Evet ya, tabii ki de, Erdoğan’ın bunca hazırlığı ‘fetö’ içindir!

Yorum | Bülent Keneş

1917 Ekim Devrimi’nden bir süre sonra Lev Troçki tarafından kurulan Kızıl Ordu, 2. Dünya Savaşı’nı takiben 1946 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Silahlı Kuvvetleri adını almış ve dünyanın en güçlü ordularından biri haline gelmişti. Bu ismi 1991’e kadar resmen taşısa da SSCB Silahlı Kuvvetleri hep Kızıl Ordu olarak bilinmiştir. Kızıl Ordu, Soğuk Savaş yıllarında ABD’ye karşı giriştiği silahlanma yarışı neticesinde gerek konvansiyonel gerek nükleer silah kapasitesi bakımından o dönem yenilmez bir güç olmuştu.

Dünyanın bütün denizlerinde aynı anda savaşacak güce ulaşan Kızıl Ordu’nun, 1970’li yıllardan itibaren kendi topraklarından bütün NATO ülkelerini vurabilecek gücü vardı. Nükleer silah kapasitesi 14 bin nükleer savaş başlığına kadar çıkmıştı. On binlerce tank, bir o kadar savaş uçağı, savaş gemileri ve denizaltılarıyla uzun süre silah sanayiinin de öncü ülkesi olmuştu. 

Daha sonra kurulacak Varşova Paktı’nın başat gücü olan Sovyetlere karşı örgütlenen NATO sayesinde Türkiye, Rusların komünist yayılmacılığına karşı korunma imkânı bulmuştu. Hızla silahlanan ve o günkü nüfusuyla mukayese edildiğinde 1 milyonluk devasa bir orduyu beslemek için bütçesinden aslan payını hep savunmaya ayıran Türkiye de kendi çapında silahlanma yarışında yer almıştı. Yerli üretimi son derece kısıtlı olduğu için daha ziyade ABD ve diğer NATO ülkelerinin “ihtiyaç fazlası” adı altında demode silah, ekipman ve mühimmatının sevk edildiği bir ülke haline gelmişti. 

“RUMLAR, YUNANLAR İÇİNSE ÇOK FAZLA, BİZİM İÇİNSE ÇOK AZ”

Silah altındaki asker sayısı açısından NATO’nun 2. en büyük ordusu olan Türkiye, bu silahlanmanın ve silah altındaki 1 milyondan fazla askerin Kızıl Ordu’ya karşı bir tedbir olduğunu açıktan deklare edemediği için bu çabasına Rumlar ve Yunanlarla Kıbrıs ve Ege’de yaşadığı itişmeleri gerekçe göstermeyi tercih ediyordu. Türkiye’nin bu tavrı, Türk yetkililerin o günlerde Sovyet askeri ve diplomatik çevrelerinden en fazla duydukları alaylı takılmanın konusunu da oluşturuyordu. Sovyetler gördükleri pek çok Türk yetkiliye “Yahu neden silahlanmaya ve orduya bu kadar büyük meblağlar harcıyorsunuz. Bu kadar büyük bir ordu beslemeniz ve silahlanmanız şayet Yunanlar ve Rumlar içinse, siz de biliyorsunuz ki, bu onlar için çok fazla. Yok şayet bu kadar asker ve silahlanma bizim içinse, şunu iyi bilin ki, bizim için çok az.” 

Planlı, programlı bir şekilde Türkiye’de kemiksiz, kılçıksız tam teşekküllü bir tek-adam rejimi kurmak için kolları sıvayan AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da, İslamofaşist rejim kurma yönünde benzer bir yol izliyor. Erdoğan, azıcık aklı-izanı bulunan, kendisini türlü bahanelerle avutup aldatmak yerine gerçeklerle yüzleşme cesareti olan herkesin rahatlıkla görebileceği devasa adımları, kamuoyu nezdinde ötekileştirerek şeytanlaştırmayı başardığı masum Hizmet Hareketi’ne taktığı “fetö” safsatasına karşı olduğu palavrasıyla paketleyip başarılı bir şekilde kamufle edebiliyor. 

MUHALİFLERE EN ACI HAPLARI TEREYAĞINDAN KIL ÇEKER GİBİ YUTTURUYOR

Bu paketleme başarısı sayesinde sadece peşine taktığı sürüleri ikna etmiyor, güya muhalif çevrelere bile en acı hapları, en radikal adımları tereyağından kıl çeker gibi yutturabiliyor. Söylem itibariyle kendisine en zıt kesimleri bile şeytani planlarının, komplolarının birer neferi haline getirebiliyor. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan’ın siyasi hayatı boyunca icat ettiği en kullanışlı aparatı en sıkıştığı anda uydurduğu “fetö” safsatası oluşturuyor. Bir Allah’ın kulu da çıkıp, “Yahu Allah aşkına, bu yaptıkların şayet uydurduğun ‘fetö’ içinse çok fazla, yok Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm kurum ve kuruluşlarıyla ortadan kaldırmak, Türkiye’yi medeni dünyadan tamamen koparmak içinse…” demiyor, diyemiyor.

Erdoğan, uydurduğu işte bu kullanışlı safsatayla, yarım yamalak da olsa nabzı son yıllara kadar hak ve hukuktan, evrensel değerler ve bireysel özgürlüklerden, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana atan Türkiye’de 150 yıllık demokratikleşme birikiminin verimi olan müesses nizamı yerle bir etmeyi başardı. Ülkeyi baştan aşağı bir enkaz yığınına çevirdi. Bunu yaparken de tıpkı bir şehrin en kalabalık yerinde girişilen yıkım, inşaat ya da restorasyon faaliyetlerinde şantiye veya inşaat alanının çevresini kaplayan bir branda gerer gibi “fetö” kamuflajını giriştiği yıkım faaliyetinin üzerini örtmekte son derece başarılı bir şekilde kullanmasını bildi. 

Klasik “cambaza bak” taktiğiyle “fetö” safsatasını kendisine siper edinip Anayasa’yı tuvalette bile kullanılamayacak adi bir kağıt parçasına çevirdi. “fetö” hipnozu sayesinde en muhaliflerinin bile aklını başından aldı, kendi payandası haline getiremediklerini dahi olanı biteni aval aval seyreder hale getirdi. Bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmeye çaba harcayanlar ise, Erdoğan’ın fecaatlerini Anayasa Mahkemesi’ndeki Erdoğan’ın kurşun askerlerine şikayet etme saçmalığının bir adım ötesine geçemedi.

“ALLAH’IN BİR LÜTFU” OLAN 15 TEMMUZ’LA ELİNE ALTIN FIRSAT GEÇİRDİ

2009 yılında Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcı ve hakimleri hallaç pamuğu gibi atabilme tecrübesinin verdiği özgüvenle Erdoğan, 2013 Aralık ayında “fetö”yü henüz icat etmediği o dönem için dolaşıma soktuğu “Paralel Devlet” safsatası sayesinde hırsızlığına, yolsuzluğuna, rüşvetçiliğine, komisyonculuğuna suç üstü yapan yargıyı ve polisi darma duman etmeyi başarmıştı. O günden bu yana hesap vermek yerine savaş açtığı hukuka ve anayasal kurumlara karşı hamle üzerine hamle gerçekleştirdi. Polis teşkilatını millilik vasfından koparıp siyasi gündemine, hedeflerine göre emrine amade bir milis gücüne çevirdi. Yargıyı, 1000 yıl sonra geleceklerin bile lanetle anacağı gözleri Erdoğan’dan gelecek bir işarete teşne, kulakları ondan gelecek bir talimata amade halde bekleyen, mesleklerine ve adalet ihtiyacına ihanet içerisindeki şahsiyetsiz kapı kullarına çevirdi. Boyun eğmeyen veya eğmeyeceğinden şüphelendiği binlercesini ise, yıkımda vites büyüttüğü 15 Temmuz 2016 kumpasından sonra görevlerinden alarak hücrelere tıktı. 

Erdoğan’ın yıkım faaliyetleri bununla da kalmadı. Bildiğimiz anlamda devletin DNA’sını toptan değiştirecek, hukuk ve nizam adına ne varsa yerle bir edecek yeni bir hamleye, ondan sonra yapacaklarını üzerine basarak gerekçelendirebileceği bir travmaya ihtiyacı vardı. Zamanla kurgulanarak nasıl sahnelendiğinin ortaya çıkacağından hiç şüphe duymadığım 15 Temmuz kanlı kumpası sayesinde Erdoğan, 2011’den beri tedrici olarak yürürlüğe koyduğu yıkım projesini tamamlayabilmek için eline altın bir fırsat geçirmiş oldu. 

O gece sıcağı sıcağına “Allah’ın bir lütfu” derken bunu elbette ki “laf olsun torba dolsun” diye söylemiyordu. Bu kanlı komplonun o güne kadar giriştiği tüm hukuksuzlukların, işlediği ulusal ve uluslararası tüm suçların üzerini örtecek kalın bir şal olacağını, o günden sonra girişeceği çok daha büyük hukuksuzluklara ve işleyeceği suçlara çok kullanışlı bir mazeret olacağını en iyi kendisi biliyordu. Bir fiili planlayan ve yapandan o fiili daha iyi kim bilebilir ki zaten? 

Hakikaten de şeytani planları için “Allah’ın bir lütfu” oldu 15 Temmuz. Yok edilmesinin icap ettiğini düşündüğü toplumsal kesimleri ve kurumları belli ki kafasında çoktan listelemiş, sınıflandırmış ve kompartmantalize etmişti. Daha sonraki hamlelerinde kendisine engel çıkarma potansiyeli gördüğü için önceliği verdiği grupları toplumdan ayrıştırarak üzerlerinden silindir gibi geçecekti. Böyle bir şeyi hukuk içerisinde yapması mümkün olmadığından, psikolojik olarak önceden hazırlayarak seferber ettiği şuursuz kitlelerin desteğiyle, kendi ürünü olan 15 Temmuz gerekçesiyle hazırladığı hukuksuzluk ortamını sonuna kadar kullandı. 

TİYATRO SAHNESİNDE DUVARA ASILI TÜFEK VE 15 TEMMUZ KUMPASI

Olanlar herkesin malumu. 200’e yakın gazeteyi, yüzlerce sivil toplum örgütünü, binlerce eğitim kurumunu kapattı, binlerce şirkete el koydu, 150 binden fazla kamu görevlisini işten attı, 100 binden fazla insanı gözaltına aldırttı, 60 binden fazlasını hapse attırdı. İki bin yıllık ordunun onurunu iki paralık etti, belini kırdı. On binlerce ihraçla partizan bir milis gücüne çevirdiği polis teşkilatını iyice radikalleştirdi ve emirlerine gözü kapalı itaat eden hukuksuz bir terör örgütü gibi hareket eder hale getirdi. Ordu için de poliste gerçekleştirdiklerini bir model olarak aldı. Polis okullarını ve akademilerini bir süreliğine kapattığı gibi aynısını harp okulları ve akademileri için de yaptı. Vasat altı bir yandaş tarihçinin yönetiminde bu okulların yerine silahlı bir militan grubun eğitimi için Savunma Akademisi’ni kurdu. 

“Bir tiyatro sahnesinin dekorunda duvara asılı bir tüfek varsa o tüfek oyun bitmeden mutlaka kullanılır,” ilkesi 15 Temmuz tiyatrosunda da işlevseldi. O meş’um 15 Temmuz gecesi girişilen her tuhaf eylemin aslında 15 Temmuz sonrası girişilecek olan, önceden planlanarak altyapısı hazırlanmış, hamlelere gerekçe ve mazeret oluşturmak için yapıldığı zamanla ortaya çıktı. Hiçbir darbe girişiminde rastlanmayan 250 sivilin öldürülmesi, Boğaziçi Köprüsü’ne silahsız askerlerin ve askeri okul talebelerinin yığılması, Meclis’in ve polis binalarının bombalanmasının oluşturduğu mazeret üzerinden Erdoğan, vites büyüttüğü yıkım işini kaldığı yerden sürdürmeye devam etti. Şöyle bir düşünün, oraya ne için getirildiklerini dahi bilmeyen emir kulu yüzlerce harp okulu öğrencisi o gece tek yönü kapatılan Boğaziçi Köprüsü’nde olmasaydı Erdoğan, binlerce yıllık bir geleneğin üzerine oturmuş olan harp okullarını hiçbir itirazla karşılaşmadan bu kadar kolay kapatabilir miydi? Bunun gibi daha sayısız örnek verilebilir…

Ama Erdoğan’ın ne yıkım faaliyeti, ne de yerine koyacaklarını koyma süreci tamamlanmış değil. Bütün bu süreci hep hukuksuzlukla, oldu-bittiyle, kumpasla, alavere dalavereyle, kan dökerek, can alarak ve başka devasa suçlar işleyerek sürdürdüğü için Erdoğan dönüşü olmayan tek yönlü bir yola girmiş durumda. Bu yüzden de yıkma, yok etme ve yerlerine her şeyiyle kendisine ait yeni bir devlet ile her şeyiyle dünkünden farklı yeni bir millet koyma çabasını durdurma imkanı yok artık. Hep daha büyük hamleler yapmak, hep daha büyük kumpaslar kurmak zorunda. Gözünü açabilecek, başını kaldırabilecek tek bir kişi kalmayıncaya kadar da bu çabasına devam etmek mecburiyetinde.

HAZIRLIĞINI YAPMADAN, ŞARTLARI OLGUNLAŞTIRMADAN HAMLEYE GİRİŞMİYOR

Öte yandan, tüm bu yaşananların herkese öğrettiği bir şey varsa, o da Erdoğan’ın önceden hazırlığını yapmadan, altyapısını oluşturmadan, şartları kendisi için olgunlaştırmadan ve artık zamanının geldiğine inanmadan hiçbir hamleye girişmediğidir. Bunun tek istisnası belki de Gezi Parkı Protestoları ve 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarıdır. Kendi içinde son derece rasyonel ve akıllıca hareket ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Erdoğan şayet bir şeyi gündeme getirmişse emin olun ki o konuda toplumun en az yarısını sadece psikolojik olarak değil, fiili gereklilikler açısından da o yapacağı şeye çoktan hazırlamış, yapacağı o şeyi sahaya aktaracak unsurları çoktan oluşturmuş, eğitmiş, donatmış ve harekete geçmek için kendisinden gelecek olan bir işareti bekler hale çoktan getirmiştir. 

Medyasızlığın ve muhalefetsizliğin kendisi için yarattığı muazzam bir ortamda, denetim, kontrol ve gözetimden azade bir şekilde, normal şartlarda gayr-i ahlaki, gayr-i insani, gayr-i hukuki, gayr-i nizami, gayr-i meşru ve illegal görülebilecek her türlü altyapıyı kimselerin ruhu bile duymadan dilediğince hazır edebiliyor.  Hazırlıkların tamam olduğundan emin olduktan sonradır ki o konuda atılacak adımı gündeme getiriyor. Ülkedeki sözde muhalefet, oluşan gündemin peşinde nal toplayıp laf ebeliğini iş edinip günü kurtarmaya çalışırken Erdoğan genellikle çok daha ileri, çok daha radikal bir sonraki adımlarının hazırlıklarına çoktan başlamış oluyor. 

Son Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) konusunda olan da budur. Olağanüstü Hal’in (OHAL) kalkmasını bile gündem yapamayan sözde muhalefet, insanlık dışı tek tip elbise uygulamasına karşı bile henüz yeterli yığınak yapamamışken, düşünün ki yeni KHK’ler tek tip elbiseyi unutturacak bir vahamette çıkabiliyor. Ve buna dair muhalefetten tek bir kişinin bile ne herhangi bir bilgisi ne de hazırlığı bulunuyor. Benimki de laf. Hangi muhalefetten bahsediyoruz?

Bir muhalefet düşünün ki, Despot Erdoğan’ın yıkım ve kendi hukuksuz düzenini inşa etmekte çok kullanışlı bir maymuncuk haline getirdiği “fetö” söylemini en az onun kadar benimsemiş olsun ve her gün ondan daha iştahla kullansın… Bir muhalefet düşünün ki, yıkımın, tahribin, haksızlıkların ve hukuksuzlukların üzerine gideceğine, gecesini gündüzünü, aylarını yıllarını kendisinin Erdoğan’ın uydurduğu o safsataya dahil olmadığını ispatlamakla geçirsin… Bir muhalefet düşünün ki, yaşanan onca kepazelikleri bir türlü gündem yapamasın da Erdoğan’ın uydurduğu her gündemin peşinde koşturup tık nefes kalsın… Bir muhalefet düşünün ki, tek işlevi gayr-i meşru tek adam rejiminin görüntüsünü kurtarmak ve ona şeklen de olsa bir meşruiyet alanı oluşturmak olsun… Bir muhalefet düşünün ki, adı olsun ama kendisi hiç olmasın… 

Muhalefet derken burada elbette ki kurtluktan Saray çomarlığına, dün tükürdüklerini afiyetle yalayan siyaset çakallığına aleni geçiş yapanları kastetmiyorum. Kast ettiğimiz hala muhalefetmiş gibi yapanlar…  

HEDEFE KOYDUĞU MENZİLE YÜRÜYÜŞÜNDE YENİ BİR KAVŞAĞA GELDİ 

Şurası net ve açık ki, son KHK’ler ile Erdoğan hedefe koyduğu menzile doğru hızlı yürüyüşünde yeni bir kavşağa gelmiş oldu. En hafif deyimiyle, radikalleştirerek militanlaştırdığı, silahlandırarak ihtiyaç duyduğunda sokaklara salacağı yandaşlarına muhalif gördüklerini “öldürme lisansı – licence to kill” veren bu KHK ile Erdoğan rejimi, sadece devletlere has bir imtiyaz olan güç ve zor kullanma hakkını yandaşı kitlelere devretmiş oldu. Böylece, benzer karşıtlarını da hızla üretme potansiyeli olan yeni ve kanlı bir sayfayı açmış oldu. Sistematik bir şekilde yıkarak enkaza çevirdiği bilindik anlamdaki devletin tabutuna son çiviyi de çaktı. Gücü ve cüreti olanın hükümran olacağı illegalite ve anarşinin kol gezeceği bir yeryüzü Cehennemi’nin kapılarının her iki kanadını ardına kadar açtı. 

Sanılmasın ki bunu, bir gece aklına geliverdi de ansızın yaptı. Tüm diğer hamlelerinde olduğu gibi Erdoğan bu hamlesinin de ön hazırlıklarını yıllar öncesinden başlayarak tamamladı. Yağmaladıklarını ve talan ettiklerini dağıtarak para ve imkan manyağı yaptığı tarikatları ve dini grupları radikalleştirip hepsini dindarlıktan ziyade siyasal İslamcılığın neferi haline getirmesi boşuna değildi. Milyonlarca gencin zorla kaydettirildiği İmam Hatipler’de endoktrine edilerek militanlaştırılması yönündeki çabaları boşuna değildi. 

Parti teşkilatının el-Kaide, IŞİD zihniyetli radikal İslamcıların rahle-i tedrisine dönüştürülmesi boşuna değildi. Polis Teşkilatı’nın partizan bir milis örgütüne çevrilip ordunun bir daha doğrultulamayacak şekilde belinin kırılması, Genelkurmay Başkanı koltuğundaki kişinin şahsında subaylık mesleğinin salon çocuğuna, sevimsiz bir magazin malzemesine dönüştürülmesi boşuna değildi. 

SADAT benzeri radikal İslamcı yapıların, herhangi bir yasal zemini olmadığı halde, binlerce elemanıyla örgütlenerek yıllardır rahatlıkla faaliyet sürdürür hale getirilmeleri boşuna değildi. Yandaş emekli askerlere ve polislere yüzlerce güvenlik şirketi kurdurup geniş salahiyetler verilerek yüzbinlerce insana silah dağıtılması boşuna değildi. Şimdilerde parti teşkilatlarından toplanan gençlerden on binlercesine uygun bir üniforma giydirip adlarına subay, polis, mahalle bekçisi vesaire denilmesi boşuna değildi. 

ÇOKTANDIR “BAŞKALDIRIRLARSA EZİP GEÇERİZ” POZİSYONUNDA

Elemanlarını silahlandırdığını ve silahlı eğitimden geçirdiğini gizleme ihtiyacı bile duymayan Osmanlı Ocakları’nın, Suriye’de savaşmış radikal örgüt militanları tarafından kurularak hızla ülke çapında örgütlenen Halk Özel Harekat’ın (HÖH) bu kadar rahat hareket etmesi ve muktedirlerin bol paralı hoşgörülerine muhatap olması boşuna değildi. 

Sedat Peker’in liderliğini yaptığı eli kanlı çete başta olmak üzere her türlü suç örgütü, mafya ve çetenin Erdoğan’ın himayesi altında hareket eder hale gelmesi boşuna değildi. 

İBDA-C, Selam Tevhid Kudüs Ordusu, Hizbullah ile el-Kaide ve IŞİD uzantısı radikal İslamcı terör örgütlerinin, adı sürekli her türlü radikal İslamcı terör yapılanmalarıyla anılan İHH gibi kamufle unsurların Erdoğan’dan en üst derecede himaye ve destek görmesi boşuna değildi. İşin daha kötüsü ne söyleyeyim mi? Bunlar sadece bildiklerimiz… Ya bilmediklerimiz?.. 

Şurası çok açık ki, Erdoğan, bir yakınına “Başkaldırırlarsa ezer geçeriz” diyerek hedefe koyduğu karşıtlarını bir hamleye zorlayarak eyleme geçmeleri durumunda yapacakları konusunda tüm hazırlıklarını tamamlamış. Şimdilerde yattığı pusuda elini ovuşturarak o hamleyi bekliyor olmalı. Beklediği o hamle şayet gelmezse, sonrasında taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmayacağı, öyleymiş gibi gözükecek bir kurgu hamleyi 15 Temmuz’dan edindiği tecrübeyle bizzat kendisinin sahneleyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. 

Olur da muhaliflerinde yarattığı köşeye sıkışmışlık duygusuyla, yani doğal bir refleksle beklediği o hamle gelirse, Erdoğan’ın bilinen bilinmeyen onca hazırlıklarıyla yapmak istediği belli: “Ezip geçmek.” Ha, “Nasıl olsa bizi ezip geçer,” hissiyatıyla olup bitene kimse ses çıkaramazsa ne ala, Erdoğan için bu da tam bir “Allah’ın lütfu” olur ve basıp geçer.

ERDOĞAN VE PEŞİNDEKİLER BÜYÜK KAPIŞMA VE ALTIN VURUŞ İÇİN HAZIR

Tekrarlayacak olursak, öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan hedeflerine doğru yürürken mukadder gördüğü büyük bir kapışma, bir altın vuruş için tüm hazırlıklarını katmanlı bir şekilde tamamlamış. Tek bir çatlak sesin bile çıkamayacağı, işlediği insanlık suçlarından ve yaptığı yolsuzluklardan dolayı hesap sormayı kimsenin aklının ucundan bile geçiremeyeceği ideal rejiminin temellerini atmak için son kavşağa gelmiş durumda. 

Artık Erdoğan’a karşı çıkacaklar Aleviler mi olur, Kürtler mi olur, seküler çevreler mi olur, Kemalistler ya da ulusalcılar mı olur, Ergenekoncular mı olur, yoksa hepsi birden mi olur bilemem… Bilebildiğim Erdoğan’ın karşısına kim çıkacak olursa olsun “ezip geçmeye” bilenmiş olduğu… Muhalefet mi? Ha onlar hala çelik çomakla oynuyor. Kendilerini ve peşine taktıklarını oyalayıp duruyor. Erdoğan’a başta zaman olmak üzere ihtiyaç duyduğu ne varsa bahşediyor. Erdoğan’ın bunca hazırlığı ne için yaptığını anlamaktan acizmiş gibi bir görüntü veriyor veya anlamazlıktan gelerek ikiyüzlü bir tavır sergiliyor. 

Aman ha yine de siz siz olun Sovyetlerin Soğuk Savaş yıllarında karşılaştıkları Türklere nasıl takıldıklarını hemen unutun. Erdoğan’ın kanlı bir hesaplaşma için giriştiği tüm bu hazırlıklarının, (kendi tabanını diri tutmak, andavallı muhaliflerini oyalamak için uydurduğu) “fetö” için olduğunu papağan gibi tekrarlayıp durun. Boşverin bu aşağılık ismi taktığı Hizmet Hareketi’nin artık Türkiye’de esamesinin okunmadığı gerçeğini… 

Evet ya, tabii ki de Erdoğan’ın tüm bu hazırlıkları “fetö” içindir “fetö!..”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Sayin Keneş
    Aradan 17 ay geçmiş. Türkiye kamuoyu sizden şu sorunun cevabını alabilmesi, bu gün soylediklerinizin etkisi bir başka olacakti: Cemaat gibi üst düzeyde disiplinli bir yapı, geleceği aylar öncesinden bilinen bir darbe girişimine mensuplarının bulaşmasını nasıl olup da engelleyememistir?
    Bunu aciklayabilseydiniz, Erdoğan bu kozu bu kadar suistimal edemezdi.

  2. Sayın Keleş. Bütün yazdıklarınız,dile getirdikleriniz o kadar doğru ki bunlara yalan diyen hiç bir Allah’ın kulu çıkmaz kanaatindeyim.

    Ülkenin durumu analizdeki gibi . Zaten bir muhalefet olsaydı bu zulümleri ve kanunsuzlukları Şerdoğan yapabilir miydi? Daha diplomasının bile varlığını ortaya koyduramamış bir muhalefet mevcut.

    Sizler iyi-kötü dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunuyorsunuz ama burada her gün,her saat biçimsiz yüzlerini ve seslerini duymak zorunda kalan bu milleti düşünen ne yazık ki yok! Zulümlere ses veremeyenler çoğunlukta olduğu müddetçe bir Şerdoğan gider,başka despotlar gelir.

    Yurtdışındakilerden benim umudum var. İçerinin düzelebilmesi,yaşanan müthiş zorbalığı tüm dünya görmeli,yaptırım gücü bulunan devletler buna bir çare bulmalılar. Dışarıdaki akademisyenlerden hukukçulara kadar eğer bu ülkeyi düşünüyorlarsa-ki kesinlikle buna kâniyim- yaşananların son bulması için tüm gayretlerini göstermeleri gerekiyor.

    Beyin göçü ile çöken ülkemde ne yazık ki beyinsizlerin yönettiği,eğittiği bir güruh herşeye hakim vaziyette.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin