Eğitim fetişi ve hayatın gerçekleri [Kemal Ay yazdı…]

Okullar kapandı ve gelecek planları yapılmaya başlandı. Eğitim üzerine düşünmek çoğu zaman hayat üzerine düşünmektir.

Mesela Rus yazar Maksim Gorki, üniversite okumak için yola çıkıp üniversite okuyamamıştır ancak bu arada yaşadıkları, kendisiyle birlikte toplumun yaşadıkları ona ‘üniversite’ kadar eğitim vermiştir. Bunu da “Benim Üniversitelerim” isimli kitabında anlatır. Hayat tecrübesinin öneminden bahseder. Zaten eğitim de bu dengeyi gözetebildiği kadar başarılıdır. Hayattan kopuk bir eğitim sistemi veya anlayışı, insanı sonunda boşluğa düşürecektir. Toplumsal olarak ise böyle bir eğitim sistemi, zamanla amaçsız, içeriksiz ve hayattan kopuk bireyler yetiştirir. Bu da ‘demokrasi’ beklentisinin temelini dinamitlemek anlamına geliyor.

***

Babam eskiden dükkânına çırak alır, onu yetiştirir ve meslek sahibi yapardı. Yetişen eleman çoğu zaman gider kendi dükkânını açar ve mesleği sürdürürdü. Çıraklık, malum, eskiden ilkokul biter bitmez başlardı. Evladının okumaya hevesi olmadığını gören ebeveyn, bari meslek sahibi olsun diye çıraklığa gönderirdi. 28 Şubat döneminde biraz da imam hatiplerin önü kapansın diye 8 yıllık mecburi eğitim getirildiğinde bu çıraklık müessesesi ilk darbeyi yedi. Zira 15 yaşına gelmiş çocuktan ‘çırak’ olmuyordu. Gene de meslek sahibi olmak isteyenler yazın bir yerlerde çıraklık yapıyordu ama bu yeterli değildi. Mesleğin bir ‘hayat tarzına’ dönüşmesi zor hâle gelmişti.

8 yıllık temel eğitim mecburiyeti iyi bir proje. Türkiye’deki eğitim ortalamasını düşününce, gerekli de bir durum. Ancak ‘çıraklığın’ ölümü de hayati bir mesele. Babamdan örnek verecek olursam, 8 yıllık eğitimden mecburiyetinden sonra bizim dükkândan adam akıllı ‘yetişen’ olmadı. Burada farklı sebepler de var elbette. Eskiden aile fertleri bir an evvel çalışsın, eli para görsün anlayışı vardı. Ancak zamanla belirli bir refah seviyesine ulaşıldı ve ‘çocukları çalıştırma’ oranı azaldı. Bu arada 2001 ekonomik krizi, ticari hayatı baştan aşağıya değiştirdi. Esnaflık bir daha eski şaşaalı günlerine dönemedi. ‘Dükkân açmak’ bir hayli kârlı bir yatırımdı eskiden. Müşterisi hazırdı pek çok sektörün. Bugünlerde ise hem sayıları çoğaldı hem de AVM’ler ‘dükkân’ kavramını öldürdü.

MESLEKLERİN ÖLÜMÜ VE DEMOKRASİ

‘Çıraklığın ölümü’ aynı zamanda ‘mesleklerin ölümü’ anlamına da geliyordu. Okul eğitimi yüceltilmeye başladı. 8 yıllık eğitimi tamamlayanlar, bari liseyi de bitirsin, denilerek okula devam ettirildi. Ancak eğitim sistemi ‘piyasadan’ bir hayli kopuk olunca, eğitim de çoğu zaman çöpe gitti. Sonraki aşama her ile bir üniversiteydi. Aynı şekilde ‘piyasadan’ kopuk olan üniversite eğitimi ‘diplomalı işsizler’ sınıfını doğurdu. Hangi mesleği yapacağına 20 yaşından sonra karar vermeye çalışan gençler, birçok şeyin çok geç olduğunu fark etti. Plazalarda beyaz yakalı personele ‘ufak tefek’ işler yaptıran patronlar ise, bu ‘mesleksiz’ genç sınıftan memnundu. Zira seçenekleri artıyor, kimseye ‘bağımlı’ kalınmıyordu. Hâlbuki geleneksel mesleklerde, mesela aşçılıkta, ‘ustalığın’ ve tecrübenin ciddi önemi vardı. Zamanla tecrübe sahibi olmak, hiçe sayıldı. ‘Uzman sınıfı’ kavramı tedavülden kalktı. Artık bürokraside bile üst düzey pozisyonlara siyasilerin keyfine göre karar verebilecek tecrübesiz biri rahatlıkla atanabiliyor. Oysa ‘işin erbabı’ birisi, siyasîler için ciddi bir denetleme mekanizmasına dönüşebilirdi.

Avrupa’daki eğitim sisteminde bu sebeple ‘piyasa’ ön plana çekilmiş. İlk ve ortaokulu bitiren gençler, liseden itibaren ‘yeteneklerine’ göre sınıflandırılıyor. Herkesin üniversite okuma zorunluluğu yok. Bir ya da iki yıllık yüksek okullar, birçok mesleğin kapısını açıyor. Üniversite eğitimi almak, bir nevi lüks. Daha yüksek kariyer hedefleyenler, o yola giriyor. Üniversiteye giden yol hayli zorlayıcı olduğundan, eğer çocuklar başarısız olursa, doğrudan meslekî eğitime yönlendiriliyor. İsviçreli bir arkadaşım ülkelerinde çok az üniversite mezunu olduğunu söylediğinde şaşırmıştım. Ancak piyasada terziye, kasaba, kuaföre de ihtiyaç olduğunu ve bunları olmak için üniversite bitirmek zorunda olmadıklarını söylediğinde aklıma yatmıştı.

SADECE EKONOMİK DEĞİL, TOPLUMSAL MESELELER

O zaman tekrar babamın ‘çırak aradığı’ yıllara döndüm. İyi bir çırak bulamamak, mesleğin bir noktada tıkanması anlamına geliyordu. Nasıl ki tıp eğitiminde stajyerlik, pratisyenlik hayatî bir önem teşkil ediyor, aslında birçok meslek için de ‘çıraklık’ öyle. Dükkâna gelen çıraklar sadece ‘mesleğin inceliklerini’ öğrenmiyordu ayrıca. Bir dükkân nasıl idare edilir, ekip çalışması nedir, müşteriyle nasıl iletişim kurulur, hepsi çocuk yaştan itibaren işleniyordu zihne. Okul müfredatında hiçbir şekilde verilemeyen bu ‘eğitim’ çıraklık sürecinde insanın ‘olgunlaşması’ adına da gerekliydi. Ben küçükken dükkânda gördüğüm tanıdığım ‘elemanlar’, büyüdüklerinde iş güç sahibi oldular. Hepsi de sorumluluk almayı bilen, dükkân çalıştırmaktan, ticaretten anlayan kimselere dönüştüler. Sonraki yıllarda ise sadece para kazanmak için, 3-5 ay çalışıp sonradan hiçbir meslek öğrenmeden giden ‘elemanlar’ doldurdu dükkânları.

Babam gençliğinde aynı zamanda amatör bir futbol kulübünü yönetmişti. O zamanlar futbol oynamak için gelen oyunculara, “Hangi mevkide oynarsın?” diye sorarlarmış. “Her yerde oynarım” diyenleri takıma almazlarmış. Malum insan kendi yeteneğini az çok bilmiyorsa, ‘ustanın’ yol göstericiliğine de itimat etmeyebilir.

HERKES OKUYACAK MI?

Elbette bu ‘okul eğitimi’ fetişi, Türkiye’ye has değildi. Dünyanın çeşitli ülkelerinde de ‘herkes üniversite okusun’ tarzı yaklaşımlar denendi. ABD’de üniversite, yüksek lisans ve doktora eğitimi adeta ticari bir ‘sektöre’ dönüşmüş durumda. Öğrencilere eğitim için verilen krediler, en yüksek oranda geri dönen kredi türü ve bankalar elbette üniversite eğitimini teşvik eden her projede ön safta. Gelgelelim, ‘eğitim fetişi’ her zaman sizi doğru yere götürmüyor. Bunun farkında olan ülkeler, İsviçre’deki modeli uygulamak için araştırmalar yapıyor. Meslek eğitiminin önemi yeniden yükselişte. Avrupa ülkelerinde durum biraz daha farklı gelişmiş. ‘Eğitim fetişi’ kendi vatandaşları için ‘makul’ görünürken, göçmenlere genelde meslek eğitimi düşmüş. Aslında bu ‘tutunmak’ için de bir fırsat sunmuş göçmenlere. Hayatın her alanına değen sosyal meslekler göçmenlere kalmış çoğunlukla. İnsanlar Türk kasaplardan, Arap marketlerden alışveriş yaparken aynı zamanda kültürel etkileşim de yaşamış oluyor.

MESLEKLER YENİDEN YORUMLANIYOR

Bir diğer ilginç gelişme, yeni nesil birikimli gençlerin de bu mesleklere yönelmesi. Yeni teknolojilerle, farklı kültürlerden gelen birikimle bu geleneksel meslekler yeniden üretiliyor. ‘Hipster’ diye anılan yeni ‘sınıflar’ kasaplığı, terziliği, kuru temizlemeyi farklı noktalara taşıyor. Yeni nesil caféler, kuaför salonları, hatta kütüphaneler inşa ediliyor. Bir nevi geleneksel meslekler yeniden yorumlanıyor. Bu da şehirlerde yeni ‘mekânlar’ oluşmasına, çok kültürlü şehirlerin farklılaşmaya başlamasını sağlıyor. Üniversite eğitimi görmüş, dünyaya ve farklı fikirlere açık gençler, şehir kültürünü ileri bir seviyeye taşıyor kısaca.

Bu son söylediklerim hayli zaman alabilecek gelişmeler ancak mesleklerin ölümüne geri dönersek, bu gelişmeler, toplumların ‘küllerinden geri doğabileceğini’ de gösteriyor. Dünyanın giderek bağnaz ve tek kültürcü hâle büründüğünü düşünen, yeni nesillerin de bundan etkileneceğini görüp karamsarlaşan insanlar için bu iyi haber. Babam şimdilerde sosyal medyayı ustaca kullanmaya başladı işleri için. 20 yıl önce elinin altında Facebook gibi imkânlar olsaydı, muhtemelen daha kazançlı olacaktı. Ancak Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık, şimdilerde de baş gösteren piyasa durgunluğu, onun gibi birçok küçük esnafın gelişmesini, geleceğe yönelik planlar yapmasını, inovatif yaklaşımlar geliştirmesini, daha da önemlisi içinde yaşadıkları mahalle kültürüne katkıda bulunmasını engelliyor. Çıraklık müessesesinin iğdiş edilmesi sadece meslekleri değil mahalle kültürünün önemli bir parçası olan dükkânları da yok etmeye başlamıştı. AVM kültürü de bunun üstüne tüy dikti. Ticaretin aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı, bir sosyalleşme aracı olma imkânı daraldı.

Belki zamanla yeniden buna dönülecek. Eğitim sistemi sadece ticarî kapasite olarak değil sosyal dokunun bir parçası olarak meslekleri yeniden ele alacak ve gelecek kuşaklar yeniden yorumladıkları bu mesleklerle sadece ticarete değil kültüre de bütün katkı sağlayacaklar. Türkiye gibi kısa vizyonlu ülkeler, bu değişime adapte olamadığında, ciddi toplumsal çoraklık yaşayacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin