Cumhuriyet?

YORUM | MEHMET EFE ÇAMAN

Ankara semalarında bulutların oluşturduğu “Atatürk portresi” belirmesiyle beraber yaşanmakta olan mucize bir kez daha net şekilde ortadayken, benim ve diğer birkaç yazarın tutup da Cumhuriyet Bayramı ve Cumhuriyet’in geldiği son nokta konusunda ne gibi bir katkısı olacak, bilemiyorum. Bildiğim, bir şeyin var olduğu kadar, var olduğuna inanmanın da önemli olduğu.

Törenlere katılan Japon samuraylar gibi giyinmiş kırmızı esvaplı Osmanlı “okçular” ile Cumhuriyet arasındaki ilgiyi de sorgulamayacağım. Kız okçuların – böyle bir şey var mıydı demeden – bazılarının başörtüleri üzerine firketeledikleri mavi feslerin tarihsel gerçekliğinin yanında, sahip oldukları post-modern cumhuriyet imajı da olmayacak konumuz. Sokak köşelerinde masa kurup, üzerlerine giydikleri beyaz önlüklerin üzerine “Tam Bağımsız Türkiye” yazan ulusalcı eylemcilerin Cumhuriyet’ten ne anladıkları ve ne bekledikleri de değil yazının mevzusu. Bağdat Caddesi’ndeki yürüyüşte “Dağ Başını Duman Almış, Gümüş Dere Durmaz Akar” marşıyla trans haline geçmiş kalabalık meselesi de açıkçası çok klasik bir girizgâh olma potansiyeli de taşıyor olsa, bilerek, isteyerek kaçınacağım bir şey. Hafiften tebessüm ettiğimi itiraf etmem gereken, resepsiyonda Erdoğan ile poz veren ve Sabah şeyinin elbette ki altını çizerekten yayınladığı Erdoğan ve Bahçeli arasındaki sevgi dolu bakışma fotoğrafı da iyi bir Cumhuriyet Bayramı yazısı girişi olamaz, taşıdığı büyük potansiyele karşın. “Külliye” nizamiyesindeki mehter diye bir başlık mümkün de olsa, daha sade bir başlık tercihimdir, bu nedenle onu da geçiniz.

KUTLANAN ‘ŞEY’ NEYDİ?

Bahsedilen ne? Kutlanan? Siyasi bir sistem mi kutlanıyor? Devlet kuruluşu mu? Kurulan devlet ile şimdiki yapı arasındaki farklılıkları ele almadan bir şeyi kutluyor olmak için kutladığımıza dair bende oluşan çelişkiyi bir tarafa bırakacak olursak, 29 Ekim 2017 günü “yurt sathında ve dış temsilciliklerde” kutlanan “şey” neydi? Öyle ya, doğum günü kutlanırken doğan şey neyse, onun doğduğu gün kutlanır – sıfır yaşında neyse kutladığımız yaşta da odur kişi, yaşı değişse de. Kutlanan eğer bir evlilik yıldönümü olsaydı, bir çift gerekecekti kaçınılmaz olarak – belli bir tarihte evlenmiş olan ve yıldönümü kutlamasının yapıldığı gün de mantıken evli olmaya devam eden. Yani çift boşanmış olsa, evlilik yıldönümünün anlamı kalmıyor. Kutlamak da dolayısıyla pek mantıklı olamaz kanısındayım, siz ne dersiniz?

Kutlanılmış olan Cumhuriyet, bir devletin kuruluşu ve aynı zamanda bir rejimin kuruluşunun yıldönümü. Dolayısıyla devleti ve rejimi sorgulayalım, niteliklerini ele alalım, sonra görelim neyi kutlamış insanlar.

MADDİ MENFAAT İÇİN KURTULUŞ SAVAŞI VERİLMEDİ

1920’lerin başında vatansız kalma tehlikesini bertaraf etmek amacıyla çıkılmıştı yola. Askeri ve siyasi bin bir badireden ve zorluktan sonra, Kurtuluş Savaşı kazanılmış, bugün Anadolu ve Trakya’da elde olan toprakların üzerinde yeni bir devlet ortaya çıkmıştı. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten ve kazanan kadroyu öven de vardır yeren de. Ama herkesin üzerinde birleştiği belki de tek nokta, bu kadronun aldığı riskleri, çektiği zorlukları, verdiği mücadeleyi, sahip olduğu iradenin dayandığı hareket noktasını – kısaca, yaptıklarını – kendi çıkarları için değil, gerçekten de vatan için, millet için, istiklal için, bağımsızlık için yapmış olduğudur. Yani bu kadroyu her bakımdan yerden yere vuranlar dahi çıkıp diyemezler ki, Atatürk ve silah arkadaşları zerre kadar maddi menfaat için bu olağanüstü mücadeleyi vermiş olsunlar.

Yine, Cumhuriyet devrimleri konusunda birçok kişi eleştirilerde bulunabilir. Demokrasi, insan hakları, din özgürlüğü, toplumsal çoğulculuk, etnik haklar gibi pek çok sahada – anakronizmin dayanılmaz şehvetine kapılarak – Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını yerden yere vuranlar bile dememişlerdir ki, bu yapılan devrimleri yapan elit, şahsi bir ajandasını, maddi bir beklentisini kamufle etmek için yaptı yaptıklarını. Yani Atatürk’ün projesinin bir idealizme dayandığını, düşmanları bile kabul eder, onun bu husustaki dürüstlüğünden kimse şüphe etmemiştir. Belli bir yönü vardır yapılan devrim ve reformların. Her devrimin doğasında olduğu gibi, zorlayıcı bir irade de vardır, görmezden gelemeyeceğimiz kadar bariz olan. Ancak, olmayan sahtekârlıktır, takıyyedir, kişisel beka ve maddi beklentilerdir. Yoktur böyle şeyler – en süzme Atatürk ve cevval Kemalizm düşmanları bile böyle bir şey iddia etmemişlerdir. Absürttür çünkü ve kendi içinde tutarlı olmaz böyle bir şeyi ileri sürmek.

Bu kadronun mücadelesi gerçektir – çakma bir kurtuluş mücadelesi yaşanmamıştır, Anadolu işgal altındayken verilmiş olan bir savaş vardır ortada. Sahte bir dış güçler paradigması yoktur, Sevr üzerine inşa edilen “Doğu Sorunu’nun” çözümü, yani Osmanlı topraklarının son paylaşımı meselesi vardır. Ve bu “yedi düvel” meselesini küçümsemek, yakışık almaz. Tarihsel bir gerçeklik görmezden gelinemez – hele de bu insanın kendi tarihi ile bağlantılı olursa! Verilen şehitler vardır, kahramanlıklar vardır, ihanet ve korkaklık, fedakârlık ve cesaretle yoğuruşmuş, artı ve eksileriyle yeni bir devlet kurulmuştur. Her başlangıç gibi zor bir iştir bu. Ve küçümsenmemelidir.

BU DERECE BİR DEVLETSİZLİĞE ŞAHİT OLMADIK

Bu duygularla dünkü “Cumhuriyet Bayramı” törenlerini takip ederken, midem bulandı, kendimi bir tuhaf hissettim. Moğol mezalimi ve Ermeni soykırımı haricinde hiçbir dönem bu topraklar bu kadar büyük bir haksızlığa, zulme, hukuksuzluğa ve hepsinden de önemlisi devletsizliğe şahit olmadı. Evinde dedesiyle beraber kalorifer borusuna her sabah Türk Bayrağı çekmiş olan bir zamanların 4-5 yaşlarındaki çocuğudur bu satırların yazarı. 15 yıl Almanya’da kaldıktan, lisans-yüksek lisans ve doktorasını Almanya’da yapıp, Almanya’da üniversitede hocayken sadece ülkem, halkım, vatanım deyip 9 aylık kızı ve eşiyle beraber memlekete dönen bir zamanların genç bir doktoralı idealisti yazıyor bu satırları. Kanun Hükmünde Kararname ile alnına vatan haini damgasını yapıştırdığınız, terörist ilan ettiğiniz, her gün ana-avrat sövdüğünüz kişi evet budur. Ve size diyor ki: sahtekâr değilsiniz sadece be! Aynı zamanda sahtesiniz de! Neden? Neden mi! Çünkü:

Atatürk ve mücadelesi gerçekti. Sizinki sahte! Kurtuluş Savaşı gerçekti, 15 Temmuz en iyi olasılıkla “kontrollü”. Atatürk ve ekibi maddi menfaat beklemiyordu – gözleri parada-pulda değildi, makam-mevki sadece onları inanmış oldukları ideallere taşıyan vasıtalardı. Erdoğan ve ekibi için bunu söyleyebilecek kaç kişi var bugün Türkiye’de ve dünyada? Atatürk ve ekibi, siyasi mücadele ve devrimlerinde en sert ve acımasız politikaları dahi uygularken, hamile kadınları, bebekleri, hapishanelerde süründürmedi. Sürgüne zorladıkları, hapse attıkları kişilerin eşlerine, çocuklarına dokunmadı! İnsan olmaktan ödün vermedi yani. Evet, zulmün bile bir etik alt sınırı vardır. Esir Yunan komutanı çadırına çağırıp kahvesini nasıl arzu ettiğini söylediğinizde düşmanlarınızın bile saygısını kazanırsınız. Savaştığınızın sizin gibi bir insan, sadece insan olduğunu bilmeniz size huzur verir. Yenilginin bile insaniyet çerçevesinde gerçekleşmesi önemlidir. Karşısındakini canavarlaştırmaya ve şeytanlaştırmaya çalışanlar, insanlıklarını kaybederler.

1923’TE KURULANLA BUGÜNKÜNÜN HİÇBİR ALAKASI YOK

Kimse kendisini kandırmasın. Anayasasız, hukuksuz, tüm kurumlarının içi boşaltılmış, işleyen tek bir müessesesi kalmamış, her şeyin bir diktatörün iki dudağı arasında olduğu bir rejim var bugün. Bu rejimin 1923’te kurulmuş olan – Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı – devletle yakından uzaktan hiçbir alakası yok. 1930’ların parti devleti Türkiye’de en azından bir partinin kurumsallığı ve iç dinamiği vardı. Vurgulandığı üzere, inandığı bir dünya görüşü ve idealler vardı. Dürüst ve karizmatik bir lideri vardı. Ve 1930’ların dünyasıydı dünya: Avrupa’nın yarısının diktatörlüklerle dolu olduğu, bundan 85 yıl öncesinden bahsediyoruz! O dünyada bile, o günlerin CHP’si, elindeki tüm olanaklara ve güce karşın, bugünkü yolsuzlukların onda birini yapmadı! O günün lideri, Kurtuluş Savaşı komuta etmiş – çakma başkomutan değil, gerçek Gazi Başkomutan – ve devlet kurmuş Mustafa Kemal Atatürk bile, bugünkü diktatörün yetkilerine (ve daha da önemlisi ihtiraslarına) sahip değildi! Dahası, tek bir yolsuzluğu ve veremeyeceği maddi hesabı yoktu. Pisliğe, iğrençliğe bulaşmamış, olmadığı gibi görünmeye debelenen, bir dediği diğerini tutmayan, oportünist ve menfaatçi bir lider değildi. Eğrisiyle-doğrusuyla, yaptıkları ve yapamadıkları, hatta yapmadıklarıyla, Erdoğan’ın yanına bile koyup da mukayese etmeye elimin varamayacağı kadar önde ve üstte biriydi. Ve onun kurduğu Cumhuriyet de, her türlü eksik ve gediğine karşın, bu topraklara kaybettiği bağımsızlığın üzerinde, dönüşebilme ve gelişebilme kurumsallığını haiz bir yapı bırakmıştı.

Bugün o Osmanlı aydınlanma süreci üzerine inşa edilmiş, 1920’de temelleri atılan ve 1923’te kurulan devlet, Türkiye Cumhuriyeti, fiilen ortadan kalkmış durumda. Ortada sadece “hasta adam” değil, cansız yatan bir beden var. Koca bir çınar devrilmiş, birkaç kendini bilmez menfaatçi tarafından, ancak bildiğimiz ekip takıyyeye aynen devam ediyor. Ne kadar makyaj yapsanız da bu durum sırıtıyor. Kendinizi kandıramazsınız. Aynaya baktığınızda gördüğünüzün ne olduğunu bildiğiniz gibi, kutladığınızın da 1923’te kurulan Cumhuriyet’in yıldönümü değil, ortadan hınzırca kaldırdığınız kadim devletin cenazesi olduğunu biliyorsunuz. Şatafatlı saraylar da, trans haline geçmiş kalabalıkların haykırışları da, sansürlenen basın ve medya da, tepelerinde Demokles’in kılıcı olan korkak akademi de, bu iğrenç tiyatroyu ortadan kaldırmaya, pisliğin konusunu bastırmaya yetmiyor, yetmeyecek. Ben anılarımın en güzel yerinde, 2. Dünya Savaşı sırasında 3,5 yıl yedek subaylık yapmış rahmetli dedemle beraber kalorifer borusundan göndere çekiyorum yine çocukluğumun en saf ve alımlı Türk bayrağını. Biliyorum ki her Moğol istilası sonrası bu topraklara bahar gelmiştir yine. Bugünkü tabloda, kutlanacak bir şey kalmamış olsa da, “deldikleri gibi giderler” diyen gerçek kahramanlar vardır bizim tarihimizde. Bu günler bir gün geçer.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Memleketin mevcut halini, kurulus donemiyle karsilastirmali olarak, tum ciplakligiyla ortaya koyan muhtesem bir analiz. Kaleminize saglik hocam..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin