Cemaatle tanışınca zengin oldu!

YORUM | SÜLEYMAN SARGIN – SuleymanSargin@Tr724.com – @suleyman_sargn

Çocukluğumdan beri çokça duyduğum laflardan biridir bu. Daha çok, bugün hemen her şeylerine harami despotların el koyduğu fedakâr esnaf ve işadamları için söylenirdi. Bir kısmı cahillikten olsa da çoğunluğu iflah olmaz bir hasedin dışavurumuydu bu sözler. İçinde “Cemaat, kendi mensuplarına maddi menfaat sağlıyor” iması gizliydi. Bunu yayanlara “Madem öyle, siz de gelin Cemaate ve zengin olun” dendiğinde ise onlar hep kaçmayı tercih ettiler!

Hâlbuki “Cemaat” dedikleri Hizmet Hareketi bir siyasi parti veya bir menfaat şebekesi değil ki! Ticari bir şirket ya da holding de değil. Hele, dünyevi maksatları, siyasi ya da ticari hedefleri olan bir örgüt, hiç değil! Tam tersine “almak yerine vermek” üzerine kurulmuş, gönüllülük esasına dayalı bir iyilik hareketidir Hizmet. İnsanlar Hizmet’e dünyevi bir şeyler almak için değil, ellerindeki dünyalıklardan vermek, katkıda bulunmak için girerler.

Şimdi düşünüyorum da o adamların “Cemaatle tanışınca zengin oldu” demeleri, kendileri başka bir şey kastettiler belki ama “intak-ı bi’l-hak” olmuş. Yani Allah onlara bir hakikati konuşturmuş. Olan bitene, yaşananlara bakınca gerçekten dünyanın en zengin ve nasipli insanları bugün Hizmet’e gönül veren bahtiyarlar.

Öncelikle, hepimiz için, Hizmet’le tanışmak en büyük nimet olan iman gibi bir mazhariyete vesile oldu. Bugün milyonlarca insan dalalet vadilerinde nefis ve şeytanın oyuncağı olabilecekken Hizmet’le tanışmaları sayesinde imanı derinden hissediyor, kulluğu hassasiyetle yaşıyor ve pek çok ahlaki erdemi temsil ediyorlar. Bunun ne büyük bir zenginlik olduğunu, Hak nezdinde neye tekabül ettiğini burada teorik olarak belki biraz anlayabiliriz ama hakikatini sadece ahirette görebileceğiz.

Üstelik bahsettiğimiz, anne babalarımızdan gördüğümüz, taklîdî ve cami ibadetiyle sınırlı bir iman da değil. Bu, Allah’ın ekstra lütuflarıyla kalbimizde yaktığı bir nur. Risale-i Nur’ların ortaya koyduğu sağlam blokajlar üzerine oturan, aklın ikna olduğu, kalbin tasdik ettiği ve şuurun da altına tereddütsüz imza attığı bîhemtâ bir hakikatler manzumesi. Öyle bir servet ki, bir kişinin daha bununla tanışması, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha kıymetli görülmüş.

Teoride de kalmadı bu hakikatler. Hocaefendi tarafından ilmek ilmek örüldü ve bir kuyumcu titizliğiyle hayata aktarıldı. Altmış senedir süregelen ve harika bir sistematik içinde devam eden vaaz ve sohbetler (bu da ayrı bir yazı konusu) imrenilesi bir topluluğun inşasına vesile oldu. Eleştirilen bazı hata ve kusurları olsa da bu topluluk hala o imrenilesi vasfını yitirmiş değil. Kerim Balcı’nın enfes ifadesinden ilhamla, dikenlerin varlığı gül bahçesini kıymetten düşürmüyor.

Hocaefendi milyonlarca insana hem Allah’ı tanıttı hem de hakiki ve sağlam bir Peygamber sevgisi aşıladı. Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) yürekten bağlı, O’na aidiyeti en büyük şeref bilen nesiller yetiştirdi. Bazıları hafife alsa da Efendimiz’i rüyalarda, yakazalarda görüp O’nunla hem dem olan insanların sayısı az değil. Bugün televizyonlarda din adına ahkâm kesen ilahiyatçı tayfanın bile sayamayacağı kadar sahabe ismi ve hayatı biliyor bu Hizmet’in mensupları. Hamza isminin çok özel bir karşılığı var hepimizin gönül dünyasında. Ömer deyince mehabetle karışık bir aşkla yüreğimiz ürperiyor. Ebû Bekir anıldığında ayağa kalkmak geliyor içimizden. Osman hayâ, Ali cesaret ve velayet demek bizim için.

Bugün zindanlarda ızdırap çekenler, işkence altında inleyenler eminim en çok Bilâl’in iniltilerinden güç alıyorlardır. “Ne zaman bitecek bu süreç” ızdırabı pek çoğumuza Habbab’ı hatırlatıyordur. Anne babaları, akrabaları tarafından evlerinden kovulup dışlananların aklına ilk Mus’ab geliyordur. Elleri kelepçeli, iffet abidesi vakur ablaları görünce Nesibe’yi düşünmedik mi? Ya da, daha yakınlarda kaybettiğimiz Maden ailesi cennetle müjdelenen “Yasir ailesini” hatırlatmadı mı hepimize?

Meğer neler kazanmışız

Mahîler gibi içinde olduğumuz deryanın farkında değiliz belki ama sahabe destanları bizi avutmak, teselli etmek ya da taraftar toplamak için anlatılmadı. O destanlarla bir karakter inşa etti Hocaefendi. Bugün Hizmet mensuplarının kahir ekseriyeti pek çok konuda benzer tepkiler veriyorsa bundandır. Şiddete başvurmayan, insanı önceleyen, fedakârlık ve hasbilikle yoğrulmuş bir tipoloji oluştu yıllar içinde. Hiç tanımadığı insanlar için yüreği parçalanan, geceleri onlar için dua dua yalvaran, uhuvveti kitap satırlarından hayatın pratiğine taşıyan örnek bir insan modeli ortaya çıktı. Bu insanlar, paylaşmayı, vermeyi, kardeşleri için bir şeyler yapmayı fedakârlık olarak bile görmüyorlar; onlar sadece karakterlerinin gereğini ortaya koyuyorlar!

Şahsen, Hizmet’in bize neler kazandırdığını ilk askere gittiğimde anladım. O güne kadar kendi steril ortamlarımızda canımızı, malımızı, namusumuzu endişe etmeden emanet edebileceğim kardeşlerimle yaşamıştım. Dolap kilitlemek diye bir şey aklımdan geçmezdi. Oysa askerde postallarımı bile kilitlemem gerektiğini söylediler! Bir paket sigara karşılığında erleri çarşıya gönderen komutanları, menfaati olmadan arkadaşına bir çay bile ısmarlayamayan vatan evlatlarını (!) tanıyınca şok oldum. Kullandığım diş fırçasının, hatta çamaşırlarımın bile çalındığını ve bunun birkaç kişiyle sınırlı olmadığını gördüğümde Hizmet’e ne çok şey borçlu olduğumu iliklerime kadar hissettim.

Toplumun bugünkü durumuna bakınca aklıma hep askerlik hatıralarım geliyor. Ne zulme karşı kahredici duyarsızlıkları, ne hırsızlıktan rahatsız olmamaları, ne de haksızlıklara büyük bir çoğunlukla destek verip alkışlarla tempo tutmaları beni pek şaşırtmıyor. Meğer Hizmet, Allah’ın lütfu ve keremiyle, Efendimiz’in cahiliyye toplumundan sahabe neslini çıkarması gibi zalimi seven, hırsızı alkışlayan, vefasız, korkak ve cahil bir toplumdan insanlığa rehberlik edebilecek bir topluluk çıkarmış.

Bunların hepsi Allah’ın çok ekstra inayetleri elbette ama sebepler açısından baktığımızda; eğer hepimizin hayatındaki o “abi/abla” elimizden tutup bir çaya, sohbete götürmeseydi, o evlerde dibi tutmuş tavalarda patatesli yumurta yemeseydik, Kurban bayramlarında kapı kapı gezip deri peşinde koşmasaydık, kapağı kırık teyplerde gönlümüze nakş olan o vaazları dinlemeseydik emin olun bugün hepimiz zalime alkış tutan zavallılar olurduk. Tokadîzade Şekip’in:

Yıldızım düşkündü, tâlihim küskün,

Muzlimdi (karanlıktı) eyyâm-ı hayatım bütün;

Erenler elimden tuttular bir gün;

Şanlı demler sürdüm, devranlar gördüm…

Mısralarını ne zaman okusam “benim hikâyemi özetlemiş” diye düşünüyorum.

Evet, Cemaat’le tanışınca hepimiz çoook zengin olduk…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin