Erdoğan ve radikalleşen Türk diasporası

Avrupa’da yaşayan bir takım müslüman grupların radikalleşme eğilimi göstermesi Avrupa açısından yeni sayılabilecek bir problem alanı. Özellikle Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika ve Hollanda gibi hatırı sayılır müslüman nüfusa sahip Avrupa Birliği üyesi ülkelerde Selefi tandanslı müslüman grupların sosyal ve siyasi hareketleri ve yapılanmaları ağırlıklı olarak son on yıldır güvenlik birimleri tarafından dikkatle takip edilmekte.

İngiltere’de 2012 yılından bu yana uygulanmakta olan aşırıcı gruplarla mücadele konseptine baktığımızda bu tarz grupların faaliyetlerini terör öncesi faaliyetler grubuna sokma eğilimi olduğunu açıkça görmekteyiz. Bu konsept, dindar bireylerin sosyal ve dini farklılıklarından ötürü öncellikle toplumdan izole edilmesi, ardından radikalleşmesi ve son tahlilde kurumsallaşmış sosyal yapıların marifetiyle terörize edilmeleri safhaları üzerinde durarak, bu her üç süreci de terörizme götüren faaliyet alanları olarak tanımlamakta. Son dört-beş yılda yukarıda ismi verilen ve müslüman yoğun nüfusa sahip bir çok Avrupa Birliği ülkesi İngiltere’nin ortaya koyduğu bu yeni konsepti terör ile mücadele stratejilerine uyarlayarak harekete geçirmeyi başardılar. Şüphesiz bu ülkelerden en önemli ikisi Almanya ve Hollanda.

UETD gibi siyasal kurumların kurulması Avrupa’yı tedbir almaya sevk ediyor

diaspora spotGerek Alman ve Hollanda basınında çıkan haberlerin yekûnü gerekse bu iki ülkeye ait ilintili son iki yıllık istihbarat raporlarına baktığımızda, her iki ülkede Türk hükümeti marifetince Türk diasporasının radikalleşme eğilimi içerisine girdiği ifade edilmekte. Bu radikalleşme eğilimini açıklayan bir çok etmenin yanında özellikle iki siyasal faktör alaka göstermeye değer nitelikte. İlk olarak, başta cumhurbaşkanı Erdoğan ve farklı Türk hükümet yetkililerinin muhtelif Avrupa Birliği başkentlerinde Avrupa’lı Türk toplumunu muhatap alan ve yaşadıkları ülkelerde ki sosyal insicamı tehdit eden konuşmalar yapması bu ülkelerde büyük rahatsızlıklar uyandırmakta. Hatta, bu ülkeler Türk yetkililerince kullanılan bu dilin kendi toplumlarında Erdoğan’ı seven Türklerden müteşekkil paralel toplumlar (parallel geselschaft) oluşturma niyeti taşıdığını ifade etmekteler. İkinci olarak ise, yine Türk hükümeti marifetince bu ülkelerde Türklerin sosyal/siyasal entegrasyonunu akamate uğratan UETD gibi siyasal kurumların kurulması ve desteklenmesi bu ülkelerde ki devlet aygıtını son derece rahatsız etmekte ve tedbirler almaya sevketmekte.

Örneğin Almanya Federal İstihbarat Kurumu BND’nin bu yılın başında yayımladığı bir rapora göre Türk hükümeti için Almanya’da casusluk faaliyeti yapan 6000 kadar Alman vatandaşlığı olan Türk’ün varolması, Alman hükümetini gerek federal anlamda gerekse de bölgesel anlamda gerekli istihbari ve güvenlik tedbirlerini almaya itti. Bu tedbirlerden ötürü birçok eyalette DİTİP’e bağlı bir çok sosyal faaliyetin organizasyon izni ortadan kaldırılırken, Alman Devleti’nin bütçe ayırdığı ve Türklerin entegrasyonunu önceleyen bir çok programdan finansal destek çekme kararı alındı. Bununla beraber özellikle Aşağı Saksonya ve Baverya eyaletlerinde 2017 yılı başında muhtelif Türk camileri maalesef Alman Neo Nazi oldukları iddia edilen gruplar tarafından yakılarak, bir çok caminin önüne domuz kafası bırakıldı.

‘Biliyorsunuz değil mi ne yapacağınızı biliyorsunuz değil mi?’

Hollanda açısından da çok yakın bir örnek vermek gerekirse, özellikle son iki haftadır yaşananlar ve her iki ülkede vuku bulan sosyal ve siyasal gelişmelere baktığımızda son derece kaygı verici hadiselerle karşı karşıya olduğumuz gayet açık. Türkiye’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın yasak olan siyasal bir faaliyet yürütmek için Hollanda’da bulunması ve bu sebeple Hollanda polisi tarafından sınır dışı edilmesi iki ülke arasında ki diplomatik, siyasi ve sosyal tansiyonu zirveye taşıdı. Erdoğan’ın Hollanda’da yaşayan Türklere atfen ‘’biliyorsunuz değil mi ne yapacağınızı biliyorsunuz değil mi?’’ şeklinde ki ifadeleri; ‘’Bu yaşananlar haç ile hilalin savaşıdır’’ beyanatları Hollanda’da yaşayan bir çok Türkü sokaklara dökerek bulundukları ülkenin kolluk kuvvetleri ile mücadele etmesi sonucunu doğurdu. Hatta, Amsterdam sokakları ‘’Katil Hollanda, Nazi Hollanda’’ nidaları ile yankılandı desek sanırım abartmış olmayız.

Yukarıda ifade ettiğimiz radikal gruplarla mücadele konsepti açısından Erdoğan’ın Avrupa’lı Türk diasporasını radikalleştirme çabalarına bakacak olursak örneğin Hollanda özelinde şunu ifade etmek mümkün. Hatırı sayılır ve kendisini Wilders gibi siyasetçiler yüzünden dışlanmış hisseden bir Türk grubunun varlığı toplumsal bir gerçek (1. safha). Türk yetkililer tarafından Hollanda’da ki sosyal insicamı bozan ifadelerin kullanılması geçen haftalarda yüzlerce Hollanda’da yaşayan Türkü sokaklara sevk etmiş ve kolluk kuvvetleri ili çatışmasına sebep olmuştu (2. safha). Yukarıda’ki konseptin belki de en kritik safhası olan kurumsallaşmış sosyal yapılarla insanların terörize edilmesi merhalesi Erdoğan’ın Hollanda’lı Türkleri radikalleştirme sürecinde kısmen eksik olan faktör. Kısmen diyoruz, çünkü hali hazırda Türk hükümetinin destekleri ile gerek Almanya, gerek Hollanda gibi bir çok ülkede sayıları hiçte azımsanmayacak onlarca kurum var. Bu kurumların radikal hedeflerle insanları yönlendirip yönlendirmeyecekleri önümüzdeki günlerde birçok Avrupalı güvenlik ve istihbarat birimlerinin en çok üzerinde duracakları mesele gibi görünüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin