Globalizmin sonu mu?

Yorum | Ekrem Dumanlı

Fransa kaynıyor. Sokaklara taşan öfkeli kalabalığı anlamaya çalışıyor devlet adamları. Aydınlar, akademisyenler, politikacılar anlama gayreti içinde kıvrandıkça kıvranıyor. Sebepler, sonuçlar, etkenler, aktörler, faktörler… Ama mesele Fransa’dan ibaret değil…

İngiltere politik bir kaosu soluk soluğa yaşıyor. Avrupa birliğinden çıkma ya da çıkmama. Sanki ‘olmak ya da olmamak’. Siyasi bir krize dönüşen Brexit süreci, toplumsal bir kısım tepkilerin tabii bir yansıması değil miydi?

Batı’daki bütün seçimlerin neredeyse tamamından yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, ayrımcılığa prim veren siyasi partiler yükselerek çıkıyor.

Amerika’daki siyasi kutuplaşmanın toplumsal yaralara yol açtığına, ülke bütünlüğünü sarstığına inanan ve bundan derin endişe duyan insanların sayısı hiç de az değil. Çünkü daha düne kadar ayrımcı, ırkçı, insan hakları ihlali suçu gibi düşünülen eylemler bugün toplumun bir bölümü için ideoloji haline dönüşüyor.

Görünen o ki Dünya yeni bir buhran yaşıyor

Her bunalım dönemi öncesi, bir doğum sancısıdır aslında.

Dünyanın istikrar odağı olarak görülen Batı ülkelerinde yeni bir dip dalganın oluşması ve onun bir kaos şeklinde görünmesi, yeni bir bunalımın; dolayısıyla yeni bir doğumun işaret fişeğidir. Toplumların nereye doğru evrildiğini anlamak için derin bir muhasebeye, ufuk açıcı beyin fırtınalarına ihtiyaç var.

Soğuk savaşın bütün enkazı, iki kutuplu dünyadan birinin (Rusya’nın) üzerine çöktü. Bir anda ortaya ‘Tek kutuplu dünya’ çıktı. Yeni dünya düzeninin lokomotifi globalizmdi.

Dünyanın küçük bir köye (global village) dönüştüğü, kitle iletişim araçlarıyla (information highway) zamanın daraldığı, mekanın büzüldüğü düşünüldü. Artık bilgi daha kolay paylaşılacak, teknoloji insanlara yeni ufuklar açacaktı. Nitekim bu parıltılı fikirlerin pek çoğu hayata geçti de.

Avrupa Birliği düşüncesi çok eskilere dayansa bile, bu idealin globalizmin Havai fişekleri eşliğinde yeni bir motivasyon kazandığı ve mesafeler kat ettiği aşikardır.

İngiltere’nin Avrupa Birliği ile ipleri koparma süreci, bir referanduma dayanıyor. Yani halk tepkisine. Niye ki? Zaten İngiltere ayrıcalıklı bir ülkeydi AB nezdinde. Euroya geçmemiş, kendi parasını kullanmaya devam etmişti. Schengen vizesine de dahil olmamış, Avrupa’daki serbest dolaşıma istisna teşkil etmişti. AB ile köprüleri yıkmayı gerektirecek bir problem de gözükmüyordu. Halk neden AB karşıtı bir karar vermişti? Politik ve ekonomik açıdan pek manası olmayan referandum sonucu ile yeni dünya düzenine duyulan tepkinin derin bir ilişkisi var mıydı?

Global düzen parlak avantajlar sunmasına rağmen ne uluslararası ilişkilerde ne de ülkelerin iç ahenginde ciddi bir adalet anlayışı ortaya koyamadı. Mağdur yine mağdur,  mağrur yine mağrurdu. Haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk… Çevrenin öfkesi kabardıkça kabarıyor, merkez bu dip dalgayı duyamıyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kızgın kitlelerden özür dilemesi boşuna değil.

2008 ekonomik krizi de yeni dünya düzeni için Tehlike çanlarının çoğalması anlamına geliyordu. Amerika’da başgösteren Wall Street’i işkal (occupy Wall Street) Eylemleri bir manada yeni dünya düzenini yol açtığı ekonomik ve sosyal krize tepkinin ifadesiydi.

Şu an yaşananları Batı çöküyor diye alelacele değerlendirmek, derinliği olmayan kindar bir yaklaşım. Bunu ifade edenlerin bir insan hakları enkazı üzerinden zalimce nutuk çekmesi de oldukça ironik bir fotoğrafı gözler önüne seriyor.

Tek kutuplu dünyanın külleri arasından otoriter bir rejimin çıkması ve yeniden eski hakimiyet alanını devralması bazı liderlerde ve kitlelerde otoriter rejimlere karşı bir arzu uyandırdı. Oysa dünya tarihi otoriter rejimlerin kısa vadeli zaferleri ile doludur. Ya korkunç maceralar ve hazin sonlar!

Dünya yeni bir evreye doğru gidiyor. Sancılı, belki de çatışmacı bir süreçten geçiyor. Bu süreç de acı verecek insanoğluna. Seçilmiş diktatörlük dönemine doğru kayan dünyanın, yeni bir demokrasi üretebilmesi için yeni bir hesaplaşmaya gitmesi gerekiyordu ve şimdi o yüzleşme yaşanıyor. Bu yeni tekevvünü ıskalamak çağın ruhuna yaban kalmaktır…

Küçük bir not: Dünyanın yeni bir evreye girdiğini fark etmeyen aydınlar, sosyal bilimciler vs., kendini ve ülkesini yarınlara hazırlama yerine çok daha küçük meselelerle kafa yormaktan bitap düşmüş durumda. Çağın en mühim meselesi nedir, sorusunu kendine sormadan (ve bu çerçevede ülke meselesine bakmadan) bir yol haritası çıkarılamaz. Pusulasız kalınca fikirler değil kişiler üzerinden laf üretmekten başka çare kalmaz. Oysa bugün laf üretme değil değer üretmeye ihtiyaç vardır…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin