Dert

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Dert anlatmak zor, giderek de zorlaşıyor. Hele de derdin insansa kardeşim, haksa, özgürlükse! Derdin kırmaksa zincirleri, eşitlikse kimin kim olduğuna bakmadan, empatiyse mahalle gözetmeden, ilkelerin varsa, ona ayrı buna ayrı kullanmadığın, işin zordur. Zordur işin, eğer eğriye eğri, doğruya da doğru demek için içinden bir baskı hissediyorsan devamlı. Vicdanınla iletişimi kaybetmediysen hala, kalbin sadece kan pompalamıyorsa, sevginin sıcaklığını da yayıyorsa vücuduna ve sen bunu ille de etrafıma da yayacağım diyorsan eğer, dert anlatman zorlaştıkça zorlaşmaktadır.

Hapse giren çıkanların artık hesabının karıştığı, işinden atılanların atılmayanların sayısına neredeyse yaklaştığı, zulümde ölenlerin toprağa karıştığı, ahlarının dinmediği kalabalıkların sesinin bas-bas müzik ve trafik gürültüsü tarafından bastırıldığı bu günlerde, zordur dert anlatmak, zordur! Sen nesini, kimsini, necisini mütemadiyen anlatmak durumunda kalarak, hatta kardeşinden gelen ithamları sineye çekerek, devamlı güzünde eksik olmasın gülümsemen, çocuklar anlamasın yeter ki diyerek dostum, bilirim ben, nasıl anlatacaksın ki derdini sen? Her sokağa çıkışında insanların sana baktıklarını hissedersin, bir garip. Ne suç işlediğini bilmeden azar hatta şamar yiyen bir minik gibi, kalabalığın gücünden ürkersin, ürktüğün gibi sana el kaldıran öğretmeninden. Tıpkı öğretmenin gibi, kalabalık da seni senden iyi bilmektedir, haksızca.

Ama sen, nasıl savunacaksın ki, derdini anlatamadan?

Dert anlatmak önemlidir. Ama dedim ya, çok zordur. Zorluğu senin anlatamamandan değil elbet. Onların seni duyması, ama dinlememesindendir. Seni dinlese de, anlamamasındandır. Esasında anlasa da – ki en kötüsü bu – anlamak istememesindendir. Haydi diyelim ki ezkaza anlamak istese de, çoğu kez anlamazdan gelmenin daha fazla işine gelmesindendir. Kahramanları savaş meydanlarında bulmaya alışmış kılıçlı bir milletin, fikrin kâğıda yansımasında cesaret görmeyen, olsa-olsa ihanet bulan fertleri, derdini dinlese de derdine ortak olmaz dostum. Çünkü şiddetin gücüne tapan, acının haykırışından haz bulan, küflü mahzenleri yazarlara, çizerlere, hocalara, bebeklere, hamile kadınlara, gariplere ve yoksullara, güçsüzlere ve kimsesizlere rüsva görenler, senin dillendirdiğin, senin önemsediğin, senin çocuğuna inşa etmek istediğin geleceği başkalarının çocuklarına da sunmak istemeni anlayamaz.

Varsın ezin be ezin. Eziyorsunuz, ezilenin asıl kendiniz olduğunu anlamadan. Yok edin umudu yok edin. İhtiyaç duyduğunuzda umudunuz olmayacak sizin de! Fesat olun, arkadan konuşun, gerçeği bilin ama söylemeyin – aynı olacak size de bir zaman gelince. Ezdikçe doymuyor, daha fazla ezmek istiyorsunuz değil mi! Neyin şevkidir, şehvetidir bu devşirdiğiniz nefret? İçinize dolan bu irin, bu zehir, ruhunuzun arı suyuna koyu bir mürekkebin suya damlaması gibi yayılan bu karanlık nereden devşirilmektedir, bilsem, ah bilebilsem? Ama yine de size faydam olmazdı, neden mi? Çünkü derdimi anlatamam! Dert anlatmak zordur bizim toplumda. Kimsin sen? Neden bunu dedin? Necisin? Kimlerdensin? Kime hizmet ediyorsun? Kimin maşasısın? Bu sorularla çökertirler, yıldırırlar çökertemeseler de, seni, seni dostum. Görme de görsen de. Bilmiyorum de bilsen de. Yanlış de doğru olsa da. Doğru de, yanlışı sezsen de. Kapat kulaklarını, kapat – vicdanını kapatmaktan daha kolaydır inan. Vicdanını kapatabilen, kulaklarını mı kapatamaz, gözlerini mi ağzını mı? Derdi bunlara mı anlatacaksın, anlatacağız, anlatacağım? Kimin derdini hem? Ezin. Ezilmeyi hak edenleri eziyorsunuz, ezilmeyi hak etmeyenlerle. Kurunun yanında yanmasını yaşın değimiyle atasözüyle salık veren bir toplumun ferdisiniz unutmayın. Ve bu miras size atalarınız tarafından bırakıldı. Derdiniz var aslında hani, benden söylemesi. Çok ama çok sorgulamanız lazım – deşmeniz talan etmeniz lazım aslında geleneğinizin, ananenizin, örfünüzün, kültürünüzün içini. İçinizi. İçimizi. Çok, ama çok! Çünkü kurunun yanında yanan yaş olmaz, olmamalı. Hele de yaşların çoğunlukta yanmasını birkaç kuru haklı çıkarmamalı! Söylemeyelim mi şimdi biz bunları? Dert anlatmak zorlaştıkça zorlaşırken, derdimizi anlatmaya mı yırtınalım hala?

Herkese yetecek kadar özgürlük olmadan kimse tam özgür olamaz

Tek başına içi boş ritüellere, içinde anlam olan ahlakı çok görmemektir makbul olan. Bilakis, ahlaksız olmaz – olmamalı en azından bence! İçi boş sözlerden ziyade, yerine getirilen sözdür. Söz vermek yetmez, tutmalı mertçe. Yasaklardan ziyade özgürlüktür. Özgür olmalı, özgürleştirilmeli, diline, dinine, cinsiyetine, kanaatine bakmadan. Herkese yetecek kadar özgürlük olmadan kimse tam özgür olamaz çünkü! Gözyaşından ziyade gülücük, acıdan ziyade haz, nefretten ziyade sevgidir, kinden ziyade bağışlamadır. Ağlama de. Güldür. Haz ver diğerlerine küçük de olsa, haz almak istersen eğer hayattan. Nefret edenleri bile sevgiye boğ. Orada yok olsun nefret – onunla savaşmanın başka yolu var mıdır, varsa deyiversene! Onu eleştirmeden kendini tenkit etmektir. Esasın bu olmalı. Çok hata yaptım de, başını öne eğ ki, başkalarının harasını da eleştirme hakkın olsun – utanmadan eleştirmek istiyorsan elbette ki eğer. Derdim ne çokmuş gördünüz mü? Bu siyaset değil, sadece. Biliyorum. Ondandır ki, hep toplum, beşer, birey, aile, dost diyorum. Çünkü siyaset o kadar büyük ki, onun içinde kaybolup gidiyor cümleler. Ve hep bir öteki oluyor, karşı çıkmaya değer. Ama ötekinin olmadığı bir yeri inşa etmek, en azından yazarken mümkün olsa? Eğer ama derdin buysa, derdi bence bir usta, işin cidden zormuş senin be! Bundan 2500-3000 yıl önceden, zeytinliklerin deniz konusuna karışmış melteminde, sandaletlerine giren ufak taşlardan başkaca da dertleri kendine dert edinen bazı filozoflar, mesela Eflatun, sorgulamadı mı öğrencileriyle beraber siyaseti ve toplumu? Ahlakı ve bireyi? Çıkartın artık ayağınızdaki sandaletleri! Silkeleyin, dökün içinde ayağınızı vuran taşları. Ve eteğinizdekileri. Söyleyemediklerinizi söyleyin, yazın – karşınıza almak pahasına anne-babanızı! Çünkü artık öyle bir duvara toslamış durumda ki ait olduğumuz topraklar, coğrafya ve kültür, emin olun sıfırdan başlamasak bile, en azından yeni bir sayfa açmak zamanıdır. İşte dert bu, derman bulamamamı anlıyor musunuz şimdi?

Kolaydır elbette – sen sensin, bense ben. Yani diyorum ki, bana ne diğerlerinden! Ben kendimden mesulüm der geçerim. Kaparım gözlerimi etrafa, tıkarım kulaklarımı da! Ağzımı kapatmamı söylüyor doğduğumdan beri, içine doğduğum toplumum! Susmam gerektiğini işte bundan, çok iyi biliyorum! Ama bilmediğim şeyler var, hem de o kadar çok ki? Konuşmadan nasıl öğreneceğim, bir türlü bilemiyorum. İşte ben, yalnızken ben olamıyor, bu nedenle de size yazıyorum – derdimi. Derdime ortak olan olur mu bilmeden hem de.

Büyük mücadele, esas, kendine derdini anlatman!

Ortak değerlerimiz yok bizim. O zaman biz var mıdır diye sormayalım mı? İlkelerimiz mi? Var tabi, de amalı fakatlıdır! Hukuk, kazananın hukuku! Kazanan kim? Güçlü olan mı, iyi hile yapan mı? İyi hile yapan en güçlüdür. O zaman sorunun yanıtı da verildi. Etrafın ne dediği, senin ne düşündüğünden daima önemliyse, sen var mısın gerçekten? Yok olmak, eğer sadece toprak olmaksa, ruhun baki diye inanmaktaysan, o ruhu ruh kılan tekillik, başkalarından ayıklanmadan nasıl var olacak? Dur, hemen kızma. Ben kendime sorduğum soruları yazıyorum, unuttun mu? Ortak değerler olmasa da, çoğunluk seni kontrol ediyorsa, bundan biraz bile rahatsız olmadan nasıl yaşanır? Bunu cidden bilemiyorum. Ortak değerlerin inşası için önce bireysel olarak kendi değerlerimizin olması lazım. Bunları sana biri veremez güzel kardeşim. Sen edineceksin, edinmelisin. Sadece adın soyadın değildir seni ayıran diğerlerinden. Sen ne düşünüyorsun, sen kendini tanıyor musun? Tanış, tavsiyem sana, kendinle. Önce neler senin değerinmiş bir gör. Sonra bu değerleri başkaları için de “kutsal” ilan et. Yani kendine istediğini, ötekileştirmeden kimseyi, başkalarına da hak gör. İşte şimdi insan oldun.

Biraz ağır ifadeler. Ama dedim ya, derdimi anlatmaya çalışıyorum. Hiçbir şeyi anlatamadıysam eğer, sanırım anlatmayı başardığım tek bir şey olmalı bu yazıda; o da dert anlatmanın cidden çetin bir iş olduğu. Evet. Anlatacak bir şeylerimiz var. Ama kolayına kaçmadan: başkalarının söylediklerini tekrarlamadan! Çünkü büyük mücadele, esas, kendine derdini anlatman! Diyorum ki, gözlerini kapa, kendini tasavvur et. Onu merkeze koy, o kimmiş bir gör. Ondan memnun olmaya çalış. Ondan sen “razı ol” önce. Sonra başkalarına bak. Zulme en büyük direniş, zulmün istediği kalıplara girmemekse eğer, senin kendin olman, ama sorgulayarak her şeyi bak, çok ama çok önemli dostum. Başladığım gibi bitireyim ki daire tamamlansın: Dert anlatmak zor, giderek de zorlaşıyor. Hele de derdin insansa kardeşim, haksa, özgürlükse! Derdin kırmaksa zincirleri, eşitlikse kimin kim olduğuna bakmadan, empatiyse mahalle gözetmeden, ilkelerin varsa, ona ayrı buna ayrı kullanmadığın, işin zordur. Zordur işin, eğer eğriye eğri, doğruya da doğru demek için içinden bir baskı hissediyorsan devamlı. Vicdanınla iletişimi kaybetmediysen hala, kalbin sadece kan pompalamıyorsa, sevginin sıcaklığını da yayıyorsa vücuduna ve sen bunu ille de etrafıma da yayacağım diyorsan eğer, dert anlatman zorlaştıkça zorlaşmaktadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin