Demokrasi Kriterleri ve Türkiye

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN | @MehmetEfe_Caman

Türkiye’de demokrasi tarihinin seçimlerle alakalı boyutu tarihsel, sosyolojik ve siyaset bilimsel birçok incelemeye konu oldu. Uzunca da bir tarihi var denilebilir. Demokrasinin hür ve adil seçimler sütunu, şüphesiz ki bu yönetim biçiminin en önemli özelliği. Diğer bir ifadeyle – biraz da gündelik siyasetin ağzına pelesenk olan – halk iradesi, serbest ve adil seçimlerle ifade bulur ve bu demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Diğer yandan, demokrasi kavramı salt adil seçimler ve halk iradesi olgularıyla tanımlanamaz. Bir siyasal sistemin demokratik olarak nitelenip nitelenmeyeceği, en az serbest seçimler ve halk iradesi kadar, demokratik bir temel düzenin nasıl olması gerektiği ile ilintili diğer müktesebat ile de alakalı. Gelin biraz açalım bu konuyu.

SEÇİMLİ AMA DEMOKRATİK OLMAYAN REJİMLER

Sadece periyodik ve adil seçimlerin vuku bulduğu birçok ülke var. Bunların bir bölümü demokratik olarak nitelenirken, bir diğer bölümü demokratik olarak nitelenmiyor. Bunun nedeni, demokratik siyasal sistemlerin diğer gereklerinin yerine getirilmemesi. Seçimlerin yapıldığı bir ülke düşünün. Eğer iktidar seçim finansmanı konusunda devlet bütçesini kullanırken, muhalefet bu olanakların çok daha altında bir bütçeyle seçim kampanyası yaparsa, bu koşullarda seçimlerin adil yapıldığından bahsedilebilir mi? Daha da ileri gidelim.

Eğer iktidar medya üzerinde devlet gücünü kullanarak hâkimiyet kurar ve muhalefet kendisini ifade etmekte ve halka kendisini ve programını tanıtmakta güçlüklerle karşılaşırsa, nasıl adil bir rekabetten bahsedilebilir? Bunlar seçimlerin adil koşullarda gerçekleşmesine ilişkin birinci koşulumuzla alakalı sorunlar. Eğer biraz daha derinleştirecek olursak, adil seçimler koşuluna paralel ikinci ana sütunun konu alanına girmek durumunda kalırız. Gelin bunu yapalım.

ANAYASAL DÜZEN, DEMOKRASİNİN İLK ŞARTI

Bir politik sistemin demokratik olabilmesi için, mevzubahis ülkede tüm yasaların üzerinde bir anayasa ve bu anayasaya bağlı bir temel düzen olması gerekli. Anayasal düzenin güçler ayrılığını sağlaması, yani yürütme organı ile yargı ve yasama organlarının birbirinden ayrılması, birbirlerinin alanlarına müdahil olma imkânlarının bulunmaması, yukarıda vurguladığım kıstasın tamamlayıcısı. Dahası, bunlara ek olarak, özgür bir görsel, yazılı ve elektronik medya ve haberleşme ortamının anayasa ve yasalarca güvence altına alınması ve uygulanıyor olması, diğer yandan bu medyaya halkın özgürce ulaşabiliyor olması lazım. Diğer yandan, bu bahsettiğim koşulların işlevlerini yerine getirebilmeleri bakımından, düşünce özgürlüğünün ve düşünceyi ifade özgürlüğünün anayasa ve yasalarca garanti altına alınması, dahası yine diğer koşullar için olduğu gibi, bu hürriyetlerin uygulanabiliyor olması demokratik bir sistemin başta gelen gereklilikleri arasında.

Bu özgürlüklerin yanı sıra, din ve vicdan hürriyeti, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü, baskı ve çıkar gruplarına, dernek ve vakıflara ve bunun gibi sivil toplum örgütlerine katılma serbestisi gibi birçok temel insan hak ve özgürlüklerinin herhangi bir şüpheye yer vermeksizin, koşulsuz olarak sağlanmış olması gerekiyor. Kolluk güçlerinin (başta polis olmak üzere) bağımsız savcılarının yönetiminde adli takibat yapabilmeleri, bundan da önemlisi, bu işlevlerini yürütme (yani hükümet) erkinden bağımsız olarak yerine getirebilmeleri diğer bir esas. Zaten bu bahsettiğim özellik, yukarıda değinilen güçler ayrılığı ilkesinin öngördüğü bağımsız bir adliye, yani bağımsız mahkemeler için hayati olan bir işlev. Tüm bu tanımlanan ana çerçevenin, yazılı hale getirilen yasa metinlerine de yansıtılması, birey hak ve özgürlüklerini garanti altına alma amacı güden bir kanuni mevzuat ve bunların yine aynı ruhu yansıtan yönetmeliklerinin mevcut olması lazım, demokrasinin var olabilmesi için.

DEMOKRASİNİN 7 ŞARTI

Bahsedilen tüm bu vasıflar, çoğunluk diktasının engellenmesine yönelik olarak yorumlanabilir. Amerikan demokrasisinin mimarları, gücün denetiminin birey hak ve özgürlükleri bakımından çok önemli olduğunu biliyorlardı. The Federalist Papers, farklı siyasi gruplar arasında adil rekabet ortamının bulunmasını sağlamaya öncelik verir. Alexis de Tocqueville Amerika’da Demokrasi adlı eserinde demokrasinin seçim ve yeniden seçilme ile siyasi rekabet dışında yukarıda vurgulanan özellikler yönünde bir takım koşulları taşıması gerektiğinin altını çizer. Birçok kuramcı, sivil toplum ve bireyin haklarının, ceberutlaşabilecek bir iktidar karşısında korunmasının önemini vurgular. Kısacası, serbest seçimlerle iktidara gelmek yetmez. Serbest seçimlerle yeniden seçilmek de öyle. Muhalefetin diri kalması, iktidarın eleştirilebilmesi, bunun halk tarafından medya kanalıyla öğrenilebilmesi, iktidarın da yargısal denetime tabi olması, bu denetimi yerine getirecek mahkemelerin yürütmeden bağımsız hareket edebilme yetilerinin korunması gibi birçok kıstas, demokrasi için hayati derecede önem arz etmekte.

Demokrasi ve demokratik sistemler konusunda yakın dönemde en belirgin katkıyı yapmış kuramcılardan biri, ABD’li siyaset bilimci Robert Dahl, şüphesiz ki. Dahl demokrasi kriterlerini yedi (7) başlık altında topluyor: 1) Seçimlerle işbaşına gelen anayasal bir hükümet, 2) Özgür, adil ve düzenli aralıklarla gerçekleşen seçimler, 3) Tüm yetişkinlerin oy kullanabilmesi, 4) Tüm yetişkinlerin seçimle belirlenen siyasi ve kamusal pozisyonlara gelebilme hakkının olması, 5) Vatandaşların herhangi bir kısıtlama veya tehlike olmadan (siyasi konular da dâhil) kendilerini ifade etme hakkının tesis edilmiş olması, 6) Vatandaşların özgür medya aracılığı ile bilgi alma hakkının olması, 7) Vatandaşların özgürce toplanabilme ve siyasi partiler ve baskı-çıkar grupları da dâhil, kuruluş ve organizasyonlara katılabilme özgürlüğünün olması.

Günümüz ileri demokrasilerinde seçimle işbaşına gelen yöneticilerin hesap verebilir olmaları da önemli kriterler arasında, demokrasi teorileri literatüründe. Kamuoyu önünde şeffaf ve hesap verebilir olma koşulu, ancak bağımsız bir yargı ile mümkün. Elbette bu koşulun kamuoyunu bilgilendirme ayağı da unutulmamalı. Bu bağlamda da özgür medya (televizyon, radyo, gazeteler, elektronik iletişim olanakları, internet vs.) ön plana çıkıyor.

20.YÜZYILIN MESELELERİ

Yukarıda saydığım ve kısaca özetlemeye çalıştığım koşullar yeni bir şey değil. Bunlar esasında 20. yüzyılın meseleleri. Günümüzde birçok gelişmiş ülke ve toplum bu kriterleri içselleştirmiş durumda. Elbette hiçbir ülkenin demokrasisi mükemmel değil. Fakat bu yazının konusu olan demokratik rejimlerin genel nitelikleri konusunda yaygın bir uzlaşı bulunuyor. 1948 yılından beri Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ile insan hakları somut bir biçimde özetlendi. Türkiye gerek BM üyeliği, gerekse de Avrupa Konseyi üyeliği ile uluslararası hukuk bakımından bahsi geçen standartları sağlama konusunda taahhüt altına girmiş bulunmakta. Dahası, gerek NATO gerekse de Avrupa Birliği süreçleri içerisinde de bu kıstaslar birçok kez parafe edilerek hukuken de bağlayıcı bir yükümlülük altına girildi. Keza Helsinki Nihai Senedi gibi metinler de mevcut uluslararası yükümlülükler arasında yer alıyor.

Rafa da kaldırılmış olsa, hukuken hala varlığını sürdürmekte olan 1982 anayasası da Türkiye’de gerek temel insan hak ve özgürlükleri, gerekse de bahsi geçen uluslararası yükümlülüklerin anayasa da dâhil Türk hukuk mevzuatının üzerinde ve bağlayıcı olduğunu söylüyor. Türkiye’de de daha birkaç yıl öncesine kadar demokrasi ve demokratikleşme konularında azımsanmaması gereken bir toplumsal uzlaşı vardı. Kopenhag Kriterlerini gerçekleştiren ve AB treninde yol alan bir demokratik hukuk devleti gerçekleştirmek Türkiye’de birçok siyasi parti ve hareket tarafından muasır medeniyet seviyesine ulaşma mücadelesi olarak genel kabul görmekte, Erdoğan’ın AKP milletvekilleri başta olmak üzere TBMM’nin ezici çoğunluğu AB reformları denen demokratikleşme paketlerini desteklemekteydi.

ERDOĞAN REJİMİ SİSTEM DIŞINA İTİLECEKTİR

Bugün, bu analizde incelenen tüm demokrasi kriterleri, Erdoğan rejimi tarafından hiçe sayılıyor. Anayasa ve onun temel düzeni, sivil bir darbe akabinde ortadan kaldırıldı. Hukuksuz ve keyfi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilen, meclisin işlevsizleştirildiği, güçler ayrılığının sonlandırılarak Erdoğan diktası altında bir güçler birliğinin anayasaya aykırı bir biçimde oluşturulduğu gözlemleniyor. Bu nedenle yargı bağımsızlığı yani siyasi otoriterden bağımsız tarafsız mahkemelerin varlığı ortadan kaldırılmış vaziyette. Erdoğan rejimi, gerekli gördüğünde devam etmekte olan yargı süreçlerini sadece etkilemekle sınırlı müdahalelerde bulunmuyor, doğrudan doğruya mahkeme heyetini, hâkim ve savcıları görevden alarak, onları sürgüne yollayarak ve hatta tutuklatarak, yargı üzerinde varlığı reddedilemez bir siyasi kontrol sağlıyor.

Bu koşulların yakında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da kabul edilerek karşı önlemler alınacağına kesin gözle bakıyorum. Mevcut pasif tutum, teşhis sürecinin bürokratik bir zaman sürecine dayanmasından kaynaklanıyor. Bu bir yıla kadar tamamlanır ve Erdoğan rejimi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce de sistem dışına itilir. Yine bununla aynı bağlamda Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’nin üyelik müzakere sürecini dondurma kararını iyi okumak gerek. Avrupa Birliği çok yakında bu yönde karar alacak. ABD’de devam eden Reza Zarrab ve Halkbank davalarına Erdoğan’ın ekonomi eski bakanı Zafer Çağlayan’ın da dâhil edilerek ilk defa Erdoğan rejimi ile uluslararası bir suç arasında bağlantı kurulması da rejimin demokratik ülkelerce artık tümden anti-demokratik haydut devletlerle aynı ligde tasnif edildiğinin somut bir göstergesi. Rejimin tetikçisi bazı provokatör “gazetecilerin” bakanları ve bürokratları uyararak ABD’ye ve AB’ye seyahat etmemeleri konusunda uyarma gereği hissetmeleri bundan.

MİNİMUMLAR BİLE SAĞLANABİLMİŞ DEĞİL

Türkiye’nin, bu yazının konusu olan demokrasi kriterleri konusunda açık ara sınıfta kaldığı, demokratik bir sistemin serbest seçimler konusu dışındaki tüm kriterlerinden çok bariz sapmalar gösterdiği apaçık ortada. Referandum sonrası Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) geçersiz sayılması gereken oy pusulalarını geçerli sayma kararı ardından, YSK’nın da Erdoğan kontrolünde olduğu, seçim hileleri nedeniyle uluslararası bağımsız gözlemcilerin ciddi düzensizliklere işaret ettiği malumken, artık serbest ve adil seçim ilkesinin de Türkiye tarafından terine getirilemediği aşikâr. Yüzlerce gazetecinin hukuksuz gerekçelerle keyfi şekilde tutuklanması, binlerce üniversite öğretim üyesinin ve on binlerce kamu görevlisinin hiçbir anayasal ve yasal temele dayanmayan hukuksuz ve keyfi suçlamalarla tutuklanması, yüz binlercesinin yok hükmünde KHL’larla kamu hizmetinden atılması, yüzlerce bebeğin ve çocuğun anneleriyle beraber hapishanede tutulması gibi elim ve insanlık dışı barbarlıkların, bu yazıda ele alınan kriterlerin her biriyle ciddi şekilde çeliştiğinin, Türkiye’nin bırakın ileri demokrasileri, ortalama demokrasilerden ve demokratikleşen ülkelerden bile ışık yılı geriye düştüğünü hala belirtmeye gerek var mı?

Robert Dahl yedi kriterini prosedürel minimum olarak niteliyordu. Bugün bu prosedürel minimumun tek bir maddesini bile karşılamaktan aciz, devlet olma vasfı bile sorgulanabilecek bir rejim var. Tüm bu gerçekler ışığında, artık demokrasinin nasıl kurtulacağını değil, nasıl yeniden bir demokrasi kurulacağını merkeze alan bir düşünce biçimine geçilmesi gerektiği kanısındayım. Türkiye’deki tüm kesimlerden samimi demokratların, ciddiyetle ve aralarındaki farklılıkları ön plana çıkartmadan bu konuya kafa yormalarının ve konsensüs arayışı içerisinde iletişime geçmelerinin elzem olduğuna inanıyorum. Eğer bu başarılamazsa, korkarım Erdoğan rejimi ve ardından gelecek post-Erdoğan rejimi demokrasi kriteri standartlar ve bireysel özgürlükler bakımından birbirinden farksız olacak. Uyanma vakti.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin