Fransa’daki bildiriden panik atak olmayalım!

Konuk Yazar | Kadir Coşkun

Müslümanlar olarak diken üzerindeyiz. Mesai saatlerindeki kaçamaklarda, haber sitelerinde günlük siyaset ihtiyacını giderirken, dünya gündeminden hiç eksik olmayan terör saldırılarını “Aman, müslümanlara mal edilmesin!” yürek çarpıntısıyla okuyoruz. Terörün uluslararası tarifi içinde din, dil, ırk ve etnik köken gibi bir açılımı yok ama, İslam’ın olağan suçlular listesinde can simidi olarak tutulması alışkanlık oldu.

Terör’ü İslam ve müslümanlarla tarif etmeye çalışanların, bulunulan ülkelerin çeşitliliğine göre iç ya da dış siyaset açısından çıkar hesapları sözkonusu. Bu peşin bir hüküm değil, sabrınız varsa örneklerini göreceksiniz. İç siyasette bunalan tükenmiş siyaset adamları için gündem değiştirmenin en kolay yolu, lokal terör hadiselerine yatırım yapmak. Bunu sadece üçüncü dünya ülkelerinin zavallı liderleri yapmıyor. Geçtiğimiz birkaç on yıl bunun örnekleriyle dolu. Trump, “Altı İslam ülkesinden ABD’ye yapılacak seyahatleri engellemek!” için makul mazeretler bulmakta hala zorlanıyor. Geçen yıl İngiltere’de gerçekleştirilen terör saldırısını İngiliz Hükümetinden daha fazla sahiplenen ve Amerikan halkına “Gördünüz mü? Ne kadar haklıyım?” demeye getiren Trump, İngiliz devlet adamlarından “Trump, abartma. Sen kendi işine bak!” manasındaki azar ile soğuk bir duş aldı.

Son günlerde de, kirli işlere bulaşan özel avukatı ile  başı iyice dertte olan ABD Başkanı ufak terör hadiselerinden beklediğini bulamayınca, çareyi Venezuela’yı işgal etmekte bulduğunu görüyorsunuz. Ama aynı gayreti, ülke içinde bir türlü durdurulamayan okul cinayetlerinin en önemli sebebi aşırı silahlanmayı engellemek için harcama ihtiyacı duymuyor.

ABD’de Cumhuriyetçilerin seçim vaadleri içerisine Müslüman Dünya ile hır gür çıkarma projeleri ciddi bir yer teşkil ediyor. Cumhuriyetçiler, Ortadoğu’ya bomba yağdırıp, iyi bir temizlikten sonra arta kalanları din değiştirmeye zorlama gibi garip projeleri dillendirmeyi, lokal terör saldırıları arkasından bir rutin olarak tekrarlamayı adet haline getirdiler. (Too Dump to Fail, Matt K. Lewis. Bu kitap Audio Book olarak yayınlandı.)

Medyatik linç artık yadırganmıyor

Almanya ve Fransa’da müslüman halklar ile alakalı anti-demokratik uygulamalara halkı alıştırmak için tatbik edilen medyatik linç artık yadırganmıyor. Bir gün peçe, ertesi gün sakal bir başka gün müstehzi bir karikatür, İslam ve müslümanlar için nefret söyleminin joker malzemeleri. Mülteci krizinde, dağılma noktasına gelen Almanya’daki Merkel hükümetinin, sığınmacılar konusunda hangi regülasyonlara ‘evet’ dediği basından gizleniyor. Bu telaşta ekonomik problemler tesirli olduğu gibi, önümüzdeki on yıllarda Avrupa’daki Müslüman nüfusunun patlayacağı kehanetleri sadece Almanya, Belçika ve Fransa’nın problemi değil. Hele eski Fransa Başbakanı Sarkozy’nin, Başkanlık sonrası görev süresince işlediği hukuksuzluklarla başının dertten kurtulamadığını söylemeye gerek yok. İnanır mısınız bilmem; Sarkozy’nin, zavallı Kaddafi’den maddi destek aldığı bile konuşuldu.

Son günlerde, Fransa’da Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetler ile alakalı bir kaç yüz kişiden oluşan heyetin imzaları, bildiriden haberdar olanları biraz panikletti. Elbetteki bu, terör saldırısının uyardığı infiali uyarmadı ama, zaten tek kale müslümanlar sahasında oynanan oyunda beklenmedik anda yeni bir golün ağalara takılması kolay hazmedilemiyor. Bu kadarcık mümin heyecanları hoş görülmeli. Bildirinin, Avrupa’da göçmen ve sığınmacı krizinin tetiklediği siyasi hesaplaşmalarla gündeme gelmesini raslantı olduğunu düşünemeyecek kadar tecrübeliyiz.

“Yeni Haçlı seferlerine hazır olalım!” komedisi

Bildirideki taleplerin entelektüel bir rica ve istirham ötesinde yaptırım gücü yok. Dolayısıyla, Türkiye’deki devletliler de dahil, hadiseyi “Bakın Kur’an elden gidiyor. Yeni Haçlı seferlerine hazır olalım!” komedisine düşürmeye gerek yok. Ekonomik bir çöküşün soğuk nefesini ensesinde daha  ciddi hisseden Türkiye için, yeni bir Haçlı Seferi ne kadar işe yarardı ama, olmadı.

Kur’an-ı Kerim, orijinalliği açısından neredeyse genel kabule ulaşmış, nadide, mukaddes bir metin. Şimdiye kadar bu mukaddes metin etrafında spekülasyonlar olduğu gibi bundan sonra benzer, provokatif entelektüel fırtınalar esmeye devam edecek. Şunu da ifade edelim ki, geçtiğimiz yüzyılın tecrübelerinden istifade eden bir çok müslüman mütefekkir bu tür ucuz virüslere karşı anti-virüs geliştirmiş durumda. Ne var ki, benzer anti-virüsler, nezle aşısı gibi her yıl bir kez daha yenilenmek zorunda. Hıfzıssıhha açısından belki ilk yapılacak şey, soğukkanlı bir duruşun, müslümanların çoğunluğu tarafından benimsenmesi. Gösterilecek tepkilerin de, demokratik bir zeminde tutulması.

Fransa’da yayınlanan ve benzerleri ile aynı talepleri işaretleyen bildirilerin siyasi görüntüsünün yanında, İslami açıdan imkansızlıkları da zorlaması dikkat çeken noktalar arasında. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, İslam’ın temel prensipleri hususunda, tepeden bakan, kibirli, dayatmacı ve artık müntesibi kalmayan köhne oryantalist kalıntı-alaşımlı tekliflerin, nazar-ı itibara alınma şansı yok. Bu dayatmalar, Cenab-ı Hakk’ın, dinin ikinci kaynak ve uygulayıcı olan Hz. Peygamber (SAV) e müsade etmediği tasarrufları, sebeb ne olursa olsun, İslam dini otoritelerden bekleme gibi bir akıldışılığı ve imkansızı zorluyor. Dinin Peygamberi (SAV)’e verilmeyen iznin, kıyametler kopsa, nübüvvetin varisleri sayılan alimleri için asla sözkonusu olmayacağı noktasındaki cehalet, İslam ile haşır neşir olan Batılı araştırmacılar için çok ciddi bir ayıp. Eğer bunu bile bile yapıyorlarsa, o da Oryantalist mirasın iflas ettiğini söyleyebiliriz.

Özel olarak Efendimiz (SAV)’i, genel olarak ümmetin alim ve imamlarını muhatap alan ayetlerden birkaçı şöyle: “Az daha onlar, seni sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını, bize iftira etmenle fitneye düşürecek ve ancak o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermeseydik, az da olsa, onlara meyledecektin! O takdirde sana hem hayatın hem de ölümün acısını kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra, 73-75).

Bir başka Ayet-i Kerime; “Ey Rasul (SAV), Rabb’inden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, Onun elçiliğini duyurmamış olursun. Allah seni, sana zarar vermek isteyenlerin şerrinden korur. Doğrusu Allah, kafirler toplumunu yola iletmez.” (Maide, 67)

Bir diğeri; “Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir ya da bunu değiştir.” derler. De ki: “Ben onu kendiliğimden değiştiremem. Ben sadece bana vahy olana uyarım. Şayet ben Rabb’ime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus, 15)

Kur’an-ı Kerim’in dokunulmazlığı hususunda Nebi (SAV)’in durumu böyle olunca, müslüman alimleri yapamayacakları şeylere zorlamak, vazifeleri olmayan şeylerle onları köşeye sıkıştırmaya çalışmak yanlış kapıları beyhude çalmak manasına geliyor.

Bununla birlikte, uluslararası bir problem olarak, terörün İslam ile yan yana getirilen kısmı ile alakalı, yani, motivasyonlarını İslam’dan aldığı iddia edilenlere karşı Müslüman alim ve dini otoritelerilerle ortak bir eylem planı üretmek mümkün. Bu eylem planı da yine kaynağını Kur’an-ı Kerim’de buluyor. “Bir insanın haksız yere öldürülmesinin ne büyük cinayet!” olduğunu ifade eden Ayet-i Kerime’nin devamında gelen ve “Muharibin” olarak bilinen Ayet-i Kerime’nin neden dikkati çekmediğine, şahsen ben de şaşırdım. Ayet, terör ile alakalı: “Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise daha büyük azab vardır. (Maide, 33) diyerek, ilginç bir cezai müeyyide teklif ediyor!

İbn-i Kesir, “Muharibin” ayetine muhatap kitle hakkındaki farklı nakilleri verdikten sonra, İmam-ı Buhari’nin aynı ayet ile alakalı rivayetini de zikrederek “Ayet, sözkonusu suçları işleyenler hakkında umumi bir hüküm içerir.” kanaatini ekler. Yani, benzer cinayetlerle, belli bir coğrafyayı ya da dünyanın tamamını yaşanmaz hale getiren, mümin, kafir, müşrik…herkes için umumi bir durum sözkonusu.

Ayet-i Kerime’nin emir buyurduğu cezai netice bizzat Efendimiz (SAV) tarafından bu suçları işleyen bir gruba uygulanmıştır.1 Suçun büyüklüğü ölçüsünde, cezanın ürperticiliği bir önceki Ayet-i Kerime’nin “Masum bir insanı haksız yere öldürme…” terörü ile birlikte düşünüldüğünde, Kur’an-ı Kerim’in metin ahengi, takdire şayan bir bütünlük arzediyor.

Müslüman alim ve dini otoriteleri, sürekli olarak dini metinler üzerinde tehlikeli tasarruflara çağıran bildiri, deklarasyon ya da konsensüslerin şimdiye kadar tesir icra edememesi rastlantı değil. Belki İslam alimleri, Fransa menşeli, üçyüz kişinin imzaladığı metni esas alarak, bu ve benzeri girişimlere karşı “Biz de en az sizin kadar, hatta daha fazla olarak İslam Coğrafyası ve dünya üzerinde İslam’a fatura edilen terör hareketlerinden rahatsızız. Gelin bu konuda bize yardımcı olun. Biz, başta Kur’an-ı Kerim ve diğer dini metinleri tahrif cinayetini işlemeden, dünya güvenliğini tehdit eden teröristlere karşı, din, dil, renk ve etnik ayrımcılığa düşmeden cezai gerekleri yerine getirelim.” deme üstünlüğünü ellerinde bulunduruyorlar. Bu vaad ve teminat, dinin sınırları içinde uygulanabilir en makul tekliflerden birisi olarak duruyor.

Onun da çözümü var?

Fransa’da yayınlanan bildirinin dışa vurduğu siyasi dozaj, terörün uluslararası bir problem olma gerçeğini de perdeliyor. Nasıl oluşturulacağı hakkında ortak bir yol haritası belirlenemeyen terör ile mücadele stratejisi için tarafsız entelektüel, hukukçu, akademisyen ve müstebit idarelerin devrim muhafızı olmaktan kendisini koruyabilmiş İslam Alimlerinden müteşekkil bir heyetin ortak çalışması zaruri bir ihtiyaç haline geldi. Ortaya çıkacak konsensus da, Trump, Sarkozy gibi başarısız ülke liderleri ya da Türkiye’deki mevcut iktidar sahipleri gibi Makyavelist aktörleri gizlemeyecek kadar da şeffaf olmalı.

İslam’ın, ırk, din ve etnik aidiyet gözetmeksizin teröristler hakkında takdir buyurduğu cezai müeyyidenin dehşeti, kendilerini Batı Coğrafyasına hapsetmiş, İnsan Hakları örgütlerinin hümanist damarlarını kabartabilir. Onun da çözümü var? İsterseniz, bunun kararını, teröristlerin mağdur ettiği masumların aile, dost ve yakınlarına bırakalım.

Bir anda herkesin haberdar olduğu bildiriyi görünce “Neredeyse bir buçuk asırlık İslami Araştırma geçmişi olan Fransa entellektüelleri-en azından bazıları- daha iyi şeyler düşünüyor olmalıydılar!” diye hayıflandım. Bununla birlikte Fransa Bildirisi’ne imza atanların niyetlerini okuma gayretine düşmeden, hem bizim hem de onların, teröre karşı çözümü Kur’an-ı Kerim’de aramalarının gayet memnuniyet verici olduğunu kabul etmek durumundayız. Zaten, Kavl u Fasl ve son sözün kendisine bırakılacağı tek mukaddes metin O, değil mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin