Fıkhı kafaya takmak lazım (1)

YORUM | AHMET KURUCAN

“Fıkhı kafaya takmamalı” diyenlere karşılık, tam aksine “fıkhı kafaya takmak lazım” diyorum. Zira bizim asırlardan beri Müslümanlar olarak yaşadığımız problemlerin kökeninde zihniyet sorunu gelmektedir. Benim sorun olarak nitelendirdiğim zihniyeti besleyen en önemli kaynaklardan biri hiç şüphesiz fıkıhtır. Okuyacağınız yazıda bunu açmaya çalışacağım.

KADİM SORUNLARIMIZDAN…

Fıkhi düşüncede yenilenmeyi ed-Dine/el-İslam’a yapılmış bir saldırı olarak görme bizim Müslümanlar olarak kadîm bir sorunumuzdur. Halbuki fıkıh hayatın değişkenlerine binaen sürekli yenilenmesi (update) gereken dinamik bir sistemdir. Yenilenme mevcudu bütünüyle kaldırıp atma ve yerine yenisini getirme demek değildir. Fıkıhta yenilenmenin gerektiğinden bahsedenlerin -eğer gerçekten konunu uzmanı kişilerse- ‘Fıkhı kafaya takmamak lazım’ diye düşünmesi ilimlerini ve mesleklerini inkarla eş anlamlıdır. Fakat İslam fıkhının mahiyetinden habersiz, kaynak ve bilgi sorunu olan sıradan kişiler böyle düşünebilirler. Bunda da suçlu sadece onlar değil, geriye doğru uzadıkça asırları bulan fıkhı gerçek mahiyet ve muhtevası ile anlatamayan ulema da en azından onlar kadar suçludur.

ARTIK BU KONULARI HERKES TARTIŞIYOR

Bugün şu gerçeği kabullenelim: Eskiden sadece ulema arasında tartışılan nice şeyler bugün harc-ı alem mevzularmış gibi hemen herkes tarafından konuşulmaktadır. Zaten milletimizin temel özelliklerinden biri olan dini konuda neredeyse herkesin uzman olma gerçeği iletişim teknolojisinin baş döndürücü gelişmesi daha yaygın bir hal kazanmıştır. Eskiden ilgili ama yetkisiz ve bilgisiz kişilerin kahve köşelerinde, köy odalarında etki alanı alabildiğine dar ve sınırlı alanda yaptıkları tartışmalar, şimdilerde global çapta yapılabilmektedir. Sosyal medya mecraları bunun en büyük şahididir.

İslam hukuku söz konusu olduğunda bir zihniyet, hatta bir inanç sorunu ile karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır. Bu sorun sadece “şimdinin” ve “bizim” değil atalarımızdan devir aldığımız asırlardan beri devam edegelen bir sorundur. Nedir bu sorun? İsterseniz bundan sonrasını kısa ve net cümlelerle maddeler halinde yazayım.

‘İSLAM HUKUKU’ KAVRAMI DOĞRU MU?

1- İslam hukuku isimlendirmesinden başlayalım. İslam ekonomisi, İslam tarihi, İslam sosyolojisi, İslam psikolojisi, İslam sosyalizmi vb. kavramlar nasıl yanlışsa İslam hukuku ismi tabiri, kavramı, tamlaması da -adına ne derseniz deyin- yanlıştır. Çünkü İslam bir dinin adıdır. Din her şeyden önce iman demektir. Her din gibi İslam’ın da sabit, değişmez ve değiştirilemez esasları vardır. Allah’ın ayeti ve Peygamber Efendimizin (sas) sahih beyanları ile ortaya konan bu esaslar kıyamete kadar bu hüviyet ve mahiyetlerini korumak zorundadırlar. Aksi takdirde din olma iddiasının ne anlamı ne de karşılığı kalır.

Hukuka gelince, o Kur’anî düzlemdeki isimlendirilmesi ile şeriat demektir. “Sizden her biriniz için bir şeriat ve (onu) uygulama yolu, yöntemi belirledik” (5/48). Hukuk/şeriat inanç alanını değil sosyal hayatı düzenleyen kaide, kural ve kanunlar bütünüdür. Bunların yapıcısı ise hiç şüphesiz insandır, bireydir, Müslümandır. Hukuk bu özelliği ile beşere aittir, dinamiktir, değişkendir. Öyle de olmak zorundadır. Çünkü hayat, yatağında akan bir nehir gibi akmakta ve dinamik yapısından hareketle her gün yenilenmektir.

DAHA DOĞRU BİR TANIMLAMA ŞART

İslam hukuku isimlendirmesinin yanlış oluşu, işte bu izahlardan da anlaşılabileceği gibi, birbiriyle tamlama yapılamayacak iki ayrı husustan kaynaklanmaktadır. Bir tarafta İlahi, sabit ve değişmez esaslar, diğer tarafta beşerî, dinamik ve değişebilen düşünceler, görüşler, kanaatler, hükümler. Bu ikisini bir araya getirip bir tamlama yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla illa hukuk tabiri kullanılacaksa İslam Hukuku yerine “Müslümanların Hukuku” demek daha doğrudur.

Beşer iradesinin İslam dininin sabitelerinden anladığı şeyler manasında “İslam’ın fıkhı” da denebilir ama benim tercihim ilki.  Şunu da ilave edebilirim, hem sözlük hem de ıstılahî manasıyla fıkıh, hukuka nispetle ayakları daha çok yere basan ve müsemmayı olduğu gibi aktaran bir kelime ve kavramdır. İmam-ı Azam’ın “Fıkhu’l ekber” kitabının muhtevasını birlikte düşündüğünüzde bu gerçek kendini bütün çıplaklığı ile  göstermektedir.

(Devam edeceğim nasipse.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. 🙂

    Sevgili yazar arada sırada o muhteşem hitabet yeteneğinizi duyabileceğimiz kısa söyleşilere katılsanız da sizi duyabilsek ve görebilsek.

  2. Merhaba Ahmet Kurucan bey,

    Süreç mağdurları nitelikli sağlık hizmete ulaşamadığı zaman yardımcı olmak adına oluşturulan internetteki bir grupta bir kullanıcı “Eşimin… Kadın Doğum uzmanı ablamız varsa ve özelden irtibata geçebilirsek çok memnun oluruz. Şimdiden Allah razı olsun.” yazmış. Grupta “Abimiz olursa nasıl olur?” deyip tartışma oluşturmamak için kullanıcıya sormadım, sizin görüşünüzü almak istiyorum: bir müslümanı bu tür düşünceye itecek olan dini görüşün/fetvanın (önce kadın doktor, yoksa erkek?) referans alındığı kaynak hangi ayet, hadis, kıyas veya icma olabilir? Bakabildiğim kadarıyla Nisa süresi 31. ayette direkt bu anlam yazmıyor; zorlansa da çıkartılamaz bence. Nureddin Yıldız şehrin ölçü alınması gerektiğini söylüyor, ama videoda kaynak vermiyor.
    Bu düşüncenin bir ucu şu sanki: erkeğin hanımı, eşinin ürolojik sorunu için en yakın 20 dakika mesafede kadın üroloji hekimi varken şehrin öbür ucundaki 2 saatlik mesafede olan erkek üroloji hekimine gitmemesini eşinin “dini hassasiyetsiliğine” yorabilir.

    Düşünce ayrımcılığına maruz kalmış, beliki bu nedenle ülkesini terk etmek zorunda kalmış insanın cinsiyet ayrımcılığı yapması beni üzdü. Nedense bu “kafa yapısını” şimdilik doğru bulmuyorum. Burada bir yazı veya Twitter’da görüşünüzü belirtirseniz paylaşımınıza ulaşabilirim.

    Teşekkür ederim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin