Ekonomik krizler ve Türk siyaseti

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Cumhuriyet döneminde iç veya dış faktörlerin etkisiyle yaşanan ekonomik krizlerin ardından siyasal yönden büyük değişiklikler görüldü. Özellikle zamanında alınmayan tedbirlerle yaşanan krizler, ülkeye çok şey kaybettirdiği gibi birçok liderin koltuğunu kaybetmesiyle sonuçlandı.

Siyasi iktidarlar yanlış ekonomi politikalarının faturasını çok ağır bir şekilde ödediler. Çok partili hayata geçilmesi, darbeler, yeni siyasi partiler ve yeni liderlerin ortaya çıkışında ekonomik krizler büyük bir rol oynadı.

1929 EKONOMİK BUNALIMI

Uzun savaşların ardından kurulan yeni Türk devleti, ekonomik alanda birçok problemle karşı karşıya kaldı. Bir taraftan harap olmuş ülkenin imarı için uğraşılırken diğer yandan yabancıların elinde bulunan çeşitli liman, şirket ve demiryolları millileştirildi.

İlk yıllarda 1927’deki Teşvik-i Sanayi Kanunu’nda görüldüğü gibi özel sektör ağırlıklı bir ekonomik anlayış öne çıktı. Ancak bu politika devam ettirilemedi. Genç Türkiye’ye en büyük darbeyi ise 1929 Dünya Ekonomik Krizi vurdu. Ülke krizden çok ciddi şekilde etkilendi. Zaten sıkıntı içinde olan halkın yoksulluğu daha da arttı.

Halkın en büyük tepkisi CHP’ye oldu. Özellikle Hükümetin keyfi tavırlar sergilediği ve bunun buhranın etkisini artırdığı yönünde şikâyetler vardı.

Atatürk’ün halkın tepkisini azaltmak için bulduğu çözüm, yeni bir parti kurdurmak oldu. Bu partinin CHP’den farkı, ekonomide liberalizmi savunmaktı. O dönem liberalizm karşılığı olarak “serbestiyet” ifadesi kullanıldığından partinin adına Serbest Fırka (SCF) denildi.

Partiyi Fethi Bey (Okyar) kurdu ve Atatürk’ün müsaade ettiği ölçüde muhalefet yapması planlandı. SCF, Atatürk’ün “partili cumhurbaşkanı” olmasını da eleştiriyor ve cumhurbaşkanının parti genel başkanlığına karşı çıkıyordu.

Yeni parti halktan büyük bir ilgi gördü. Özellikle büyük bir kalabalığın iştirak ettiği İzmir Mitingi, CHP yöneticilerini ürküttü ve parti yerel seçimlere iştirak ettikten sonra kendi kendini feshetti.

SCF’nin Aydın İl Başkanlığını Adnan Menderes yapmaktaydı. Menderes bu dönemdeAtatürk’ün dikkatini çekecek ve siyasi hayatına CHP’de devam edecektir. Böylece 1929 krizi Türkiye’ye yeni bir siyasetçi kazandırdı.

Türkiye’de çok partili hayat, bu deneyimden on beş yıl sonra başlayabildi. Ekonomide kurtuluş çaresi olarak da “devletçilik” öne çıktı.

Türkiye kriz sonrasında tamamen otoriterleşen bir CHP iktidarına şahit oldu. Muhalefetin tamamen susturulduğu bu dönemde ülke tam bir “parti devleti” iktidarı yaşadı. Artık İçişleri Bakanı CHP genel sekreterliğide yapmakta,valiler de CHP’nin il başkanlığını yürütmekteydi.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye çok zor günler yaşadı. Halk büyük bir sefalete düşerken yolsuzluk ve karaborsa, halkın CHP iktidarına nefretini artırdı.Gıda ihtiyacını karşılamak için okul bahçelerinde bile tarım yapıldı.

Hükümetin çıkardığı kanunlar da halkın tepkisiyle karşılandı. Bu kanunların başında gelen “Milli Korunma Kanunu” ile Hükümete bütün ekonomik faaliyetleri kontrol etme yetkisi verildi. Kanun, büyük sermayeyi korurken küçük esnafı zor duruma düşürmekteydi.

Hükümet bu kanununun verdiği yetkiyle köylünün kendi ihtiyacı ve tohumluk olarak ayırdığı buğdayın geri kalanını Toprak Mahsulleri Ofisi’ne satma zorunluluğu getirdi. Ancak ürünlerin piyasanın çok altında bir fiyatla satın alınması karaborsaya yol açtı. Ekmeğin arpa ve çavdar karıştırılarak satılması ve sonunda karneye bağlanması memnuniyetsizliği daha da artırdı.

Bütün bu uygulamalar küçük esnaf, dar gelirli kesimler ve köylülerin CHP’ye tepki göstermesine yol açtı. Bu kesimlerin büyük çoğunluğu çok partili dönemde DP ve onun çizgisindeki partileri destekledi.

Mali imkânı olan kesim de “Varlık Vergisi” ile büyük bir darbe yedi. Hükümete göre bu vergiyle piyasadan para çekmek ve savaş döneminde “çok para kazananlardan” vergi almak amaçlanıyordu. Uygulamaya bakıldığında ise asıl amacın gayrimüslimlere “hayatı zehir ederek” göçe zorlamak olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim azınlıklardan Müslümanlardan talep edilenden on kat fazla vergi konulması bunu doğrulamaktadır.

Asıl problem verginin tahsilinde yaşanmış, istenen vergiyi on beş gün içinde ödeyemeyenlerin mallarına el konulmuş ya da vergi karşılığı çalıştırılmaları için Aşkale’ye gönderilmişlerdir.

CHP’nin savaş yıllarındaki ekonomik krizin etkisiyle yaptığı bu icraatlar tepkiyle karşılanmış ve toplumsal hafızada bugüne kadar devam eden CHP karşıtlığının temelini oluşturmuştur. CHP’nin tek parti iktidarını sürdüremeyerek çok partili hayata geçmesinde önemli etkenlerden birisi de ekonomik şartların ağırlığı olmuştur. Yaşanan ekonomik krizin faturası halk tarafından CHP’ye kesilmiş ve CHP, 1950 seçimlerinde büyük bir mağlubiyet yaşamıştır.

DEVELÜASYONLAR VE SİYASET

İnönü döneminde 1946’da Cumhuriyet devrinin ilk devalüasyonu da yapıldı ve Türk parasının değeri yüzde 40 civarında düşürüldü. Buna rağmen bütçe açığı ve ithalat artmaya devam etti.

1957’den itibaren ülkede yaşanan ekonomik kriz de DP’ye ve Menderes’e büyük sıkıntılar yaşattı. DP çare olarak 1958’de devalüasyona başvurarak Türk Lirasının değerini yüzde 220 düşürdü.

Buna rağmen beklenen faydalar sağlanamadı. Menderes ABD’ye giderek borç talebinde bulunduysa da eli boş döndü ve ekonomik şartlar daha da ağırlaştı. Bu dönemde krizden en çok etkilenen kesimler, sabit ve dar gelirlilerdi.

Ekonomik sıkıntıların giderek arttığı bir ortamda DP, darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı. 1965 yılında ise yeni bir siyasal figür olarak Süleyman Demirel’in partisi AP, tek başına iktidarı elde etti.

AP de ilk dönemindeki başarısını sürdüremedi.1970 yılında yeni bir devalüasyon yapılarak Türk parası yüzde 70 oranında değer kaybetti.

Bu tedbire rağmen70’li yıllar yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, yokluklar, gıda ve benzin kuyruklarıyla tarihe geçti. Ülke, Demirel’in ifadesiyle yetmiş sente muhtaç hale geldi. Bütün bu sıkıntılar ve anarşi, 12 Eylül darbesine zemin hazırladı.

24 OCAK KARARLARI

Demirel Hükümeti ekonomik sorunlara çare olarak 24 Ocak 1980’de “24 Ocak Kararları” denilen ve Türk ekonomisinde yapısal değişikler öngören düzenlemeleri uygulamaya koydu. Amaç, piyasa ekonomisini tamamen egemen kılmak ve teşebbüs hürriyetinin önündeki engelleri kaldırmaktı.

24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal, 12 Eylül darbesi sonrasında yapılan seçimlerde ANAP’ın birinci parti olmasıyla Başbakan olarak projelerini hayata geçirme imkânı elde etti.Ancak 1987 seçimini de kazanmasına rağmen bir türlü önlenemeyen enflasyon ve orta direğin yaşadığı sıkıntılar,ANAP iktidarını sona erdirdi.

Sağ kesim bu dönemde tercihini “emektar siyasetçi” Demirel’den yana yaptıysa da Demirel’in popülist politikaları büyük bir krize zemin hazırladı. Çiller iktidarının aldığı 5 Nisan Kararları da ekonomiyi yoluna koyamadı ve yanlış politikalar, halkın Refah Partisi’ne yönelmesinde önemli nedenlerden biri oldu.

ANAYASA KİTAPÇIĞI İLE GELEN KRİZ

Yakın tarihin hafızalarda en çok yer eden krizi ise 2001 yılında yaşandı. Zaten birçok ekonomik sıkıntı ile boğuşan Türkiye, MGK toplantısında “Anayasa kitapçığı” fırlatılmasıyla büyük bir kriz yaşadı. Bunun yanında Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatılması da dönemin önemli bir sembolü oldu.

Ecevit Hükümeti çareyi Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i çağırmakta ve ekonomiyi Derviş’e teslim etmekte buldu. Uygulamaya konulan “acı reçete” ise iktidar partilerinin sonunu getirdi ve üç partinin hiçbirisi 2002’de yapılan seçimlerde barajı geçemedi. Böylece yüzde 34 oyla AKP, iktidar oldu.

Bugün de Türkiye büyük bir ekonomik kriz yaşıyor. OHAL ortamının hukuksuz uygulamaları krizi daha da derinleştiriyor. AKP’nin yıllardır biriken sorunlara bulduğu tek çarenin krizi biraz daha ertelemek olduğu anlaşılıyor.

Önceki örnekler, bu krizin sonucunda da Türk siyasetinde taşların yerinden oynayabileceğini gösteriyor.

Eğer 24 Haziran seçimleri normal şartlarda yapılırsa gayrimemnun halk kitlelerinin tercihleriyle on altı yıllık AKP iktidarı sona erebilir. Böylece Türkiye siyaseti farklı bir süreçle yoluna devam etme imkânı bulabilir.

Bu sıkıntılara rağmen AKP iktidarı devam ederse ülkenin bugünleri de arayacak şekilde otoriter bir rejime kayması ve zaten uygulanan “tek parti” rejiminin adının konması kaçınılmaz gözüküyor.

 

Kaynakça: B. Duru, “1941: Kıtlık Yılında Milli Korunma Kanunu Uygulamaları”, K. Karabulut, “1942 Tarihli Varlık Vergisine Bir Bakış”, AÜ TAED, S. 25, 2005.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yaşadığı insanların/toplumun canına, malına,ırzına tecavüz eden veya etmeye yeltenen bu fiilleri yaparken silah veya silah yerine geçebilen cisimleri kasti olarak kullanan kim varsa ıslah edilmeli.

    Şimdi bir bakalım bugün benim gibi sade vatandaşın başına gelenlere;Toplumda temel ihtiyaçlarımı karşılamak için bir takım fiiller de/eylemlerde bulunmalıyım. Bu gerekliliğin sonucunda yeme/içme/eğitim/sağlık ve insanca yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için bulunduğum mekanlar/ topluluklar vb…çeşitli insanlarla muhatap olmak zorunda kalıyorum.Silah kullanmasalar dahi bulundukları yerlerde ve makamlarda hizmet almak için gelen insanlara görevlerinin gereği gibi davranamayan birde yetmiyormuş gibi görevini aksattığı halde hizmet almak için gelen insanların suistimalde bulunduklarını söyleyerek bulunduğu görevi haksız yere korumaya çalışan insanların hışmına uğrayan sade vatandaş, haklıyı haksızdan ayırabildiği halde ne yapabilir ki?

    Kısacası, bu çağda ölüme, yaralanmaya sebep olacak aletleri kullananların mı suç işlediği yoksa sistemli olarak yavaş yavaş insanları çürüten insanların mı suçlu işlediğine dair karar ve yaptırım sapması var???.
    Hal böyle iken zindanlarda yatanların mı özgür, dışarıda hayat mücadelesi verirken taciz/tahribe uğrayanların mı özgür olduğu tartışılır???…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin