Tarikatlar ve mabeyni humayun (1)

YORUM | DOÇ. DR. MAHMUT AKPINAR

Mabeyni Humayun Osmanlı’da Saray ile Saray dışı çevre, Sultan ile teba arasındaki ilişkileri kuran, ziyaretleri düzenleyen, protokol işlerine bakan bir nevi özel kalem/sekretarya birimidir. Padişahın etrafına etten duvar ören bu kişiler çoğu zaman Sultan’ın itibarını, devletin imkanlarını çıkarları için kullanmışlardır. Padişahın haberi olmadan işler çevirmiş, Sultan’ı gerçeklikten kopararak reel hayattan uzaklaştırmışlar, kendi isteklerini topluma “Sultan’ın fermanı” diye satabilmişlerdir.

Büyüyen bütün yapılarda karar vericilerin işlerini kolaylaştırmak için özel kalem, danışmanlık benzeri görevler ihdas edilir. Ancak bunların konumu, yetkileri, sınırları iyi ayarlanamazsa bu zatlar hizmetini görmek için görevlendirildikleri kişiyi rehin alabilir.

SULTAN’LAR HALKTAN KOPTUKÇA

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde sultanlar halkın içinde olmuş, büyük bürokratik yapılara ihtiyaç duymadan problemleri, ihtiyaçları bizzat görerek sağlıklı çözümler üretebilmişlerdi. Fatih’le birlikte Padişahlar Divan toplantılarını sütre arkasından izlemeye, kendilerini soyutlamaya başladılar. Şehzadelerin sancaklara çıkarılmaması hayattan kopuşu hızlandırdı ve artık pek çok Sultan yakın çevresinin esiri olmaya başladı. İslam devletlerinde halkla kamu görevlilerinin yüzleştirilip halkın şikayetlerinin bizzat Sultan tarafından dinlendiği Divan-ı Mezalimler hep olagelmiştir. İlk sultanlar tarafından Bursa’da, Edirne’de uygulanan bu gelenek de terkedilince padişahlar memurların, valilerin halka ettiklerinden bihaber kaldı, toplumdan koptular. Fransa’da açlıkla boğuşan halka Kraliçe’nin, “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü yönetimin hayattan-toplumdan kopukluğunun en çarpıcı örneğidir.

Liderin kuşatılması ve tabandan kopuşu bütün kompleks, büyük yapılar gibi geniş mensup sayısına ve devasa imkanlara sahip tarikat ve cemaatlerde de tabii olarak görülmektedir. Devletlerde olduğu gibi muhalefet, denetim araçları olmadığı; yüceltme, kusursuz görme, mutlak biat davranışları yaygın olduğu için bu tür problemler katmerli şekilde yaşanabilmektedir.

HALK İÇİNDE HAK’LA BERABER OLMA TERK EDİLİNCE

Eskiden tarikatlerde “halk içinde Hak’la beraber olma” yaklaşımı vardı. Büyük veliler bir şekilde hayatın ve halkın içindeydi. Pek çok tasavvuf büyüğünün (demirci, somunu, hasırcı vd) iaşesini temin edeceği işleri vardı. İrşad vazifesini halktan kopmadan, sultanlardan korkmadan yapıyorlardı. Behlül Dane gibi zatlar Harun Reşid gibi kudretli sultanları net ve sert ifadelerle uyarabiliyordu. Elbette halk içinde kalan, tebliğ ve irşad vazifesini gören dini önderler çoktur. Ancak fildişi kulesine, konforlu alanına çekilip halktan kopan, büyük imkanlar ve bürokratik yapılar içinde hayat sürenler de az değil. Geniş kitlelere hitap eden ve yoğun teveccüh gören şeyhlerin-dini liderlerin etrafında -eğer gerekli itina gösterilmezse- bir Mabeyni Humayun oluşması mukadderdir. Zira artık büyük organizasyonlara ve önemli ekonomik imkanlara sahip dini grupların pek çoğu maalesef maneviyat için çok da uygun ortamlar sunmuyor. Her biri birer holding haline gelen tarikatlarda merkeze yaklaştıkça rekabetler, çatışmalar, husumetler, güç mücadeleleri artıyor. Artık bir kuru post ve bir tas çorbayla yetinen maneviyat önderleri bulmak zor. Kimse mensuplarına “bir lokma, bir hırka” telkininde bulunmuyor. Dini grupların, tarikatların devasa ticareti olan firmaları ve hazır müşteri kitlesi olan geniş pazarları var. Kapışılacak konumlar, paylaşılacak kaynaklar var.

Pek çok cemaat ve tarikatın kurucusu mütevazı ortamlarda ve ağır şartlarda dini anlatmak, insanların manevi donanımını güçlendirmek için çaba sarf etmiş ve bir kitle oluşturmuş. Fakat gayreti diniyeye dayanan çabalar sonraki kuşaklarda saltanata, kolay ticarete dönüşüyor. Çocukları, yakınları artık o yapıyı hizmet zemininden öte “kolay para-makam-güç elde etme yolu” olarak görüyorlar. Duyarlı önderler tedbir almaya çalışsa da pek çoğu naif kalıyor, tehlikeyi göremiyor. Bazen de engellemeye gücü yetmediği için akışına bırakıyorlar. Hastalıklarla, yaşlılıkla mücadele eden şeyhin etrafında zamanla asıl kararları alan, tabanı yönlendiren ama Şeyhe mal ederek sunan bir Mabeyni Humayun doğuyor.

BİR SÜRE SONRA YAPININ HÂKİMİ HÂLİNE GELİYOR

Mabeyni Humayun bazen ileri yaşlarda evlenilmiş genç ve uyanık bir hanımın kontrolünde işliyor. Bazen damat üzerinden yürüyor. Bazen de çocuklar, kardeşler bu işleri organize edip tarikatın/yapının güç ve imkanlarını Şeyhe rağmen veya göz yummasıyla yönetiyor. Bazen şeyhin/liderin hususi hizmetlerinde bulunan bir talebesi ve o talebenin oluşturduğu yapı Mabeyni Humayun haline geliyor. Öyle ki Mabeyni Humayun bir süre sonra kafasına uymayan kişileri dergâha sokmuyor. Şeyhin en itibar ettiği yakın arkadaşları dahi “Şeyh rahatsız, müsait değil” denilerek görüştürülmeyebiliyor ve bundan şeyhin haberi bile olmuyor. Dahası bu kişiler, Şeyhe “kendisine karşı ve vefasız” olarak gammazlanabiliyor. Mabeyni Humayun rakip gördüklerini kolayca Şeyh ve ihvan nezdinde karalayıp, itibarsızlaştırılabiliyor; iftiralara maruz bırakılabiliyor. Şeyhin zayıf taraflarını biliyor ve istismar ediyorlar. Şeyh adına konuşabiliyor, talimat verebiliyor, onun kararlarını ona rağmen sündürüp değiştirebiliyorlar. Şeyhe, lidere Mabeyni Humayun’un istediği ve müsaade ettiği bilgiler ulaşıyor; onların izin verdikleri görüşebiliyor. Şeyhi kuşatan bu dar oligarşik yapılara karşı ihvanda farklı davranış kalıpları gelişiyor:

  1. Geniş bir kesim zarar görmemek, tarikat-cemaat sosyal çevresinde kalabilmek için istemeyerek de olsa Mabeyni Humayuna boyun eğiyor, işbirliği yapmaya başlıyor.
  2. Fırsatçı bir kesim asıl işin Şeyhten değil Mabeyni Humayun’dan döndüğünü bildiği için Mabeyni gönülleyerek, hediyeler vererek haksız konumlar, imkanlar, avantajlar sağlıyor.
  3. Problemleri gören ama çözüm umudu kalmayan bir kısım ihvan kenara çekilerek kırgın ama eylemsiz kalıyor.
  4. Problemi gören-bilen ve yaşananları ihvana anlatmaya, bazı şeyleri değiştirmeye çalışanlar genellikle Mabeyni Humayun’un baskın kontrolü nedeniyle kolayca “fitneci”, “bölücü”, “ham”, “çilesiz” olmakla itham edilebiliyor.
  5. Bu türden problemler art niyetli kişilere ise o hareketi, yapıyı bitirmek ve insanları birbiriyle vuruşturup yapıyı çökertmek için zemin sunuyor.

ŞEYHİ, GERÇEKLİKTEN KOPARIYOR

Mabeyni Humayun zaman içinde şeyhin, liderin kendi kaynaklarından, belirli kanallardan beslenmesine ve gerçeklikten kopmasına neden olabiliyor. Devasa problemler örtbas ediliyor ve asıl çözmesi gereken iradeye ulaşmıyor. Çoğu zaman sansür ve örtbas etme şeyhin sağlığı, rahatsızlığı gerekçe gösterilerek yapılıyor. Profesyonelleşme arttıkça, halka büyüdükçe risk artıyor. İstihbarat birimleri veya o tarikata/harekete operasyon yapmak, tarlasını sürmek isteyen odaklar doğrudan Mabeyni Humayun’u hedefliyor. Oradaki zaaf sahiplerini satın alabiliyor. Elemanlarını Şeyhin etrafına konumlandırabiliyor. Mabeyni Humayun’da hareket kabiliyeti kazandıktan sonra hem tarikatı hem dindarları sıkıntıya sokacak kirli, bölücü projelere imza atabiliyorlar. Tasavvuf ekollerinde/cemaatlerde ortaya çıkan ve topluma izahı olmayan, İslami ilkelerle, hukukla açıklanamayacak yozlaşmalar, kirlenmeler, çatışmalar halkı dinden, dini hayattan soğutuyor. Ayrıca din-İslam karşıtı gruplar aleyhte propaganda ve düşmanlık yapma fırsatı yakalıyor. Dini grupların, cemaatlerin özerk kalmasından rahatsız olan siyasetçiler, münhasıran siyasal İslamcılar verilen gerekçelerle cemaatleri ve tarikatları mutlak denetime alarak biat etmeye zorluyorlar.

Bazen şeyhin etrafında, merkezde birden fazla halkalar olabiliyor ve bunların kendi içinde rekabetler, çatışmalar yaşanabiliyor. Nitekim büyük bir cemaat kendi iç çatışmaları nedeniyle hem de Kabe’de birbirlerinin kanını döktüler.

Sonraki yazıda probleme yönelik çözüm önerileri ele alınacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Hocam günümüzdeki terikatların durumunu izah etmişsiniz . İsmi terikat ama nelerle uğraştıkları ortada fazla söze gerek yok tabi herşeyi görüp saydam bir şekilde değerlendirmek gerek. Günümüz terikatlarının şatavatlı koltuk görüntüleri bir ticari şirket gibi çalışmaları ayan beyan ortada okuyucuyu bu konuda bilgilendirdiğin için teşekkür ederi çalışmalarınızda başarılar diledim saygılarımla.

  2. Sevgili hocam,günümüz Türkiye sini çok güzel analiz etmişsiniz,gelecek bölümde son yıllardaki dindeki yozlaşmayı detaylandırarak anlatır mısınız lütfen? Saygılarımla.

  3. Tanidigim bir seyh vardi on binlerce muridi vardi, limi de vardi, talebeleri de vardi fakat her sabah namazdan sonra sirke sattigi kucuk dukkanina gider iasesini temin ederdi.
    Halkin icindeydi ……
    Bir Sevgilimiz vardi, O na da kuran vahyedilirdi ama camide cemaatin icindeydi pazarda insanlarin arasindaydi savaşta cephedeydi (Sav)

    Gerçekler zormu geldi, yoksa inandığınız tabuları mı yıkıyor ?

  4. Arnavut Akif bey…

    Bir Hz İsa vardı.. Ruhullah’tı.. Marangozluk yapardı. Nebi idi.. Şakiler, Nübüvvet vazifesini yapmasına engel olabilmek için, O’nu öldürmekten başka çare bulamamış ve peşine düşmüşlerdi.. Güçlü düşman karşısında, bir “kaçak hayatı yaşamak”tan başka çare bulamamıştı.. Böyle yaptı diye büyüklüğüne de halel gelmemişti..

    Bir Hz Musa vardı.. Kelimullah’tı.. Firavun ve avanesi peşine düşmüştü.. O ise güçlü düşmandan kurtulmak için, yaşadığı beldeyi terk etmek zorunda kalmıştı.. Hem de Allah’ın emriyle.. Büyüklüğüne de halel gelmemişti..

    Bir sevgilimiz vardı.. Habibullah’tı.. Nebi idi.. Kendi köyünde baskı gören talebelerini, “halkı hıristiyan olan” bir ülkeye göndermişti.. Kendisi de, kabul görebileceği başka beldeler aramıştı da, “halkı putperest/müşrik olan” Taif’e gitmişti.. Orada taşlanınca, yine ancak bir “putperest/müşriğin” himayesiyle Mekke’ye dönebilmişti.. Sonrasında, halkının yüzde 60’ı müşrik/putperest, yüzde 40’ı yahudi olan Medine’ye göç etmişti de, bunların hiç biri O’nun da büyüklüğüne halel getirmemişti..
    Çünkü yol bu, yöntem bu idi..

    Nebi için yol ve yöntem ne ise, takipçileri için de her zaman ve zeminde yöntem aynıdır.. Adetullah böyledir.. Bunu anlamayan neo-harici kafalar, Siyer-i Nebi’yi hikaye gibi okuyan ahmaklardır.. Ellerinden gelse, Nebilerin yer değiştirmesine, hicret etmesine ve farklı inançtan insanlarla oturup konuşmasına ve hatta zaman zaman onların himayeliğini kabul etmesine de kulp takarlar, “kaçtı” derler, “lider dediğin kaçmaz” derler, “ne işi var hıristiyan ülkesinde, demek ki onların projesi” filan bile derler.. Hatta Nebilerden örnek verince, “siz hocanızı peygamber gibi mi görüyorsunuz?” diyene bile rastlamışız.. Bunlar “usul-ü diniyeyi bilmeyen echel-i cühela takımıdır.. Mük’ab cahillerdir..

    Ne o? Gerçekler zor mu geliyor?
    Yoksa tabuların mı yıkılıyor?

    • Diyecek çok şey bırakmamışsın gardaş,
      Bazıları birilerini ahmak mı sanar ki böyle anlattıkları gibi güdülebilsin.
      Bana biri hatırlatsa bari; bedirden sonra mekkenin fethine kadar müslümanların mutlak zaferiyle neticelenmiş bir vaka var mı? Uhud ayrı bir imtehan, hz Ömerin bile karşı durduğu ayrı bir imtihan, çoluk çocuk tamamen yok edilmeyle karşı karşıya kalındığı hendek ayrı canhıraç bir imtehan. bunlara heralde efendimiz etrafındaki oligarşik bir grup sebep oldu?! Tövbe tövbe.
      Çoğusu nerdeyse ölümle pençeleşmek olan bu hadiselerin akabinde Allah peygamber etrafında sımsıkı olan o kudsilere hiç savsşmadan Mekkenin fethini nadib etti.
      Ben kendi kendime diyordum; Nasıl olur tarih boyunca insnanlar canlarından bezercesine sıkıntılara maruz kaldılar. İslam için bu nerdeyse en karanlık bir dönemde hizmet hareketi adete armut piş ağzıma düş tarzında ekstradan bir kolaylıkla yoluna devam eder bir hal aldı. Bu hiç de normal bir durum değildi. Her tarafta benim gibi hiç sıkıntı görmemiş şımarık müslümanlarla ( dava adamlarıyla) doldu taştı. Bakın ben sizin kulağınıza birşey fısldayayım benim gibi hayatında hiç ciddi sıkıntı çekmemiş, nerdeyse beklentilerinin tutsağı haline gelmiş şımarık müslümandan ne hizmet eri ne de dava adamı olur. Nefsi benim gibilere hayati hiçbir müessese teslim edilmez, bu tür armut piş ağzıma düş tarzına alışmış çilesiz müslümanların üzerine hiçbir umman kurulamaz. Çünkü benim gibi şımarık müslümanların içinde İleride tayyib erdoğan olacak bir münafık herzaman kimseye çaktırmadan sırıtır durur. Hözleri yaşarsa da sırıtır durur, hüngür hüngür ağlasa da sırıtır durur. Allah ne hikmettendir bilinmez bizi bu kendimize bile gizli olan bu münafıklıktan kurtarmayı murad ettiyse eğer şikayet etmeden çilenin bin türlüsüne hazır olun, eyvallah deyin. Ve hocaefendiyi başkalarıyla kıyasa meyletmeyin yanılırsınız. Eğer efendimizin bizi yanlız bırakmayıp heryüzyılda kendi neslinden bir büyük zatı Aşlahın göndereceği haberine iman ettiyseniz, siz siz olun butün dikkatinizi, ilminizi, irfanınızı, duanızı bu mevzuda doğru tesbit yapmak için sonuna kadar kullanın. Onun o zat olduğuna kanaat getirmediyseniz nefesinizi, ilminizi, irfanınızı başka mercilerde boşuna harcayıp yazık etmeyin. Gidin ölmeden doğrusunu bulun. Yok eğer her geçen gün sizi yaptığınız tercihte isabetli olduğunuz mevzuunda daha da bir güçlendiriyorsa, gelen sıkıntılara sabredip göğüs gerin. Eğer bulunduğunuz konum sizin dünyalık menfaatlerinize uygun olduğu için konumlanmışsa , size zaten söyleyecek tek sözüm “Allah kurtarsın kardeşim “ olur. Yaptığınız tesbit ve verdiğiniz karar dünyalık menfaat ve çıkarlardan uzaklığı ölçüdünde isabetli olabilir. Amma nerde hangi konumda olursa olsun herkezin fikrine saygı ve değer vermek ayrı ve asla vazgeçilmez bir mevzudur. Be meyanda istişarenin hakkını vermek te uzunca üzerinde durulması gereken ayrı bir mevzudur. “Ben hocaefefendiye hayati olduğunu düşündüğüm şeyleri mutlaka iletmeliyim” diyen hiç kimse yolda kalmamıştır. Er yada geç gideceği yere yazılı veye sözlü ulaştırabilir. Ama bazı müesseselerde sıkıntılar yok mu derseniz ben de nerde o güze günler derim. Benim gibi hatatta ciddi sıkıntı çekmemiş ham ve şımarık müslümanın bulunduğu her yer tanamen potansiyel problemler sarmalıdır. İsterse elli tane okula bsksın, isterse adı fatih olsun, bu dangalağın nefes aldığı her müessese için için yannaktadır. İçi cayır cayır yanmayan, öğle ciğeri olmayan her müessese, için için sıkıntılarla yanar, siz dışardan göremesenizde, siz dışardan; “aynı hz zekeriyya gibi ne mübarek bir arkadaş” zannetseniz de.
      Gelin ben size bir sır daha vereyim, sistemin ne olduğundan daha ziyade onun içinde ona şekil veren ve verecek okan insan önemlidir. Bunun cevabı turkiyeyi bu hale getiren siyasi islamın yetiştirdiği bir hiziple bugün herkezin kavrayacağı kadar önümüzde sergilenmiştir. Elbette diş virüslerin de çok önemli etkisi vardır Fakat asıl o mikroplara dayanıklı olmayan bir zayıf yapının buna kolayca yenik düşüp bu çok menfi dönüşüme alet olmasıdır. En güzel sistemleri kalitesiz ve dun adamlar zamanla kendiletine çevirebilirler. Asıl olan insan faktörüdür. Sistemler mi güzel insan yetiştirir yoksa güzel insanlarla mı güzel sistemler kurulur, bu sorunun cevabı peygamber kıssalarında mevcuttur. İlk evvel olan peygamber vasıflı insanların yetiştirilebilmesi ve bu güzel döngünün mümkün olduğu ölçüde çok ileri nesillere kadar değerler üstü değerini muhafaza ederek aktarılabilmesidir. Osmanlıda bu 300 350 yıl sürebilmiş sonra kuvam bozulmuş kıvamı bozulan nesillerde sistemi kendiletine benzetmişlerdir. Şimdi anlıyor muyuz “siz kendinizi değişmeden Allah sizin için verdiğiniz hükmü değişmez” hakikatinin sırlarını. Önce insan, önce Allahla bağlarını tam kurmuş peygamber vasıflı insan. Hancıymış, yolcuymuş vesselam.

  5. Bazıları birilerini ahmak mı sanar ki böyle anlattıkları gibi güdülebilsin.
    Bana biri hatırlatsa bari; bedirden sonra mekkenin fethine kadar müslümanların mutlak zaferiyle neticelenmiş bir vaka var mı? Uhud ayrı bir imtehan, Hz Ömerin bile tavır koyduğu hudeybiye ayrı bir imtihan, çoluk çocuk tamamen yok edilmeyle karşı karşıya kalındığı hendek ayrı canhıraç bir imtehan. Bunlara heralde Efendimiz etrafındaki oligarşik bir grup sebep oldu?! Tövbe tövbe.
    Bakın hiç dikkatinizi çekmedi mi, çoğusu nerdeyse ölümle pençeleşmek olan bu hadiselerin akabinde Allah, peygamber etrafında sımsıkı kenetlenmiş olan o kudsilere hiç savaşmadan Mekkenin fethini nadib etti.
    Ben kendi kendime diyordum; Nasıl olur tarih boyunca inananlar canlarından bezercesine sıkıntılara maruz kaldılar. İslam için nerdeyse en karanlık bir dönemde, hizmet hareketi adete “armut piş ağzıma düş” tarzında ekstradan bir kolaylıkla yoluna devam eder bir hal aldı. Bu hiç de normal bir durum değildi. Her taraf benim gibi hiç sıkıntı görmemiş şımarık müslümanlarla ( ?dava adamlarıyla) doldu taştı.
    Bakın ben sizin kulağınıza birşey fısldayayım benim gibi, hayatında hiç ciddi sıkıntı çekmemiş, nerdeyse beklentilerinin tutsağı haline gelmiş şımarık müslümandan ne hizmet eri ne de dava adamı olur. Nefsi benim gibilere hayati hiçbir müessese teslim edilmez, bu tür armut piş ağzıma düş tarzına alışmış çilesiz müslümanların üzerine hiçbir uygarlık kurulamaz. Çünkü benim gibi şımarık müslümanların içinde İleride tayyib erdoğan olacak bir münafık herzaman kimseye çaktırmadan sırıtır durur. Gözleri yaşarsa da sırıtır durur, hüngür hüngür ağlasa da sırıtır durur. Allah (ne hikmettendir bilinmez) bizi kendimize bile gizli olan bu münafıklıktan kurtarmayı murad ettiyse eğer ; şikayet etmeden çilenin bin türlüsüne hazır olun, eyvallah deyin.
    Ve buradam haddimi aşarak uyarır tarzda birşey söylemiş olayım; hocaefendiyi başkalarıyla kıyasa meyletmeyin, yanılırsınız.
    Sakın hocaefendi yanılmaz gibi ahmakça bir düşünceyi savunduğum zannına kapılmayın, Hocaefendi de imtehandan beri olamaz, Onun da içtihatta hata ettiği mevzu olabilir. Peygamberlerde bile olduğuna göre. Uhudda Peygamber Efendimizin genç sahabenin ısrarıyla meydan harbine çıkmasında olduğu gibi. Hz Musa as ın bir zahiri mazlumu kazaen öldürmesi gibi. Hz Eyyüb as ın Yusuf as ın götürülmesine müsaade etmesi gibi, Hz Yunus as ın memleketi terketmesi gibi Hz Adem anamız ve Hz Havva abamızın o ağaca yaklaşması gibi. Fakat eğer sadece ve sadece Allah yolundaysanız, sizin hata bile kabul edebileceğiniz mevzuları döner dolaştırır binlerce hayırlara kalbeder.
    Eğer efendimizin bizi yanlız bırakmayıp heryüzyılda kendi neslinden bir büyük zatı Allahın mutlaka göndereceği haberine iman ettiyseniz, siz siz olun butün dikkatinizi, ilminizi, irfanınızı, duanızı bu mevzuda doğru tesbit yapmak için sonuna kadar kullanın. Onun o zat olduğuna kanaat getirmediyseniz nefesinizi, ilminizi, irfanınızı başka mercilerde boşuna harcayıp yazık etmeyin. Gidin ölmeden doğrusunu bulun. Yok eğer her geçen gün sizi yaptığınız tercihte isabetli olduğunuz mevzuunda daha da bir güçlendiriyorsa, gelen sıkıntılara sabredip göğüs gerin. Eğer bulunduğunuz konum ve takındığınız tavır sizin dünyalık menfaatlerinizle alakalıysa, size zaten söyleyecek tek sözüm “Allah kurtarsın kardeşim “ olur. Yaptığınız tesbit ve verdiğiniz karar dünyalık menfaat ve çıkarlardan uzaklığı ölçüsünde isabetli olabilir.
    Bir diğer mevzu ise; nerde hangi konumda olursa olsun herkezin fikrine saygı ve değer vermek ayrı ve asla vazgeçilmez bir düstur olmalı. Be meyanda istişarenin hakkını vermek te uzunca üzerinde durulması gereken ayrı bir mevzudur. “Ben hocaefefendiye hayati olduğunu düşündüğüm şeyleri mutlaka iletmeliyim” diyen hiç kimse yolda kalmamıştır. Er yada geç gideceği yere yazılı veye sözlü ulaştırabilir. Ama bazı müesseselerde sıkıntılar yok mu derseniz ben de nerde o güze günler derim. Benim gibi hatatta ciddi sıkıntı çekmemiş ham ve şımarık müslümanın bulunduğu her yer tanamen potansiyel problemler sarmalıdır. İsterse elli tane okula bsksın, isterse adı fatih olsun, bu dangalağın nefes aldığı her müessese için için yannaktadır. İçi cayır cayır yanmayan, öğle ciğeri olmayan her müessese, için için sıkıntılarla yanar, siz dışardan göremesenizde, siz dışardan; “aynı hz zekeriyya gibi ne mübarek bir arkadaş” zannetseniz de.
    Gelin ben size bir sır daha vereyim, sistemin ne olduğundan daha ziyade onun içinde ona şekil veren ve verecek okan insan önemlidir. Bunun cevabı turkiyeyi bu hale getiren siyasi islamın yetiştirdiği bir hiziple bugün herkezin kavrayacağı kadar önümüzde sergilenmiştir. Elbette diş virüslerin de çok önemli etkisi vardır Fakat asıl o mikroplara dayanıklı olmayan bir zayıf yapının buna kolayca yenik düşüp bu çok menfi dönüşüme alet olmasıdır. En güzel sistemleri kalitesiz ve dun adamlar zamanla kendiletine çevirebilirler. Asıl olan insan faktörüdür. Sistemler mi güzel insan yetiştirir yoksa güzel insanlarla mı güzel sistemler kurulur, bu sorunun cevabı peygamber kıssalarında mevcuttur. İlk evvel olan peygamber vasıflı insanların yetiştirilebilmesi ve bu güzel döngünün mümkün olduğu ölçüde çok ileri nesillere kadar değerler üstü değerini muhafaza ederek aktarılabilmesidir. Osmanlıda bu 300 350 yıl sürebilmiş sonra kuvam bozulmuş kıvamı bozulan nesillerde sistemi kendiletine benzetmişlerdir. Şimdi anlıyor muyuz “siz kendinizi değişmeden Allah sizin için verdiğiniz hükmü değişmez” hakikatinin sırlarını. Önce insan, önce Allahla bağlarını tam kurmuş peygamber vasıflı insan.
    Bu vasıfları elde etmemiş ham bir insanın nefsine boyun eymesi sadece an meselesidir, fiyat meselesidir. Aynı bir saatli bomba gibi içindeki şerareyi bir gün dışarı çıkarıverir. Zamanla o koridorun yocusu tövbe evbe inabeyle geti dönmezse Şeytanın avanelerinden bir kovulmuş avane oluverir. Artık onun toprağına suyu kimin verdiğinin çok ta önemi kalmaz.
    Burasını büyük harflerle yazmalıyım. Bu karanlık yolun ilk adımları yavaş yavaş kendi gibi düşünmeyen insanları herhangi bir bahaneyle istişareden müesseseden uzaklaştırmalarla başlar. Öyle değil mi uzun adam ismail bey. Yolunuz buysa siz hizmetin içinde dahi uzun adam olmayla imtihan oluyorsunuz demektir. Tiranların hakkında atıp durmanız çok ta birşey ifade etmez. Bugün eleştirdiğiniz natayyibin ve benzerilerinin aynı ayakkablarını giyiyorsunuz demektir. Allah bu yolda hafizanallah yolunuzu açsa, güç ve kuvvet ve imkan verse, bu tünelin sonunda (na)tayyib gibilere rahmet okutursunuz.

    Şimdi hala anlamayan yoktur heralde Hocaefendi niçin illede İnsan ve onun Allahla irtibatı üzerinde ısrarla duruyor. Çünkü gidecek başka yol yok.
    Gerisi hancı yolcu hikayesi, doldur boşalt biri gider diğeri gelir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin