Çok ayıp Sedat Bey! [Barbaros J. Kartal, yazdı]

“Türkiye’de pek çok kesimde -özellikle kendisine eleştirel yaklaşan çevrelerdeki- yaygın görüş, Gülen’in sırtını Amerikan yönetimine dayadığı tezidir. Bu önerme, Gülen’in ABD’de kalışının Amerikan hükümetinin teşviki ve himayesi altında gerçekleştiği varsayımını da içerir. Oysa Gülen’in ABD’de oturma izni almasıyla sonuçlanan gelişmeleri incelediğimizde, tablonun bu kabullerden bir hayli farklı bir şekilde seyrettiğini görüyoruz.”

Bu satırlar geçen gün “Gülen İpoteğinde Türk-ABD ilişkileri” başlıklı bir yazı kaleme alan Sedat Ergin’e ait (9 Mayıs 2014, Hürriyet).  Son derece konjonktürel, havuzda üretilen uydurma bilgilerin satır aralarına serpiştirildiği yazı Amerika’da da çalışmış Sedat Ergin’in birikimine hiç yakışmamış. Şimdi o yazıya bir göz atalım bakalım neler var. Girişteki eski yazıya ait alıntıyı, bu haftaki yazıyı daha iyi anlamamız için biraz erken verdim.

Başlamadan önce, Allah var, cemaatten haz etmez, dine alerjiktir, elitistir, 28 Şubat gazeteciliğini çok iyi biliriz, Hürriyet’teki genel yayın yönetmenliğinin ileride fakültelerde ‘case study’ olarak okutulacağından şüphemiz yoktur, patronunun ve en baş patronun damadının her gün saraya jurnal yollayıp kendisi dahil meslektaşlarını gammazladığı ortaya çıktıktan sonra istifa etme cesaretini gösterememiştir ama her zaman bir seviyeye, nezakete ve üsluba sahip olmuştur, titiz okuma ve araştırma yönü ile bütün gazetecilere örnektir Sedat Ergin. Havuzdaki canlıları görünce Ergin kıymeti bilinememiş bir Cemaat muhalifidir. Ben de bu hatadan dönmek için yazdıklarını ciddiye aldım.

Ergin, Gülen’in Washington Post’ta çıkan yazısını eleştiriyor ve oradaki Gülen profilinin gerçekle ilgisi olmadığını iddia ediyor. Yazının başlığı ile ilgili tercüme skandalını internet versiyonunda düzelttiği için hızlı geçiyorum yoksa yenilir yutulur bir hata değil. Amerikalı çevrelerin Gülen hareketi ve malum sızma ve anayasal çerçevenin dışına çıkma iddialarına at gözlüğü ile baktıklarını, bilgi sahibi olmadıklarını ve gerçekleri kabullenmediklerini söylüyor Ergin. Amerikan basınında Gülen Hareketi ile ilgili bütün iddialar yer aldı alıyor, ikna olanlar var olmayanlar var. Ergin’in iki gün boyunca ‘Doğan’ın Ankara temsilcisi Barbaros Muratoğlu ile ilgili tuhafıma giden durumlar’ diye özetlediği iddianame yazılarını okuyunca 21 sayfanın 19,5 sayfasının alakasız palavra geri kalanının da yanlış bilgiler içerdiğini anlıyoruz. Kendilerine gelince iddianameler tuhaf ama nedense 50 bin kişiye gelince herkes terörist, paralel, şebeke. Kendilerinin bile inanmadığı, biraz gazetecilik yapınca ellerinde kalan şeylere elalemin inanmasını beklemek oldukça naif bir düşünce. Bir komedyenin FETÖ saçmalığından müebbetle yargılandığı ülkede sizin temsilcinin neden içeride olduğunu açık açık yazmak gerekmez mi?

***

Ergin diyor ki:

“Gülen’in dizinin dibinde çok sık bağdaş kurmuş olan Adil Öksüz’ün 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’ndeki darbe karargahında olduğunu bilmeyenler için…”

Gülen’in dizinin dibinde bağdaş kurmuş ifadesi ile Doğan temsilcisi için kurulan “Gülen’in yanında ceketinin iki düğmesini de ilikledi” ifadesi ne kadar benziyor. Ama doğru o fotoğraf iddianamede yer almıyor değil mi? Sebebi sizin zannettiğiniz gibi delil olmadığı için değil, o fotoğraftaki havuz yandaşlarını korumak için… Adil Öksüz’ün darbe gecesi Akıncılar Üssü’nde olduğu ile ilgili bir bilgi yok. Havuz’da bile kendisinin orada olduğuna dair bir kare yayınlamadı. Kaldı ki ordaydı diyelim. Çok da şaşırmam. Peki yakalandıktan sonra iki defa salıverilmesi ne anlama geliyor? Salıverildikten sonra hakkında yapılan itirazın kabul edilmeyişi? Hadi bunları geçtik daha sonra adli kontrole bile gidip elini kolunu sallayarak çıkıp gitmesi? 15 Temmuz’dan sonra Cemaate selam verenlerin bile derdest edilip içeri atıldığı bir yerde size garip gelmiyor mu? Bu iddialar artık taşınmaz olunca o hakimlerden birini FETÖ’den hem de aylar aylar sonra tutuklamaları ilginç değil mi? Neredeyse bir yıl geçti kendisinden bir ses seda çıkmaması hakkında iddialara cevap vermemesi size de garip gelmiyor mu?

***

Ergin diyor ki:

“Keza bir dönem cemaatçi polislerin Kürt barış sürecini engellemek için kalkıştıkları operasyonları bilmeyenler…”

Bu iddiayı da doğru kabul edelim, siz Türkiye gerçekliğinde polislerin siyasi iradenin onayı olmadan, kendi başlarına operasyon yaptıklarına inanıyor musunuz? Bir defa yaptılar, 17-25 zamanı o da zaten dava konusu amirleri ile ilgili olduğu için, başlarına neler geldi! O emniyet fezlekesinin ne kadar sağlam olduğunu en iyi siz biliyorsunuz. Neden siyasi irade izin vermeseydi bunların olmayacağını bilmenize rağmen gerçekleri ambalajlıyorsunuz? O gün bu işleri Cemaat yapıyor diyenlerle bugün PKK ile Cemaatin ortak hareket ettiğini iddia edenler aynı kişiler. Hadi Cemaat tasfiye edildi gitti yargıdan, ee KCK davaları ceza ile sonuçlandı. HDP’li milletvekilleri içeride.

***

Ergin diyor ki:

“Gülen cemaatinin özellikle son 20 yıl içinde Amerikan sisteminin bütün boşluklarından yararlanarak bu sistemin içine etkin bir şekilde nüfuz edebilmiş olmasıdır. Bazı düşünce kuruluşları (think tank) fonlanarak pekala cemaate müzahir bir çizgiye çekilebilmiş, Kongre üyelerinin seçim kampanyalarına yapılan yasal bağışlarla ABD Kongresi’nde güçlü bir destek zemini yaratılabilmiştir.”

Sistemin bütün boşlukları dediğiniz şeyleri tespit etmek için Erdoğan hükümeti sizin benim milyonlarca dolarımızı Amsterdam başta olmak üzere tüccar avukatlara döküyor. Yıllardır dişe dokunur bir şey bulabilmiş değiller. Kaldı ki siz de çok iyi bilirsiniz şiddete ve yasa dışına çıkmadığınız takdirde herkes Amerika’da örgütlenebilir. Bunu sanki şüpheli bir faaliyet gibi sunmak çok yanlış olur. Yasal bağışlar dediğiniz şeylerin kaynağı size de hakaretler yağdıran havuz medyası. O komik paralarla bir lobi başarısı elde ediliyorsa bence oturup ağlasın herkes.  Kaldı ki eğer para ile bu işler oluyorsa Türkiye hükümeti kamyonla para döküyor. “Cemaat ne veriyorsa 10 katı” der Cemaatin para ile ikna ettiği insanları çoktan ikna ederdi öyle değil mi?

Ama ben şu sözlere takıldım: “Bazı düşünce kuruluşları (think tank) fonlanarak pekala cemaate müzahir bir çizgiye çekilebilmiş,”… Bakalım fonlayarak bir think tank nasıl müzahir bir çizgiye çekiliyor örnekle görelim:

ATLANTIC COUNCIL’DE NELER OLDU?

Atlantic Council’in adını mutlaka duymuşsunuzdur. Son zamanlarda Erdoğan’a yakın firmaların finanse ettiği ve Erdoğan’a ortam sağlayan bir kuruluş. Yine bu şirketlerin astronomik sponsorluğunda yapılan enerji zirvesine Erdoğan muhaliflerine yer verilmediği epey haber olmuştu. En son Erdoğan ziyaretinde de bu kuruluş sadece belli kişilerin davetli olduğu bir organizasyon düzenlemişti. Herhalde bu think-tank sizin fonlanarak müzahir bir çizgiye girmiş olabilir tanımınıza uyuyordur.  Bakalım bu Atlantic Council ile başka kim neler yapmış.

Hürriyet’ten bir haber: Doğan Grubu İslamofobi’ye karşı ABD’de iki tarihi etkinliğe imza atıyor. ABD’nin en etkin düşünce kuruluşlarından Atlantic Council ve dünyanın en saygın kültür kurumlarından Smithsonian ile birlikte düzenlenecek panel, “Islamophobia: Overcoming Myths and Engaging in a Better Conversation” başlığını taşıyor. Panelden önce, Washington’daki Smithsonian’a bağlı ünlü galeri Sackler’da bu akşam, “Kur’an-ı Kerim’in Sanatı: Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin Hazineleri” başlıklı serginin açılış galası yapılacak.

Bu etkinliklerin sponsoru Doğan Grubu. Ya güldürmeyin insanı, Doğan Grubu kim İslamofobi ile mücadele kim! Yanlış anlaşılmasın, bunu dalga geçmek için söylemiyorum. O kadar imaj için, birilerine şirin görünmek ve bazı yerlere para yedirmek için yapılan bir organizasyon ki hadisenin kendisi bağırıyor “Burada bir şey var” diye. Doğan grubu İslamofobi ile mücadele etse “Benim olduğum yerde başörtülü yazar çalışamaz” diyen sizi genel yayın yönetmeni yapar mı?

Bakın bitmedi…

Bir haber daha okuyalım: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında konuşacak düşünce kuruluşu bulamadığı bunun üzerine Türkiye’nin en güçlü iş kadınlarından biri devreye girince Brookings Enstitüsü’nün Erdoğan’ı davet ettiği ileri sürülmüştü.

Gazeteci İlhan Tanır, Haberdar’daki köşesinde bu ricacının Doğan Grubu olduğunu iddia etti. Tanır, iddiasını ise uzun yıllar Brookings Enstitüsü’nün Türkiye masasını yöneten Ömer Taşpınar’a dayandırdı. Sputnik’in bu haberinin kaynağı olan ve Washington’ın en aktif gazetecilerinden İlhan Tanır bakın o toplantı için neler demiş:

“Soru şu: Doğan Grup bu telefonu açtıysa, ki öyle görünüyor, neden Erdoğan’a böyle bir ‘yardım’ yapma ihtiyacı duydu? Bu ricayı yaparken, gazetecilere soru sordurulmaması gerektiğini de söyledi mi? Yoksa bu harika fikir sadece Brookings’in sabah kalktığında aklana düşen bir fikir miydi?

Bunun yanısıra Brookings bundan ne kazandı?

Doğan Grup’un bu rica ile kazanacağını tahmin etmek güç değil. Doğan Grubu, yaptığı yayınlara bakıldığında, oldukça evcilleşmiş bir yola girmiş duruyor. Sayfalarında ‘eleştirel’ haber bulmak güçleşti artık.”

Sizin grupta bu işlere kim bakıyor? Acaba gazetecilere soru sordurulmayan, dışarıda insanların dövüldüğü toplantının organizasyonu için kim telefon etti? Vuslat Hanım mı, Hanzade Hanım mı? Hanzade Hanım demişken aklıma Mehmet Ali Yalçındağ geldi. Yalçındağ’ın Amerika’da Trump ekibi ile hükümetin hangi ricalarını konuştuğu, hangi talepler için lobi yaptığı Washington’da çok merak ediliyor. Ne de olsa Doğan Grubu, Başkan Trump’ın iş ortağı. Trump ailesi ile tanışıklık epey eskiye dayanıyor. Türkiye’den sadece Mevlüt Çavuşoğlu’nun katıldığı başkanın yemin töreni gala yemeğine Doğan Grubu’nun torunlar hariç hemen hemen bütün üyeleri katılmıştı. Türkiye’de başına bir iş gelmesin diye Trump’a yakınlık bir işe yarar mı yakında görmüş oluruz. Yoksa grupta hükümetin ricaları yerine gelmeyince bunu sizden bileceği endişesi mi var? Yoksa bu sizin için son şans mı?

***

Ergin diyor ki:

“…15 Temmuz’dan sonra başlatılan OHAL uygulamalarıyla birlikte ortaya çıkan yaygın mağduriyetlerin, hak ihlallerinin Batı’da Türkiye aleyhinde yarattığı algı geliyor. Cemaat hakkında somut olgulara dayanan eleştirel tespitler de bu olumsuz algının gölgesi altında kalıyor.”

Pardon hangi hak ihlalleri??? Hürriyet’i iyi takip eden birisi olarak başta sizin döneminiz olmak üzere ben bir hak ihlali, yaygın mağduriyete falan rastlamadım. Aynı ülkeden mi bahsediyoruz? Benim gördüğüm tek mağduriyet Ankara temsilcinizin tuhafınıza giden iddianamesi. Yoksa bizim bilmediğimiz başka tuhaflıklar mı var ülkede? Hadi bizi geçtik,  yahu Cumhuriyet ve Sözcü için bile haber yapamıyorsunuz. Sözcü’ye yapılan operasyonu bugün sizin sitede bulabilmek için epey bir dolanmak lazım.

***

Ergin yine diyor ki:

Kuşkusuz, ABD’nin haber alma örgütü CIA’den emekli bazı üst düzey yöneticilerin -Göçmen Dairesi’nden farklı bir doğrultuda- hakime yazdıkları Gülen lehine referans mektuplarının da bu kararda belli bir etkisi olduğunu düşünmemiz için yeteri kadar neden var.”

Kendisinin de yazarken yararlandığı ve benim girişte de bahsettiğim yazısında da yer aldığı üzere Gülen’in oturum davası için Gülen’in avukatları Türkiye’den ve dünyadan bir çok kişiden mektup alıyorlar.  Eğer Gülen’in durumu, CIA emeklisinin mektubu ile ikna edebilecek olsa zaten bu kadar hukuki bir mücadeleye hiç gerek duymazdı. Sizin atladığınız şey, Gülen sizin de 28 Şubat’ta epey sözcülüğünü yaptığınız askerlerin bastırması yüzünden bu tür sıkıntılar yaşamış, sizin de dediğiniz gibi ülkede hukuk olunca açtığı davayı kazanmış. Amerika’nın lehine olacağı ifadesi bütün oturum davalarında yer alan bir standart ifadedir, bütün avukatlar kullanır, buradan hince araya laf sokuşturma çıkmaz.

***

Bir de; “Bu soruna bir çözüm bulunamadığı takdirde Gülen faktörü daha uzun bir süre Türk-ABD ilişkilerini ipoteği altına alacak gibi gözüküyor” diyor Ergin…

Gelin bu ipoteği kaldıralım. Mesela siz yazmadığınız haberleri yazın, televizyonlarınızda yayınlamadığınız şeyleri yayınlayın, haber kanalınızda yer vermediğiniz isimleri çağırın. Türkiye halkının gerçekleri görmesine hizmet edin. Seçim yoluyla bu iktidar gitsin. Türkiye daha demokratik bir ülke olsun. Herkesin güvenebileceği bir yargı bürokrasi olsun. Gülen, 20 yıl önce neden Türkiye’yi terk ettiyse bugün bu şartların hepsi çok daha ağır bir şekilde durmaktadır.

Almanya-Türkiye ilişkilerinde Türkiye yarın derse ki Can Dündar’ı teslim etmediğiniz takdirde ilişkiler zarar görür, kopar gider. Dündar’ın,  hakkındaki iddialardan -ki vatana ihanet ve casusluk söz konusu herhalde bu iddiaların ne kadar ciddi(!) iddialar olduğunu kabul edersiniz- yargılanması için bu sorunun çözümü için de Gülen için düşündüklerinizi düşünür müsünüz? Mesela, Dündar’ın Almanya’daki varlığının Almanya için de iyi olduğunu düşünüyor olabilirler mi Almanlar?

“Alınmasın ama şunca senelik deneyimli Sedat Ergin’in şu an CNN Türk’teki yorumları içler acısı, perişanlık” diye yazan eski dışişleri mensubu Aydın Selcen’e, Sedat Ergin ‘çok ayıp’ diye cevap yazmıştı…

Bence de “çok ayıp” Sedat Bey…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin