‘Garson olarak bile iş vermiyorlar; Merhamet değil, adalet arıyor’

Hürriyet yazarı Melis Alpman, onbinlerce KHK mağdurundan biri olan H.Ü ve eşinin hikâyesini kaleme aldı. ‘En son görev yaptığı okulda performans notu olarak 100 alan tek öğretmendi. Okulda telefonunu şarj ettiği için, “Kul hakkı vardır” diyerek her yıl okula A4 kâğıdı alıp verirdi.’ diye tanımladığı 10 yıllık öğretmen H.Ü’nün hayatının nasıl karartıldığını anlatan Alpman, öğretmen çifte iş vemekten insanların korktuğunu yazdı.

İşte Melis Alpman’ın, ‘Garson olarak bile iş vermiyorlar; Merhamet değil, adalet arıyor‘ başlıklı makalesi:

H.Ü. ve eşi 10 yıldır öğretmenlik yapıyordu. Her ikisi de 1 Eylül’de çıkan KHK ile çok sevdikleri mesleklerinden ihraç edildiler.

Oysa onlar darbe girişimi sonrasında, darbe başarısız oldu diye sevinmiş, sokaklara inip demokrasiye sahip çıkmışlardı.

H.Ü. demokrasi ve insan hakları dersinde 27 Mayıs’ı anlatırken idam edilen Adnan Menderes’i örnek vererek “Seçilmiş hükümetlere sahip çıkmak halkın görevidir. Demokrasinin kıymetini bilin ve ona sahip çıkın” diye öğrencilerine belki yüzlerce kez nasihat etmişti.

En son görev yaptığı okulda performans notu olarak 100 alan tek öğretmendi. Okulda telefonunu şarj ettiği için, “Kul hakkı vardır” diyerek her yıl okula A4 kâğıdı alıp verirdi.

*

İki odalı kerpiç bir evde büyüyen H.Ü. her fırtınada, her yağmurda evleri yıkılmasın diye dua edermiş. İmkânsızlıklar içinde okuyup öğretmen olmuş.

Babası ve annesi kanser hastası. Babasının kemoterapi süreci olumlu geçse de oğlunun yaşadıkları nedeniyle durumu ağırlaşmış.

H.Ü. ihraç edildiğinin hemen ertesinde, Malatya’da otobüse bindiğinde 25 kuruş indirimli öğretmen kartının iptal edildiğini öğrendi. Eşiyle beraber 5 ay sigortasız yaşadı. “Kendi öz yurdumda parya olmayı iliklerime kadar hissettim” diyor.

*

Anayasa ve idare mahkemeleri dahil, H.Ü’nün başvurmadığı yer kalmadı. Valiliklere dilekçe verdi, cevap gelmedi. Son KHK ile iç hukuk yolu da kapatıldı. Artık mahkemeler dosyaları görmeden OHAL komisyonuna devredecekler. 7 kişiden oluşan komisyon en fazla 2 yıl içerisinde 120 bin kişiyi değerlendirecek. Bir arkadaşı hesaplamış: “24 saat mesai yapsalar, hepimize 7 dakika ayırmaları gerekecek. 7 dakikada dosyalarımızı inceleyecekler, savunmalarımızı alacaklar ve karara bağlayacaklar, 7 dakikada!”

H.Ü. “Aslında bizler önce soruşturulmalı, sonra yargılanmalı, sonunda da suçlu bulunursak ihraç edilmeliydik, değil mi?” diye soruyor ve ekliyor: “Bizim suçlu olduğumuzun kanıtlanması gerekirken, biz suçsuz olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Darbeyi eli silah tutan asker kılıklı bir çete yapmaya çalıştı ama kabak biz eli kalem tutan öğretmenlerin başına patladı.”

*

9 aydır kimse ona iş vermiyor. Garsonluk için bile iş başvurusu yaptığında “KHK’lı mısın?” diye soruyor, “Başımıza iş açarız hocam, kusura bakmayın” diyerek iş vermiyorlar. H.Ü. abisi ve kayınpederinin yardımıyla ayakta duruyor. Bazı akrabaları ihraç edildiği için “O da vatan hainiymiş” diye arayıp sormuyor.

“Yaşadıklarım, bu dünyada bir insanın yaşayacağı en büyük imtihan. Her gün ölüyorum. Şairin dedigi gibi ‘Uzatma dünya sürgünümü ya Rabbim’ diye dua ediyorum. Eğer inancım olmasaydı çoktan hayatıma son verirdim” diyor.

*

H.Ü. ifadesini alan polise “2 oğlum var. 7 yıldır oğlumu oyalıyorum, ona çeşitli bahanelerle oyuncak silah bile almadım. Şimdi silahlı örgüte üye olmakla suçlanıyorum”dediğinde polisin gözleri doldu.

7 gün onu gözaltında tuttular. “İsim söyle; kimin ismi olduğu önemli değil; akşam yemeğini evde ye” dediler.  Cevabı, “Ben niye buradayım onu bile bilmiyorum, siz bana ‘İsim ver’ diyorsunuz. İftira mı atayım? Ömür boyu burada kalırım ama kimseye iftira atmam” oldu.

*

H.Ü. tüm bunları anlattıktan sonra bana “Sizden bir ‘Emile Zola’ olmanızı beklemiyorum ama vicdanlı bir gazeteci olarak bunları dile getiremez misiniz?”diye soruyor.

Kalbim eziliyor.

“En büyük korkum, iki oğlumun ileride bize yapılanlardan dolayı ülkesine ve devletine küsmesi, Allah korusun, düşman olması” diyor.

Meseleye sadece ihraç edilen 120 bin kişi olarak bakmamak gerek. Ailelerle birlikte  belki 1 milyon kişiden söz ediyoruz. Bu, ileride toplumda sosyolojik anlamda nasıl bir travmaya sebep olacak, hiç düşünüyor muyuz?

Mücadele kin ve nefretle değil, adalet ve hakkaniyetle devam etmeli. Bir kişi bile olsa, yaşın yanında kuru yanmamalı.

Onları geçsek, ya çocukları? Onların okullarda yaşadıklarını tahmin edebiliyor muyuz?

Ekmek kapılarının yüzümüze tümden kapandığını, değil çocuklarımızın okul masraflarını karşılamayı, sofraya koyacak yemeğin parasını bile kazanamadığımızı hayal edebiliyor muyuz?

H.Ü. merhamet değil, adalet arıyor.

Emile Zola’nın dediği gibi, “Adalet ancak gerçekten, saadet ancak adaletten doğabilir”.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin