Dindarların romantizmle imtihanı

YORUM | HAKAN ZAFER

Burada yazarken kendimi engellediğimi söylemeliyim. O kadar hızlı değişen gündemden kendini uzak tutabilmek, lafın bir yerinde en hafifinden bir ima ile dokundurmamak, benim fıtratımda biri için zor oluyor. Bu yazıyı daha önceden zihnimde takvimini tuttuğum ”dindarlık” başlığı altında tasarlamıştım. Notlarımı zihnimdeki haritaya oturturken bu hafta meydana gelmiş bir kaç olayı kâğıda not aldım. Bir ara kararımı değiştirip başlığı ”Allah Belanızı Versin” olan başka bir yazı yazmaya başladım. Sonrasında, tahmin edebileceğiniz gibi vazgeçtim. Kaldığım yerden devam ettim ki, son hali aşağıdadır.

***

Bu tarz kavram tartışmalarında tanımlamayı önce yapıp, kendini sınırlandırmanın yararlarına inanıyorum. Aksi halde işin rengi, “ortaya sözü konuşurum, dileyen alır” diyerek kahvehanede masa terk eden kabadayıya çalabilir ki bu üslup çok kırıcıdır.

Dindar romantizmiyle, tam olarak, 18. yüzyıl sonrasında başlayan felsefe, sanat ve edebiyat akımını kastetmiyorum. Kastettiğim anlam, içteki (bâtın) coşkuyu, aklın denetiminden kurtarıp, bir takım beklentilerle dışa vurma halidir. Bir şeylerin eksikliğini hissetmenin eşantiyonu olarak gelen hafif melankolik özlem sayesinde gerçek yaşamın dışına çıkma arzusu, düşünce, duygu ve hayal dünyasına kaçarak sığınacağı güvenli alanlar oluşturmadır.

Dinin beklentisi, yukardaki tanımlamanın tam tersinde konumlandırabileceğimiz ‘rikkat’ denilen kalp inceliği ve duyarlılıktır. İnce ince düşünmek, hislerinin dönüştürücü ve dikkat artırıcı (takva) yönü karşısında eğilmeye direnmemektir. Bu duruma da ‘huşu’ denir. Aşağıda maddeler halinde sıralayacağım bazı sorunlu romantik dindarlık halleri, incelmiş kalp ve düşünce sahibi, eşyanın arkasındaki hakikati arayan biri için uzaktır. Elbette inancın, ibadetin önemli bir yanı, duygudur. Duygulanmak, bireyden bizzat istenen bir haldir (bkz. Enfal 2, Hadid 16). Bu nedenle burada eleştirilen, dindar bireyin dini herhangi bir hali değil, gerçekte inandığı dinin ondan beklemediği yaklaşımlarıdır.

Bazı Sorunlu Romantik Dindarlık Halleri

  1. Romantik yaklaşım, esas olandan bireyi uzaklaştırıcı bir ödüle dönüşebilir. Aldığı bu ödülü yeterli görünce, dindarlığın kenarından geçip gider. Bu şekilde ödüllenmek, uzaklaştığımıza iyi ettiğimiz anlamına gelmez.
  2. Aklileştirmeyi sonlandırabilir. Bu durum, dindarlarla bilginin arasını açar. Adına ister bilim, ister ilim deyin, bu ara açıklığında beklenemeyecek bir sonuçtur. Gerçeğin yükünden kurtulmak isteyen “yorgun dindar birey”, bu yorgunluğu atmak için bir takım araçlar (gizem, menkıbe, keşf, keramet, rüya, yakaza, vs.) kullanır.
  3. Gerçeklik algısını bulanıklaştırır. Bu nedenle romantizmin tuzlu suyunu içen dindar bireyler, gerçeği sağlıklı algılayamadığı gibi ona karşı gereken pozisyonu almayı da beceremez. Kaçtığı dünyanın gerçekliği olan başındaki problemlerine çözüm bulma konusunda kendi bileğini zayıf düşürür.
  4. Romantik dini anlayış, yalana açık; ispat ve delile kapalı bir zeminde yayılır. Bu durum, bir süre sonra sorgulanamaz kabullere dönüşür. Her kulağa gelen, göze aktüel kameradan flashback yapılıyor hissi verir. Bu şekliyle din bezirgânları için verimli bir tarladır. Hafif acıklı yaptığınızda kabullendiremeyeceğiniz mesele yok gibidir.
  5. Takva kılığına bürünebilir. Çoğu zaman eşlik ettiği melankolik tavrın kaynağını bilmek başkaları için zordur. Bilmediği bu halin bir dindarda bıraktığı izleri, ikinci şahıslar takva olarak yorumlayıp, bu garip hallere saygı bile duyabilirler. Etrafın saygısını toplaması, yayılmasının önünü açar. Bu pencereden bakınca, ağlayan makbul, gülen değil; somurtan ağır molla, kalanı hafif; pejmürde müttaki, eli yüzü düzgün kimse dünyevi oluverir.
  6. Riyaya açıktır. His ve duyguların dışa vurması her zaman içtekinin aynısı olmaz. Dışarda gözümüze gelen dindarlık görünümünün, kalpteki derinliğini yoklama kudretimiz yok. Bu durum, romantizmle ele ele verince şekli dindarlığın yolu açılır. Yeri gelmişken meşhur “riya kapısından (da) ihlasa erişilir” sözüne değinmekte yarar var. Evet erişilebilir. Düzelteyim, erişilebilirdi. Kanaatim, bu modern çağ hastalığını hafife almamaktan yana. Hem bu ruhsatı alan insanı, ağzına çaldığımız bir parmak balla artık teskin edemeyiz. Peki, Hz. Peygamberin (sav) Kuran okurken, duygu ve bilinç bütünlüğünü ifade eden hüzün istemesini nereye koyacağız? Hatta “ağlayamıyorsanız da ağlar gibi yapın” tavsiyesini nasıl anlayacağız? Burada cümlede geçen riya, “başlangıçla sınırlandırılması zorunlu taklit” (model alarak öğrenme)  olarak anlaşılabilir. Hüzün tavsiyesini de kalbi de incelten düşünce biçimi (tedebbür) anlamalıyız.
  7. Sübjektiftir. Aslında bu yönüyle ayrıştırıcı niteliğe sahip fitne olma potansiyeli de taşıyabilir. Çünkü, aynı argüman bir yerde fena halde etkileyici olurken, diğer yerde duygusal kopmalara sebep olabilir. Mesela, rabıta bir anlayışın temel meselesi iken, başka biri aynı meseleye tevhidi bozması yönüyle yaklaşabilir.
  8. Dışlayıcıdır. Alıştığımız, sevdiğimiz romantizmin o seviyesine yatkın olamayanlar ne olacak? Bunun, düşünmeden inanmayan, aklının filtrelerini indirip kaldırmaktan yorulmuş kimseleri dışlayan bir tutuma dönüşmesi kaçınılmazdır. Kendini ve yaptıklarını dinin şiarı gören kimselerin etraf dağıtmadaki maharetlerinin kökeni de aynı tutumdur.
  9. Dindarların romantizmi kalıpçıdır. Romantizmin asıl anlamına ters olarak insanın engin ve geniş fıtratını yok sayar. Toptancıdır. Ya hep iyi ya da hep kötü sınıflandırmalar yapılır. Ya bayrağı altında toplar gelenleri, ya da karşısında düşman sayar gelmeyenleri. Mesela, anlattığı ele avuca gelmeyen bir olaya inanmayın, kahramanlarına “o da insan değil mi” deyiverin yiğitseniz.
  10. Romantik dindarlarda anlatım dili sınırlıdır. Akli izah bekleyen, bulduğunda da hemen inanacak kimseleri uzaklaştırmaya bire birdir. Tam da bu noktada dikkat çekmem gereken bir öfke var: Yetersizliğine kızan dindar bireyin karşısına yansıttığı öfkesi.
  11. Romantik dindarlık etkileyicidir. Bir noktadan sonra, etkilenmek ölçü kabul edilebilir. Duygulanmanın, etkilenmenin tek ölçü alınması halinde ibadet, hukuk gibi somut omurgadan oluşan hayatın vazgeçilmez parçaları yıkılır. Duygusallığı kaybetsek bile, ibadette devam, adalette haktan uzaklaşmama zorunluluğu ortadan kalkmaz. Mesela, duygu eşiğini kendimiz belirlediğimizde, altında kalan ibadetlere (bilmemiz imkânsız olduğu halde) kabul olmadı gözüyle bakabiliriz. Sevgimizi kaybettiğiniz kimseler, adaletimize ihtiyaç duyduğunda haksızlığa meyledebilme ihtimalimiz de çok güçlüdür.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin