Faşizm yükselirken toplumsal sadizm derinleşiyor

Tarih boyunca çeşitli salgın hastalıklar başgöstermiş ve insanlığın önlem geliştirme, panzehir, aşı bulma beceresinin kifayetsizliği yüzünden milyonlarca insan büyük acılar çekerek ölmüştür. Bugün AIDS, SARS, ZİKA benzeri virüslerle tanıdığımız bu fiziksel salgınlar geçmiş yüzyıllarda daha büyük çeşitlilik göstermekte ve daha büyük yıkımlara yol açmaktaydı. Mesela, 1347-1351 yılları arasında Avrupa’yı kasıp kavuran, adına ”kara ölüm” de denilen, büyük veba salgınında milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, Avrupa nüfusunun üçte biri yok olmuştu.

Sınır aşan etkileriyle toplumları derinden sarsan ölümcül fiziksel salgınlar gibi acaba psikolojik ve ruhsal hastalık salgınları da olabilir mi? Bir toplum, bir halk topyekün ya da ekser kısmıyla yıkıcı bir psikolojik hastalık salgınının etkisi altına girebilir mi? On milyonlarca insan — adeta su içenin aklını yitirip delirdiği masaldaki o zehirli pınarın suyundan içmişcesine– aklını, izanını, vicdanını, ahlaki değerlerini ve insani duyarlılıklarını tümden ya da kısmen yitirebilir mi?

Tarihte yaşanmış trajediler bunun maalesef mümkün olduğunu söylüyor. Hastalıklı bir ideal, iktidar ve güç peşine düşen veya sürekli pompalanan düşmanlık hisleriyle paranoyaklaşarak ruhsal bütünlüğünü yitiren ya da sapıtarak yoldan çıkmış bir liderin peşine takılan toplumların ancak ileri düzey ruh hastalarından beklenebilecek kitlesel tavırlar sergileyebildikleri görülmüştür. Sosyal/toplumsal psikolojinin ilgi alanına giren bu kitlesel sapkınlıklar Stalin Rusyası, Mussollini İtalyası, Hitler Almanyası ve daha pek çok yerde uç vermiş, büyük acılara ve kitlesel yıkımlara yol açarak on milyonlarca hayatı yok etmiştir.

Stalin, Mussolini ve Hitler şüphesiz ki on milyonlarca insanın hayatını karartan hastalıklı tavırlarına, peşlerine takmayı başardıkları kendilerine inanmış geniş kitlelerden büyük destek buluyordu. Bu canilerin aşağılık kompleksleriyle örüntülenerek büyüklenme sapkınlarıyla hubrise dönüşmüş bireysel ruhsal hastalıklarının süreç içerisinde toplumlarının neredeyse tamamına nasıl sirayet edebildiğini görmek hakikaten şaşırtıcıdır. Tıpkı bugün Erdoğan’ın muhaliflerine acı çektirmekten haz alan sadistik sapkınlıklarının, adeta birer erdemmiş gibi bunları sorgusuz benimseyen neredeyse tüm topluma sirayet etmesi gibi.

Türkiye bugün maalesef bir toplumsal psikolojik salgının, tedavisi müşkil bir kitlesel ruh hastalığının etkisi altında. Koskoca bir toplum Erdoğan’ın 7/24 çalışan bir jenaratör gibi üreterek yaydığı aşağılık kompleksiyle kibrin, korku ile aşırı özgüvenin, sadizmle şizofreninin içiçe geçtiği hastalıklı bir ruh haleti içerisinde. Her türlü yolu mübah görerek kullanmaktan çekinmeyen Erdoğan, peşine takmayı başardığı güya dindar ve muhafazakar kitleleri kadın-erkek, yaşlı-genç demeden insanların canını yakmaktan, başkalarına eziyet vermekten zevk alır; neredeyse tamamını kontrol altında tuttuğu medya üzerinden yürüttüğü yoğun kara propaganda ve iftira kampanyalarıyla ötekileşitirilenlerin acılarından, üzüntülerinden haz duyar hale getirmeyi başardı. On milyonlarca insanı kendilerine hedef gösterilenlere eziyet etmekten ve yapılan eziyetleri izlemekten hoşlanan basit sadistlere dönüştürdü.

Marquis de Sade, sadizmin özünün başkaları üzerinde egemenlik kurmak olduğunu savunmuştu. Bu görüşe göre, daha fazla güç ve iktidar tutkusunun esiri olan sadist, hedefe koyduklarını iradeden yoksun bir araç haline getirmek arzusuyla yanıp tutuşur. Bu amacına da ya gönüllü olarak peşine takılanların iradelerine hükmederek ya da hedefe koyduklarının iradelerini tamamen yok ederek ulaşmaya çalışır. Tarihte iyi biten bir sonu hiç görülmeyen trajik hikayeleriyle kitlesel faşizme zemin oluşturan bu iktidar hırsını kendisinde bir hak olarak görür.

Faşizmden başka çıkışı olmayan sadist bir lider, sahip olduğu güç ve iktidarla milyonları etkisi altına alır. Şüphesiz başkalarının hayatlarını karartma, hatta ellerinden alma gücü bir çeşit ”üstün güç” psikozudur. Hedefe koyduklarının hayatını yok etme gücünü bile elinde tutuyor olmasından hareketle aşağılık kompleksini bastırmaya çalışır, yok etmeye çalıştıklarından güçlü olduğu sanısının hazzını yaşar. Ama ne yazık ki psikologların bu duruma dair teşhisi farklıdır: Aşırı güç ve iktidar tutkusu güçlülükten değil, zayıflıktan kaynaklanır. Bireysel benliğin tek başına ayakta kalma becerisinden yoksunluğunu gösterir. Eric Fromm’a göre ise, gerçek öznel gücün olmadığı yerde ikincil bir gücü kazanma yolunda umarsız bir çabadır bu.

Peki Hitler ya da Erdoğan örneklerinde olduğu gibi milyonlarca masum insana acılar çektirme, kimsede huzur bırakmayacak büyük yıkımlara yol açma pahasına girişilen bu çabaya milyonlarca insan neden destek olur? Yoksa kendilerine rol model aldıkları bir sapkının marazına hepsi birden mi yakalanmışlardır? O rol modelleriyle aynı sadistik haz zemininde buluşacak kadar mı akıllarını, vicdanlarını, ahlaklarını ve insanlıklarını yitirmişlerdir?

İnsanların iktidar sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen uymaya ve itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçen deneyleriyle (Obedience/İtaat isimli belgeselini izlemek için linke tıklayın) meşhur Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram’ın bu toplumsal histeriye ve kitlesel sadistik savrulmaya dair iki önemli kuramı vardır. Bunlardan ”Uyum Kuramı”na göre, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan kitleler, kararı içinde bulundukları gruba ve gruptaki hiyerarşiye bırakır. Böylece adeta bir sürüye dönüşen kitle bir davranışsal model oluşturur. Parçası haline geldiği bu davranış modelinin yol açtığı acılardan ve mağduriyetlerden kitle kendisini soyutlar, yaptıklarından ahlaki ve insani mesuliyet duymaz.

İkincisi ise ”Araçlaşma Kuramı”dır. Milgram’a göre, ”İtaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler.” Bu yaklaşım askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, tüm sorumluluğun komutanlarında olduğunu bilerek yerine getirirler.

Peki hukuken suç, ahlaken ayıp, dinen günah olan eylemlerde emir-komuta mesleği olan askerlik için bile sorgulanabilir bu yaklaşım, tavır ve işlemlerin topyekün bir toplum tarafından benimsenmesi normal midir? Kendisini ahlakız ve acımasız bir faşizmin rüzgarına kaptırmış bir toplumun ruhsal bütünlüğünden ve psikolojik/akli sağlığından bahsetmek ne kadar mümkündür? İdolleştirerek adeta ilahlaştırdıkları Erdoğan’ın hiçbir yalanını, iftirasını, sıradanlaşan çelişkilerini ve onca somut delillerine rağmen yaptığı yolsuzlukları, işlediği ulusal ve uluslarası nitelikteki suçları göremeyen, görmek istemeyen, görse de umursamayan on milyonlarca insanın vicdanen rahat, ahlaken tutarlı, aklen ve ruhen sağlıklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Erdoğan’ın verdiği talimatlara kendilerini ve tüm insani değerleri feda etme pahasına sorgulamadan itaat ederek mobilize olan on milyonlarca insanın bulunduğu bir toplumun psikolojik sıhhatinden bahsedilebilir mi?

Stanley Milgram, büyük tartışmalar yaratan, pek çok kitaba, filme, belgesele ve hatta şarkıya konu olan deneylerinde sıradan bir insanın basit bir deney gözetmeninden (otorite) aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek istemişti. Deneye katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile otoritenin beklentilerini ve talimatlarını çeliştirmişti. Kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazanmıştı.  Yetişkin insanların, bir otoritenin komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik bilim dünyası ile birlikte bizzat deneyi yapan Milgram’ı bile şaşırtmıştı.

Deneyin sonuçları göstermişti ki, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan ve kalkışmayacak olan sıradan insanlar, sapıtmış bir otoritenin talimatları ve yönlendirmeleriyle adeta bir ruh hastalığı salgınına yakalanmış gibi korkunç bir yoketme işleminin parçası olabiliyor. Yaptıkları ya da parçası oldukları işin sebep olduğu acıları, mağdurlarını ve yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen en temel ahlaki, insani ve vicdani değerlerle çelişen bu çabada pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görülmüştü.

Bugün halkın bir kısmının çektiği acılardan sadistik bir haz alan hastalıklı ve paranoyak bir siyasi iradenin talimatlarıyla yüz binden fazla kamu çalışanını işinden eden kamu çalışanları, onbinlerce masum insanı hapislere tıkan emniyet ve yargı mensuplarının içerisine düştükleri zavallı ruh haleti ve acınası durum ortada. ”Emir kulu” olma bahanesine sığınma acizliğindeki bu kamu görevlilerinin bile ahlaken savunulacak bir yanı yokken kendilerini bu furyaya teslim eden on milyonlarca sıradan insanın  ve hatta kendilerine aydın diyen zümrenin zulme ortak olarak bundan zevk almasının bir psikoloijk salgın hastalığa düçar olmaları dışında nasıl bir açıklaması olabilir ki?

Allah bu millete acilen şifalar versin!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin