CHP’nin yol ayrımı

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye’de olan bitenleri anlamak kolay değil. Çünkü devletin sürekliliği ve düzeni ortadan kalkmış durumda. Anayasanın rafa kaldırılması ve fiili bir başkanlık rejimi kurulmasının yanı sıra, bu rejimin suyun altında kalan buzul kütlesi, yani karanlık ilişkiler ağı ve etkili gruplar, sadece analizlerde anlattığımız kadarıyla biliniyor. Bu analizler çoğu zaman yapbozun eksik kalan parçalarını akıl yürüterek tamamlamak suretiyle yapıldığından, büyük resmi net olarak göremiyoruz. Sanırım bu fiili rejimin en önemli özelliği – belki de herkesin üzerinde anlaşmaya varabileceği tek şey – öngörülemez olması.

SADECE KENDİ MAHALLENİZE DEMOKRASİ GETİREMEZSİNİZ

Dün gündeme bomba gibi düşen ve gündemi belirleyen haber, Beşiktaş belediye başkanı Murat Hazinedar’ın başkanlıktan alınması kararıydı. Ataşehir belediye başkanı Battal İlgezdi ile beraber İstanbul’da yapılan ikinci operasyon bu. Hukuksuz olduğunu belirtmeye gerek bile görmüyorum. Elbette şiddetle karşı çıkılmalı, bunu da anlıyorum. Anlamadığım, uygulama yeni olmamasına karşın CHP liderliğinin ve etkin milletvekilleri ile yöneticilerinin sanki bu olay ilk kez oluyormuşçasına tepki vermeleri. Oysa uzunca zamandır Güneydoğu’daki HDP’li belediyelere aynı türden operasyonlar yapılıyordu. Bildiğim kadarıyla CHP bu belediyelerde başkanların hukuksuzca görevden alınmasına ve yerlerine Saray güdümünde kayyumlar atanmasına kararlı bir muhalefeti bırakın, doğru dürüst tepki bile göstermediler. Şimdi neyin mücadelesini yapıyorlar?

İşte bu rejim konusunda yazdığım her yazıda temel olarak vurguladığım hususa geliyoruz yine. Faşizmle mücadele, partiler ve fraksiyonlar üstü yapılacak bir şeydir. İdeolojik farklılıklar, geçmişte diğer grupların yaptığı ya da yapmadığı şeyler, gerçekten olan ya da algısal olarak olduğuna inanılan hatalar gibi engelleri aşıp birleşmeden, faşizmle mücadele edilemez. Sadece kendi mahallenize demokrasi getiremezsiniz. Sadece kendi partinizi ayrıcalıklı kılamazsınız. Sadece kendinize yakın gazetecileri gazeteci kabul edip, diğer basın emekçilerini görmezden gelerek basın özgürlüğünü elde edemezsiniz. Olan bitenleri doğru olarak isimlendirmediğiniz ve rejimin dilini kullanmaktan vaz geçmediğiniz müddetçe, o rejimi de ortadan kaldıramazsınız.

Anlamıyor musunuz, rejim kendi tabanından olduğu kadar sizin bu basiretsizliğinizden de besleniyor. Bu sözlerim salt CHP yönetimine değil, aynı zamanda Can Dündar gibi, Kadri Gürsel gibi, daha niceleri gibi, benim haklarına sahip çıkmaktan vazgeçmediğim ve geçmeyeceğim meslektaşlarım için de geçerli! Dün büyük memnuniyetle Can Dündar’ın Twitter hesabından Ahmet ve Mehmet Altan’a sahip çıkan paylaşımını gördüm ve umutlandım yine. Ama daha alınacak çok mesafe var. Bu faşizan yönetimin güçlenmesini ve daha da mühimi kalıcılaşmasını istemiyorsanız eğer, olması gereken derhal zaman yitirmeden birleşmek ve anayasal düzen, hak ve özgürlükler talep etmektir, hem de herkes için, hiçbir ayırım yapmaksızın. Hukuk karşısında herkes eşittir. Vicdanlar karşısında bu eşitlik çok daha gereklidir. Çünkü vicdan olmadığı zaman, hukuk kuru prosedürlerden ve tozlu kitap raflarındaki kalın ve ağdalı dille yazılmış kitaplardan başka bir şey değildir.

ANAYASAL DÜZEN ORTADAN KALDIRILDI

Bakın, bu rejim – iç dinamiklerinde kimler hangi rolü oynuyor, bu kararlar nasıl alınıyor falan bakmaksızın – demokrasiden ve anayasal düzenden sapmış, bir sivil darbe yaparak Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini ortadan kaldırmıştır. Bunun adı hangi ülkeye giderseniz, hangi hukuk ve siyaset kitabına bakarsanız bakın, düpedüz darbedir. Darbe! Bu darbeyi kimin yaptığının öneminden çok, bu darbenin yapılmış olması ve bu konuda koyulacak teşhis çok önemlidir.

Hangi belediye başkanı hangi gerekçeyle görevden alındı sorusunu sormadan önce şu temel soruyu sorun kendinize: Belediye başkanının görevden alınması prosedürel olarak anayasal düzene uygun mu değil mi? KHK kararlarını kimin aldığından veya bu kararların kimin menfaatine olduğundan, hatta ve hatta görevden alınanların ait oldukları gruptan bağımsız olarak, bu KHK’lar anayasal düzene uygun mudur değil midir ona bakın! Hapishanedeki gazetecilerin ne yazdığından, bu yolla hangi suçun onlara isnat edildiğinden ziyade, şu soruyu sorun: yazı yazmak ne zamandır suç oluyor! İşkence yapılan, karanlık izbelerde canı alınan zavallıların işledikleri suçun bir önemi var mı? Hangi suçu işlemiş olursa olsun, işkence anayasaya göre suç mu değil mi, bu soruyu sorun!

Bir ilkesizliktir gidiyor. Ve ben çok çaresiz hissediyorum kendimi. Sanki bir kâbus bu yaşananlar. İnsanlar aklını kaybetmiş, şuursuzlaşmış gibi. Bu görmezden gelmenin bilinçli yapıldığını düşünmek istemiyorum. Ama inanın bu durum artık tesadüf olamayacak kadar net. İnsanlar neyin hesabındalar, bilemiyorum. Ama bu yaşananlar hayra gebe değil. Çok ama çok kötü şeyler olacak. Düdüklü tencerenin emniyet supabını kapatır gibi, insanların siyaseten kendilerini ifade etmelerini engelliyor bu rejim. Kürtlerin, liberallerin, Cemaat sempatizanlarının, azınlıkların ve şimdi de CHP’lilerin. CHP’de durum biraz tuhaf gibi bir algı var bende. Sanki CHP içinde ve yakınında birileri de bu yaşanan süreçten memnun gibi. Belediye başkanlarının “FETÖ’cü” olarak inanına balıklama atlayan, bu değirmene su taşıyanların sayısı azımsanacak gibi değil.

ARTIK BİR KARAR VERİN!

Karar verme zamanı. Ya Sezgin Tanrıkulu gibi sosyal demokrat CHP’lilerin yolundan gidilecek ve sola dümen kırılacak, ya da nasyonalistlerin devletlû reflekslerinin baskın olduğu, Avrasyacı derinlere meyleden grup – ki bunlar daha çoğunlukta ve daha etkinler – kazanacak. Oysa CHP çoktan sine-i millete dönmeliydi. Çoktan bu rejime meşruiyet kazandıran vitrin bir muhalefet partisi rolünü reddetmeliydi. Bunun için tüm koşullar var. Ama bunu yapmıyorlar. Birilerinin aklı, Erdoğan sonrası bu oluşturulan faşizan ve anayasasız düzenin semeresini ve “birikiminden” yararlanmak anlaşılan. Ne de olsa CHP geçmişi bu tür rejimlere çok da yabancı değil. Nasyonalistlerin nostaljik hayal dünyalarında cumhuriyetin fabrika ayarlarında bir toplum mühendisliğine girişmek var. Bu riske girmek, bu iş gideceği yere kadar gitsin, parsayı biz toplayabiliriz diye düşünmek, ülkenin geleceğini ciddi olarak riske atmaktır. Bunu görmüyorlar mı?

CHP’nin Selahattin Demirtaş ve diğer Kürt milletvekilleri tutuklandığında dayanışma göstermemiş olması, Erdoğan rejiminin işini kolaylaştırdı. Tıpkı “Yenikapı Ruhu” diye pazarlanan 15 Temmuz sonrasının sistemine itiraz etmemek ve söylemini benimsemek gibi, çok majör bir hatadır yapılan. Oysa sosyal demokrat herhangi bir partinin asgari yapması gereken anayasal düzene sahip çıkmak değil de nedir, soruyorum buradan!

Yüzde yetmiş altı nokta bilmem kaçla seçilen belediye başkanı için tepki göstermek inandırıcı olmuyor tüm bu koşullarda. Bütün gücümle Murat Hazinedar’a sahip çıkarak, onun haklarını amasız, fakatsız savunarak söylüyorum bunu. O direnç seviyesi çoktan laçka oldu, gitti-bitti. Geçmiş olsun! Artık kısmi mücadelelerle, duygusal nutuklarla sonuç almak mümkün değil. Elinde tüm devlet aparatını, bürokrasiyi, medyayı, ekonomik aktörleri kontrol eden bir güç var ve bu güç, gayet keyfi şekilde, anayasal ve yasal sınırlamalar olmaksızın gücünü genişletmeye devam ediyor. Bu nereye kadar gidecek, hiç korkmuyor musunuz? CHP’li yöneticiler korkmuyorlar mı?

TÜRK DEMOKRASİSİ ÖLDÜ

Zararın neresinden dönülse kardır! Daha da geç olmadan, bir yapıcı özeleştiri yaparak CHP içindeki (sosyal)demokratların kendi çocuklarının geleceğini düşünerek hareket etmeleri, gerekirse nasyonalist maceraperestlerden ayrılmaları ve demokrasi, insan kav ve özgürlükleri talep eden bir siyasi hareket oluşturmaları lazım. Anayasanın feshedildiği gerçeğini hakla, en önemlisi kendi tabanına anlatması lazım! Hiçbir ayrım yapmaksızın, anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi ve anayasal düzenin yeniden tesis edilmesi için evrensel insan hakları ve demokraside birleşilmesi gerekiyor. Kurumsal olarak dâhil olduğumuz Avrupa platformunda, ikili ve çoklu seviyelerde de bu yaşanan durumun dillendirilmesi lazım.

Avrupa’da Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulanması ve üyelik müzakerelerinin durdurulması gibi müeyyidelerin tartışıldığını biliyorum. Sadece Türkiye’de demokratlara zarar vermemek için bunlar yapılmıyor. Hâlbuki Türk demokrasisi öldü. Geriye kalan enkazın demokrasi olarak yutturulması da bu koşullar altında artık olanaksız. Makyaj kabul etmeyecek kadar aşikâr olan bu defekti adıyla anmak, ona gere hareket stratejisi belirlemek, içte ve dışta demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerine dair haklı talepleri dile getirmek, bir an evvel tüm demokratik güçlerle birleşerek bir “hak ve özgürlükler” platformu kurmak, tek ve son kalan çaredir. Çünkü bu noktadan sonrası, düşünmenin bile acı verdiği aşamadır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. HöH ve SadaT sokaklarda icraate başlayıp ta şebbihalar misali zorbalıklarla laikçi kesime hayatı cehenneme çevirsin de ben o zaman görücem bunları! Fetöööö diye diye dilleri uzadı, ama mini eteklilerin sokaklarda kırbaçlanacağı, içkili mekanların basılıp cemevlerinin taranacağı o yakın günlerde eyvaaaaahhh nidaları kar etmeyecek! Masum insanlara zulmedilirken diktatöre yardakçılık yapanlar, kendi huzurları kaçmaya başlayınca anlayacaklar siyasal islamcı teröristlerin mafya düzenini! Cemaatin nezih ve demokrat mensuplarını mumla arayacakları karanlık günler yakındır! Her diktatör, arkasında enkaz bırakır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin