Faşizm günlerinde seçim

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Türkiye’de mevcut sistemin kâğıt üzerinde geçerli, ancak uygulamada askıda olan 1982 anayasası ile belirlenen sistem olmadığı gayet açık. OHAL ortamında, cumhurbaşkanının anayasal olarak kendisinde olmayan yetkileri ve bürokrasisinin tümüyle kontrolünü gasp ettiği bir oldu-bitti rejimi, bir fiili yönetim biçimi var. Bu rejimde insan hakları ihlalleri sıradanlaşmış ve sistematik olarak uygulanırken, on binlerce siyasi tutsak hapishanelerde gayri-kanuni ve hukuka tümüyle aykırı olarak tutulurken, yüz binlerce kamu görevlisi KHK’larla anayasa ve yasalara aykırı şekilde, ihanetle ve terörizmle suçlanarak ihraç edilmiş halde, hangi seçimler diye sormayalım mı?

TRT Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na 68 saat konuşma şansı vermiş, oysa CHP ve İnce 6 saat, İyi Parti ve Akşener 13 dakika konuşmuş! HDP ve Demirtaş ise sıfır dakika! Bu oranlar tüm ulusal kanallar ortalamasında da çok farklı bir tablo ortaya koymuyor. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararına karşın Mehmet Altan’ın hala hapishanede olması, yüksek yargının ve uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülüklerin Türkiye tarafından nasıl uygulandığı daha doğrusu uygulanmadığı konusunda sanırım net bir fikir verebilir. 2017 Referandumu sonrasında çalınan oylar ve YSK manipülasyonunun referandumun sonucu üzerinde belirleyici rol oynamış olmasına karşın, nasıl muhalefetin itirazlarının sonuç vermediği ve sonuçta her şeyin kabullenildiği, nasıl kısa sürede hayatın olağan akışına geri dönüldüğü hatırlanmalı.

Ülkede seçim kampanyasının – antidemokratik ve anayasa-yasalara aykırı kısıtlamalar haricinde – en önde gelen sorununun konvansiyonel ve ilkel seçmenle doğrudan kontak kurma üzerine kurgulandığını gözlemliyoruz. Meydanlara insan toplama ve onlara uzun süre hitap etme yöntemi izleniyor. Bu yöntemle kitleleri mobilize edilmeye çalışılıyor. Retorik egemen bir yöntem bu. Dinleyen kitlelerin taraftar psikolojisiyle hareket ettikleri açık. Konuşmaların metinleri genellikle husumet ve karşılıklı akıldışı vaat yarışı üzerine inşa ediliyor. Lider merkezli, tabiatıyla ötekileştirici, biz duygusu oluşturmak için kutuplaştırıcı bir diskur bu kampanyaların temel özelliği. Temel strateji bu yönde.

Erdoğan neden diğer adaylarla bir araya gelmiyor?

Erdoğan’ın diğer adaylarla bir araya gelmemesi, stratejinin bir başka ayağını oluşturuyor.  Esasında Rusya ve Orta Asya cumhuriyetlerinde, Azerbaycan gibi Sovyet ardılı ülkelerde uygulanan bu taktikle, formel başkan adayları ile “lider” arasında bir uçurum olduğu hissi oluşturulmaya çalışılıyor. Mevcut başkanın neredeyse ilahlaştırıldığı, devletin ete-kemiğe bürünmüş şekli olarak lanse edildiği bu algı operasyonunda, diğer adayların tümü devlerin düşmanı, ulusal çıkarların altını oyan hain, dış güçlerle işbirliği yapan satılmış veya kandırılmış aciz kişilikler olarak propaganda çalışması yapılıyor. Lider için ise vatanı için riskler alan, devrimci, güçlü, icraatçı, stratejist, cesur, vatansever, milli ve yerli gibi karakter özellikleri inşa ediliyor ve propaganda metinlerine yerleştiriliyor. Dahası, iç ve dış siyasetin seçimlerde lidere avantaj sağlayacak şekilde kullanılmasından oldukça sık şekilde yararlanıldığı gözlemleniyor. Türkiye’de hâlihazırda tüm bunlar seçim stratejisinde kullanılıyor.

Demirtaş, halen Türkiye’de en çok oy almış üçüncü partinin adayı ve neredeyse iki yıla yakın zamandır hapishanede. Seçimlere bu ortamda katılan HDP’nin onlarca milletvekili hukuksuzca ve keyfi uygulama neticesinde hapiste. Yine aynı partiden yüze yakın belediye başkanı ile yüzlerce yerel yönetici ve görevli, aynı hukuksuzlukla gayet keyfi ve hukuk dışı gerekçelerle içeride tutuluyor. Koca bir parti ve düşüncesi, kriminalize ediliyor, sistem dışına itilmiş bir durumda. Bu durumda, milyonlarca oyun karşı karşıya kaldığı eşitliksiz, adil olmaktan son derece uzak ortam, yine bu seçimlere çok belirgin bir etkide bulunuyor. Buna bir gölgeden ziyade, yapısal bir durum olarak yaklaşmak zorundayız!

Seçim kampanyalarının Erdoğan ve diğerleri arasında finansman bakımından ciddi farklılıklar içerdiğini söylemeliyim. Devlet olanaklarının ifadesini sevmiyorum – bunun yerine daha doğru ifadeyle, vergi ödeyen vatandaşların paralarının Erdoğan ve AKP tarafından seçim çalışmalarında kullanıldığı, devlete ait olan araçların – mesela Cumhurbaşkanına veya Başbakana tahsis edilmiş olan uçakların – kampanya sürecinde ulaşım için kullanılması, artık üzerinde bile durulmayan, kanıksanmış bir gerçek. Ama bu, bu durumun normal olduğu anlamına gelmiyor. Milyarlarca liralık vergi gelirleri ile devletin sahibi olan ve kamu görevi haricinde kullanılmasının yasal olmadığı araçların Erdoğan’ca kullanımı da, profil olarak daha çok Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde görülen bir tutum.

Eskiden Cihan Haber Ajansı veya Doğan Haber ile sağlama yapılıyordu

Medyanın oy kullanma işlemi başladıktan oy kullanma işlemi son bulana kadar ve sonrasında kesin olmayan sonuçların ilanına kadar, ne tür bir yayın yapacağı da hayati önemde. Eskiden Cihan Haber veya Doğan Haber, Anadolu Ajansı / TRT bazlı verilere karşı ciddi bir sağlama yapma olanağı veriyordu. Ancak Cihan kapatıldıktan ve Doğan önce teslim olup sonra da karşılıksız çek üzerinden Havuz’a geçirildikten sonra, bu sağlamayı yapabilme olanağı kalmadı. Dolayısıyla, 2015’te örneğin, Anadolu Ajansı başlangıçta AKP oylarını %56 civarı verirken, Cihan Haber Ajansı AKP oylarını %41 civarı vermiş, sonrasında kesin sonuçlarda AKP %40 civarı oy almıştı. Şunu demek istiyorum; artık Anadolu Ajansı ve Doğan Haber, altyapı olarak seçimler gibi büyük çaplı bir organizasyonu topluma yansıtabilecek teknik donanıma ve personele sahip haber mecraları. Bunların dışında başka bir haber kaynağımız olmayacak. Her ikisi de rejim güdüm ve kontrolünde olan bu mecraların nasıl bir yayıncılık anlayışı çerçevesinde yayın yapacağı sanırım herkesin malumu. Onlardan sağlanan veri girişi üzerinden tüm Türkiye’de ulusal kamu TV’leri ve özel TV’ler yayın yapacak.

Yüksek Seçim Kurulu, mühürsüz oy pusulalarının sayılması yönündeki yasal mevzuat değişikliği sonrasında çok güçlü bir manipülasyon aracına dönüşmüş vaziyette. YSK kararları bilindiği üzere yüksek yargı tarafından bile denetlenemiyor. Zaten yüksek yargı da sizlere ömür. Hukuk devleti ile beraber ortadan kalkan yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı, yine Saray’ın elide sınırsıza yakın bir kontrol sağlıyor. Buna SEÇSİS sistemini de ekleyin. Sonuçta oylarının sayımı elektronik ortamda gerçekleşecek. YSK ve SEÇSİS üzerinden sağlanacak manipülasyon ortamından Erdoğan yararlanmayacak diyenler ellerini kaldırsın! Bu arkadaşlar umarım haklı çıkarlar. Ama bir seçim analizinin otoriter bir rejimde temennilere dayanması ne derece sağlıklı olur, onu da mantıklı okurların takdirine bırakayım.

Ülkedeki fiili rejim, kurumsal zafiyet (YSK artı SEÇSİS) ve medya hâkimiyeti (AA ve DHA üzerinden) seçimin kaderini belirleyecek. Türkiye bir lider veya parti seçmiyor. Türkiye, sadece fiili rejimi formel hukuki rejime dönüştürüyor. Muktedirin tek ilgilendiği bu!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin