarısına maruz kaldım. Yanımda iki korumayla park yerine gitmek işleri daha da kötü hâle getirebilir diye komşudan rica ettim ve oğlumu apartman girişinden aldım.

Dünyayla iletişimi kestik

Evden çıkmak için hazırdık. Bütün elektronik cihazları evde bıraktık; telefon, laptop, iPad. Tam çıkacakken iletişim aracından ‘iniyoruz’ komutunu verdiler. Apartman girişinde iki kişi bekliyordu. Park yerinde ise yine iki kişinin olduğu bir minibüs. Biz minibüse bindik, diğer araç ise bize eskortluk yaptı. Farklı bir rota takip edip, otoyola düştük. Yol kenarındaki bir benzinliğe girdik. Yavaşladı ancak durmadan yola devam etti. Takip edilmediğimizden emin olmak istiyorlardı. Varış noktamız olacak şehre girmeden ters istikamette biraz mesafe aldık. Sonra da şehrin sokaklarından 30-40 kilometre hızla devam ettik. Bir otelin önünde park ettik. Odamız hazırdı, bizim yerimize rezervasyonu yaptıran kişi lobide bekliyordu.

Otele girer girmez, bahsedilen kişi bizi karşıladı. 4 kişilik odamıza geçtik. Bana eski bir Nokia telefon verdiler. Sürekli arayabileceğim bir numara bıraktılar. Ayrıca kredi kartımı kullanmamam gerektiğini söyleyip, 4000 kron nakit para verdiler. Kimseye haber vermemiştik. İki günde bir mutat aradığım anneme ulaşıp, merak etmesinler diye, “Son dakika ucuz bir bilet bulup, yurt dışına tatile çıktık. Bulunduğumuz yerde telefonlar iyi çekmiyor. Ben seni ararım,” dedim.

İki gün diye başladık ama…

Böylece “güvenli ortamda” geçireceğimiz günler başlamıştı. Planlanan süre iki gündü. Ancak soruşturma uzuyordu. Kaldığımız otelin bulunduğu şehirde de Türkler vardı ve yarısı beni tanıyordu. Bu sebeple otelden pek ayrılmamam uygun görülüyordu. Süre uzayınca bizi başka bir şehre, yazlık bir eve naklettiler. Yine benzer güvenlik önlemleri alınmıştı. Oteldeki gibi başka birisinin adına kiralanmıştı burası da. Bu sefer bize 3 adet iPad getirdiler. Sosyal medya ve e-posta hesaplarımızı kullanmamamız gerektiğini söylediler. Çocukların can sıkıntısını gidermek içindi bunlar sadece.

Bilmediğimiz bir şehirde günlerimiz geçiyordu. Paramız bitince yine nakit bırakıyorlardı. Her gün iki kez telefonda konuşuyorduk. İki günde bir ziyaretimize geliyorlardı. Sürecin böyle ilerlemesinden ötürü rahatsızlıklarını iletseler de, her sorgulama bir başka kapıya götürüyordu onları.

Sabah çalan o telefon

“Güvenli ev” günlerimiz bir Cuma günü sabah saat 8.05’te gelen bir telefonla kesildi. “Hazırlanın, iki saate gelip sizi evinize götüreceğiz” cümlesini duyunca rahatladık. Önce bana durumu izah ettiler. “Sana yönelik tehdit ortadan kalktı. Normal hayatına dönebilirsin,” diyen sorumlu kişi, tehdidin politik kaynaklı olduğunu da ekledi. Sorularımın çoğuna cevap alamadım.

Sorumlu kişi, “Burada ifade özgülüğü var. Yaşadıklarını yazabilir veya basına anlatabilirsin. Senden tek ricamız bunu hemen anlatmaman olur,” dedi. Bunu tarihe not düşmek adına zamanı geldiğinde mutlaka yazmak istediğimi belirttim. İşbirliği ve gösterdiğimiz uyumdan dolayı teşekkür etti. “Sizin gibi aileleri korumak bizim görevimiz,” dedi. Karşımdaki, ülkenin üst düzey isimlerinin koruma görevini üstlenmiş bir kişiydi.

‘Erdoğan Türkiye’sinde hapis’ kitabına anlattık

6 Ocak’ta başlayan süreç, 20 Ocak saat 14.30’da evimize varmamızla nihayete erdi. Çok az sayıda kişi yaşadıklarımızı öğrendi. Zamanla yeni isimler duydu. Danimarka basınına isimsiz olarak yaşadıklarımızın bir kısmını anlattık.

Ancak bütün bunları detaylı olarak ilk kez 20 Kasım’da piyasaya çıkan “Erdoğan Türkiye’sinde hapis” (Fængslet i Erdogans Tyrkiet) adlı kitapta konuştuk. Güvenli eve alınan Türk ailenin biz olduğumuzu orada dile getirdik.

Kitap, Erdoğan rejimi tarafından baskı ve zulme maruz kalan Aslı Erdoğan, İdil Eser, Nuriye Gülmen, Roger Caxer ve benim 15 Temmuz öncesi ve sonrasında yaşadıklarımızı ele alıyor.

Bizim de nasibimize bu düştü

Bütün bunları tarihe not düşmek için yazdım. Bu süreçten bizim de nasibimize bu düştü. Mayıs ayının sonunda kayınvalidemi, Temmuz başında biraderimi kaybettim. İkisinin de cenazesine gidemedik. Bir bedel ödediğimi düşünmüyorum. Zira çok ağır bedel ödeyenler var. Benim de bu süreçte bir hikayem olduğu için kendimi o mazlumlar arasında sayabiliyorsam ne mutlu.

Son olarak, güvenli evde bulunurken TR724 ile nasıl iletişim kurduğumu yazayım. O günlerde günün şartlarından dolayı müstear isimle yazıyordum. Benden yazı gelmeyince ve ses çıkmayınca arkadaşlarımın endişe edeceğini düşündüm. Ortadan kaybolduğumuzun 4. günü iPadler gelince aklıma bir fikir geldi. Herhangi bir yazının altındaki yorum bölümüne iyi olduğumu ve güvenli bir ortamda bulunduğumu okuyucu yorumu olarak yazdım. İletişim böylece sağlanmış oldu. Yazılarımı da daha sonra yine yorum kısmına yazıp gönderdim.

15 Temmuz’dan sonra çok sayıda tehdit aldım. En nihayetinde işin suikasta kadar vardığını görmekten ülkem adına üzüntü duydum. Ben sıradan biriyim. Koca devletin benim peşime düşmesi utanç olarak yeter. Geriye, benim adıma, film gibi bir 14 gün kaldı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin