Erdoğan rejimi, Humeyni’nin izinde Humeyni’nin bile çok gerisinde

Yorum | Bülent Keneş | @bkenes

Ahlaksız dikta rejiminin fetvacıbaşı Hayrettin Karaman’ın verdiği fetvalarla hırsızlığı, rüşveti, yolsuzluğu ahlak edinen, azgınlıkta sınır tanımayan zulmü ve gaddarlığı beşikteki masum bebeklere kadar uzanan İslamofaşist Erdoğan rejiminin hukuken, ahlaken, dinen olmazlara cevaz veren bu sapkın fetvalar sayesinde artık yeni bir aşamaya geçtiğinin güçlü işaretleri geliyor.

Hayrettin Karaman’ın son aylarda yazılarında en az iki kez bahsettiği, radikal İslamcı birçok çömezinin ise foseptik medyasında sıklıkla tekrarladığı şekilde, Erdoğan dikta rejimi önümüzdeki dönemde tüm güzüyle kitle imha silahları üretimine odaklanırsa kimse şaşırmasın. Her türlü ahlaksızlıklarına dinden bir perde yapmak amacıyla “yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvası verip Erdoğan rejiminin hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet kepazeliği için sınırsız bir alan açan Hayrettin Karaman, yüzbinlerce masum insana reva görülen insanlık dışı zulümlere cevaz veren isim olarak da biliniyor.

YAŞANAN AHLAKSIZLIKLARDA VE ZULÜMDE KARAMANÎLERİN ROLÜ

İslam’ı ve apaçık hükümlerini hayasızca çarpıtarak ahlaksızlıklarına ve zulümlerine konforlu bir kamuflaj olarak kullanmaktan vazgeçemeyen Erdoğan ve aveneleri, hiçbir kural ve ilke tanımayan rejimlerini konsolide etmekte Hayrettin Karaman ve türevlerine çok şey borçlu. Şayet Hayrettin Karaman ve Karamanîler zihnen yaşadıkları çağlar öncesinden seslenerek Muhsin Yazıcıoğlu’nun katline olduğu gibi Hizmet Hareketi gönüllülerinin kitlesel kıyımına da cevaz vermemiş olsaydı, belki Erdoğan bu alçakça zulümlerini yine sürdürecekti. Ama en azından bunları efsun yemiş taraftarlarına bir dini neşve içerisinde sunamayacak ve onları aynı kepazeliği yapmaya bu kadar kolay ikna ve teşvik edemeyecekti.

Bugün yüzbinlerce insanın zalim Erdoğan rejiminin elinde çile çekmesinin, Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesinin Hayrettin Karaman’ın masum kıyımına cevaz veren şu fetvasıyla hiçbir alakasının olmadığını kim iddia edebilir? “Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: ‘Zarar-ı âmmı def’ içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur.’ Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.”

İslam’ın ruhunu muazzep edip hırsızlığa, ahlaksızlığa ve insanlık dışı en alçakça zulümlere cevaz veren Hayrettin Karaman, şimdilerde İslam’ın en temel Kur’anî ilkelerinden birini daha hiçe saymak suretiyle yeni ve sapkın bir fetvasını daha tekrarlayıp duruyor. Kur’an-ı Kerim apaçık bir şekilde “Kim bir canı, kısas olmadan veya yeryüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birinin hayatına vesile olursa, sanki bütün insanları hayatlandırmış gibidir.” (Maide, 5/32) dediği halde güya büyük fakih Hayrettin Karaman, bu hükme taban tabana zıt sapkın fetvalar verebiliyor. Dini iğfalle dinbazlığı şiar edinmiş Erdoğan ve avaneleri ise, bu tür sapkınlıkların üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlıyor.

BAŞLIK LENİN’DEN İÇERİK CAHİLİYE DÖNEMİNDEN

Karaman, 16 Mart 2017 tarihli yazısına Lenin’in meşhur kitabına adını verdiği gibi “Ne Yapmalı?” başlığını koymuş ve şöyle yazmıştı: “Bir zamanlar askeri güç oklar ve atlar imiş, şimdi ise başta nükleer olmak üzere çağın bilim ve teknolojisi ile icat edilmiş etkili silahlardır ve bunların kullanılmasını sağlayan araçlardır. Hiç vakit kaybetmeden ve Batı’nın sözüne ve engellemesine kulak asmadan bu silahları satın almaya değil, icat etmeye bakmamız gerekiyor.”

Hayrettin Karaman, gelebilecek tepkileri dikkate almış olmalı ki bu yazısını/fetvasını “İcat edelim, dengeleyelim, ama zaruret olmadıkça kitle imha silahlarını kullanmayalım; kullanmamanın yolu da düşmanda olana veya daha güçlüsüne sahip olmaktır,” diyerek sözlerini dengelemeye, kendisini emniyete almaya çalışmıştı.

Aklî melekelerini yitirmemiş herkesin rahatlıkla görebileceği gibi bu sapkın fetvada iki önemli sıkıntı bulunuyor. 80’ine merdiven dayayan hayatının büyük bir kısmını “İslam Fakihi” unvanıyla geçirmiş Hayrettin Karaman’ın, nihai olarak masum ya da suçlu ayrımı yapmaksızın kitlesel katliamdan başka bir amaca hizmet etmesi beklenemeyecek nükleer ve diğer kitle imha silahları konusunda Allah’ın ne dediğinden önce “Batı”nın takınacağı tavra karşı bir tavsiyede bulunması düçar olduğu mental ve psikolojik hastalığın niteliğine ve ciddiyetine dair net bir fikir veriyor. Allah’ın apaçık hükümlerinin üstesinden çoktan gelmiş olmalılar ki Karaman ve Karamanîler’in önünde üstesinden gelmeleri gereken tek dert olarak “Batı’nın ne diyeceği ve ne yapacağı” duruyor.

Bu sapkın fetvayla ilgili ikinci sorunu ve soruyu ise şu oluşturuyor: Fetvacıbaşılarının bile zihni ve kalbî selametini bu ölçüde yitirerek sapıttığı bir vasatta “zaruret olmadıkça kitle imha silahlarını kullanmayalım” makyajındaki ‘zaruret’e kim, nasıl karar verecek? Hayrettin Karaman’ın verdiği ahlaksız fetvalarla Erdoğan ve çevresinin ülkeyi nasıl soyup soğana çevirdikleri, ana karnındaki ceninlere, yeni doğmuş bebeklere, 80 yaşındaki ninelere kadar nasıl alçakça zulmettiklerine dair korkunç tecrübe ortada duruyorken, Karaman’ın kendisinin de bir parçası olduğu Yezitler güruhunun “zaruret” konusunda sağlıklı bir karar verebileceğine kimi ikna edebilirsiniz?

SAPKIN FETVALAR BİRER TALEP Mİ, YOKSA SİPARİŞ SONUCU MU?

Hayrettin Karaman nükleer silah edinme konusundaki görüşlerinin gelip geçici bir heves olmadığını aynı fikirleri 18 Ağustos tarihli yazısında tekrarlayarak gösterdi. Tabii, sistem nasıl işliyor tam olarak bilemiyorum… Gerçekleştirmek istedikleri sapkınlıkları, İslam ve insanlık dışı eylemleri önce Hayrettin Karaman ve ekürileri yazıyor, sonra Erdoğan ve haramileri mi bu sapkınlıkların gereğini yapıyor? Yoksa Erdoğan ve haramileri, zaten yapmakta oldukları sapkınlıklarla ilgili İslam’ın apaçık hükümlerini saptırarak sözde dini kılıflar uydurmaları için Karamanîlere sipariş mi veriyor? Muhtemelen ikincisi, ama bunu net olarak bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, öyle de olsa böyle de olsa yapılanın büyük bir ahlaksızlık ve sapkınlık olduğudur.

“Sulh tercih edilmelidir, ama savunma ve zulme karşı savaş için caydırıcı güce de sahip olmak gerekir… (Ben ısrarla bu gücün günümüzde nükleer olduğunu söylüyor ve bunu edinmemizin gerekliliğini savunuyorum. Bu gücü edinmek zalimce kullanmak için değil, güç dengesini oluşturmak, savunmak ve caydırmak içindir.) Ben Kuzey Kore olalım demiyorum, ilâhî ikazları da gözümüzün önünde tutarak ihtiyat ve tedbiri elden bırakmayalım…”

Hayrettin Karaman bu ikinci yazısında da hem sapkın bir fetva vermekten imtina etmiyor hem de, tıpkı önceki yazısında yaptığı gibi, gelecek muhtemel eleştirilere karşı kendisini emniyete alma çabasına girişiyor. Kimse de çıkıp Allah rızası için Hayrettin Karaman’a şunu demiyor: “Yahu Hayrettin Karaman, Erdoğan ve çevresindeki yamyam güruhunun senin verdiğin önceki fetvalarla bugüne kadar yaptıklarına bakarak, tepe tepe kullanmaları için verdiğin bu sapkın fetvayla da neler yapabileceklerini akıl edemeyecek kadar izanını ve aklî melekelerini yitirmiş olabileceğine kimseyi ikna edemezsin!”

HUMEYNİ KADAR BİLE AHLAKİLİK, İSLAMİLİK VE İNSANİLİK GÜTMÜYOR

Erdoğan’ın özellikle 2011’den bu yana siyasal İslamcı hedeflere yöneldiği ve bu hedeflere ulaşmak için önündeki en uygun örnek olan İran’dan çok etkilendiği sıklıkla söyleniyor. Hakikaten de İran Devrimi’nin hızla yaptıklarını Erdoğan gücünün elverdiği hızda ve sırası geldikçe peyderpey gerçekleştiriyor. Ancak, Erdoğan ve kendisine kuyruk haline getirdiği Karamanîler, İran Devrimi’nin babası Humeyni’nin güttüğü kadar olsun bile bir ahlakilik, insanilik, İslamilik kaygısı gütmüyor. Birçok örnekle bu acı gerçeği ispatlamamız mümkün ama konumuz nükleer olduğu için sadece bu konuda dini ve insani açıdan Erdoğan ve Karamanîlerin Humeyni’nin ne kadar gerisine düştüğünü göstermekle yetineceğiz.  

Malum olduğu üzere ABD ve Batı ile yakın müttefiklik ilişkisi içerisinde bulunan ve dahası ABD’nin Ortadoğu’daki jandarmalığına soyunan Şah Rejimi, nükleer çalışmalara 1957 yılında başlamıştı. 1960’lı, 1970’li yıllar boyunca ABD, Fransa ve Almanya’nın yoğun destekleriyle bu konuda önemli bir yol katemişti. Ancak, Humeyni’nin 1979’da ipleri ele alır almaz attığı en radikal adımlardan biri, nükleer program başta olmak üzere, biyolojik ve kimyasal silah programları dahil tüm kitle imha silah programlarına son vermek olmuştu. Humeyni, sadece birkaç üniversitede terapatik amaçlı nükleer çalışmalara müsaade etmekle yetinmişti.

Hakikaten de, karşıt yönde bazı marjinal görüşler olmakla birlikte, Humeyni’nin hayatını kaybettiği 1989 yılına kadar İran, nükleer dahil hiçbir kitle imha silahı programına devam etmemişti. Ölümünden sonra ise Rafsancani gibi pragmatik siyasetçilerin, Şii gelenekleri hiçe sayarak “Rehber” yani “Velayet-i Fakih” koltuğuna oturttukları Hamaney’den ilk taleplerinden biri kitle imha silahları üretimini yasaklayan Humeynî’nin fetvasını tersine çevirmek olmuştu.  

Sapkın Karamanîlerin bugün yapmaya çalıştıklarının aksine Humeynî bile, adı üzerinde kitle imha silahlarının masum, suçlu ayrımı yapmaksızın herkesi tek seferde kitlesel olarak öldürmesini İslâmî savaş kurallarına aykırı bulmuş ve üretimlerini yasaklamıştı. Neticede, İran’da da Erdoğan ve Karaman benzeri tipler baskın gelmiş ve 1989 yılından sonra Cumhurbaşkanı Rafsancânî’nin kendi seçtikleri dinî lider Hamâney’i ikna etmesi üzerine nükleer programa yeniden dönülmüştü.

Belli ki İslamofaşist Erdoğan rejimi, orduyu budama, alternatif silahlı kuvvetler oluşturma konusunda örnek aldığı Humeyni’nin görmezden gelemediği İslam ve insani ilkelere takılmayacak kadar gözünü karartmış durumda. Evet, Erdoğan da bugün Humeyni’nin yaptığını yapıyor ve orduda giriştiği kıyımlarla TSK’yı bir silahlı kuvvet olmaktan çıkarıp ideolojik bir insan kalabalığına dönüştürmeye çaba harcıyor. Yine tıpkı onun Pasdaran’ı (Devrim Muhafızları) kurduğu gibi SADAT benzeri alternatif silahlı güçler oluşturmaya çalışıyor. Ama sıra Humeyni’yi bile sınırlayan bazı ilkelere geldiğinde Erdoğan ve rejimi o sınıra bile takılmıyor. Ne insani ne de İslami herhangi bir hassasiyet belirtisi göstermiyor.

Erdoğan ve rejimi belki model aldığı Humeyni’nin izinde kendi devrimini gerçekleştiriyor ama Humeyni’nin temsil ettiği sorunlu insanlık ve İslamîlik seviyesinin bile yüzyıllarca gerisinde bulunuyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Biraz farklı düşünüyorum;

    1. Mecelledeki zarar-ı has ihtiyar olunurdan anladığım, orman yangını ilerlemesin diye yangının henüz ulaşmadığı yerlerdeki ağaçları keserek boş alan oluşturup, daha çok ağacı kaybetmektense az zaiyatla kurtulmaya çalışmak için bir miktar ağacı feda etmek gibi… Yani farklı yorumlanabilir.. Mantıklı yönü var.. Karamanın çıkardığı sonuca bakarak kötü örnek üzerinden eleştirmek yanlış olur

    2. Karaman sadece bir tane düzgün fetva verse, ertesi gün ..ÖCÜ ilan edip tefe koyarlar! Onların Karamana ihtiyacı yok, Karaman menfaat için yalakalık yapmakta… Halk, Karamanı okuyarak ikna olmuyor, Erdoğana inanıyorlar

    3. Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah.. Düşmanın silahıyla silahlanın.. Caydırıcı gücü olmayana itibar edilmez.. Vs… Süper güç olanın borusu öter! Bunun kriterlerinden bir tanesi de nükleer tabi…. Bu konuda da haksız sayılmaz.. Niyetleri bozuk olduğu için Rabbim fırsat vermez inşaallah, bunu da not düşeyim

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin