Çatı İddianame: Bir çelişkiler ve absürtlükler yumağı [Sefer Can]

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en fazla umut bağladığı, defalarca atıf yaptığı ‘çatı davası’ başladı. Ama Hizmet Hareketi’ni bir terör örgütü olarak gösterebilmek için yaklaşık üç yıldır çalışan Ankara Başsavcılığı’nın yargılamaya temel teşkil eden iddianamesi bir absürtlükler ve çelişkiler yumağı. Orta düzeyde yandaş gazetecinin birkaç saatte kaleme alacağı cinsten bir metin.

Bazı bölümlerde ise savcı Serdar Coşkun asgari hukuk bilgisinin gerektirdiği sınırları çizmek zorunda kalmış. O bölümler, bu soruşturmalarda iddianame yazmanın neden zor olduğunu ve binlerce insanın niye aylarca mahkemeye çıkarılmadan esir tutulduğunu açıklıyor. Savcının hukuken söylemek zorunda kaldığı bölümleri hiçbir gazete basamaz; ertesi gün soluğu cezaevinde alır.

OKULDA ÖĞRETMEN YA DA ÖĞRENCİ OLMAK SUÇ DEĞİLDİR

Savcı, bir okulda öğretmen ya da öğrenci olmanın, bir şirkette çalışmanın ve vakfa üye olmanın soruşturma konusu yapılamayacağını itiraf etmiş. İddianame mahkemede kabul edilmiş bir metin, kermes yaptığı diye tutuklanan ev kadınları, öğretmenler, gazeteciler herkes savunmasına bu bölümleri ekleyebilir. Savcı aynen şunları söylüyor: “Soruşturmanın amacı örgütün siyasi bir faaliyetini ve amacının olup olmadığı, devlete ve hükümete yönelik ele geçirme amaçlı bir örgütlenme olup olmadığı, örgütün işlediği suç varsa kimlerin karıştığı, suç yok ise bu örgütlenmenin neden suçlandığını ortaya koymaktır.

Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur.”

Savcı Coşkun daha ileri giderek “Sırf bu harekete mensup olmak cezalandırma için yeterli değildir. Bu harekete destek vermek veya sempati beslemek ya da şirket, okul veya dershanede çalışmak, buralarda bir süre ikamet etmek ceza sorumluluğu doğuran, suç teşkil eden davranış değildir.” diyor. Söz konusu cümleler 40 bine yakın tutuklunun bulunduğu soruşturmaların hukuksuzluğunu gözler önüne seriyor.

Savcı Coşkun, belki de iddianamenin suçlama ve talep bölümlerindeki hukuk dışı absürtlükler ve çelişkileri örtbas edip, kendini bir nebze temize çıkarmak adına o cümleleri yazdı. Giriş bölümünü yazanla diğer sayfaları kaleme alanın aynı kişi olduğuna inanmak hayli zor. Coşkun o sayfalardan sonra cüppesini çıkarıp o cüppeyle duvardaki hukuk diplomasını kapatıp işine devam etmiş gibi.

Ceza kanunlarında karşılığı olmayan, akademik metinlerde bile seviyesiz bulunup kapsam dışında bırakılacak subjektif değerlendirmeler dolu. Soyut analizlerle suç üretme çabası tezatları beraberinde getiriyor. Mesela “Terör örgütü mensupları ve örgüt sempatizanları, kendilerini belirsiz şekilde ‘hizmet hareketi’, ‘camia’ ve nadiren ise ‘cemaat’ olarak isimlendirmektedir” cümlesinden biraz sonra “Fetullah Gülen ve cemaatinin bir isim kullanmamasının nedeni, bu örgütlenmenin hata yapmama, son ilahi ordu olma, ahir zamanda ortaya çıkma ve seçilmiş olma gibi öğretilerinden kaynaklanan olağanüstü bir kibir ve gururun sonucudur. Ülkeler, milletler, devletler hep kendilerine bir isim seçerek birbirlerini tanımışlardır…” İsmi var mı yok mu? Savcı henüz ona bile karar verememiş.

Teoloji ve sosyoloji başta olmak üzere bütün sosyal bilimcileri kıskandıracak yorumlar yapan savcı, pedagojiyi de boş geçmemiş: “Takiyye-tedbir; yalan söylemek, muhatabı aldatmaktır. Yalan münafıklığın sebebidir. Küçük yaştaki çocukları, tedbir adıyla yalan söylemeye alıştırmak onların gelişimine ve pedagojik açıdan zararlıdır.”

GÖZLER LATİF ERDOĞAN VE KEMALETTİN ÖZDEMİR’İ ARIYOR

Savcı, hemen bütün dini akımlarda olan ve Risale-i Nur camiasında öne çıkan ‘şefkat tokadı’nı iddianameye almış, ne alaka ise… “14-) Şefkat Tokadı; Örgüte göre, kötü iş yapan (genellikle abi veya ablanın talimatına uymakta ihmal gösteren) kişinin tanrı tarafından bir kötülükle ikaz edilmesidir.” Bu suç ise literatürü oluşturan Bediüzzaman’dan işe başlamak lazım. Kemalettin Özdemir ve Latif Erdoğan’a sorsalar Onuncu Lema’dan kendisine ders yaparlardı. Sahi bu isimler neden sanıklar arasında yok? “Örgütü birlikte kurduk yönettik” demiyorlar mı? Kermes yapan kadınlar içeride onlar dışarıda; adalet bu mu? Kimse etkin pişmanlık demesin, Yargıtay içtihatları aksini söylüyor. Kaldı ki Erdoğan ve Özdemir tard edilmek ve Cemaat’te hak ettikleri makamları alamamaktan şikayetçiler!

KAFALAMA SUÇU!

İddianamenin en absürt bölümü ‘kafalama’ başlığı. Bir hukuk metninde böyle bir bölüm ve suçlama olabilir mi?

Kafalama; Örgütle organik bağı olmayan bir kişinin, şirin gözükerek kendine bağlaması, sempatizan hale getirmesi veya himmet vermeye razı hale getirilmesidir. İşadamı kafalanırsa örgüte para veya mal varlığı vererek himmet öder, öğrenci kafalanırsa örgüte ilerde kazandırılacak üye yetiştirilir.”

Savcı Coşkun, Cemaatin bir adının da ‘altın nesil’ (hani yoktu ismi) olduğunu ileri sürüyor. Tanım ise tek kelimeyle muhteşem (!) “F. Gülen bir elinde bilgisayar bir elinde Kur’an olan nesil şeklinde ifade etmektedir.” Savcı üşenmemiş ilgili konuşmayı delil klasörüne de koymuş. Gülen, bir elinde Kuran bir elinde bilgisayar olan nesiller istiyormuş; ne kadar büyük bir cürüm!

Türkiye medyasından kes yapıştır ile yargılama yapıldığını çok gördük, savcı bütün rekorları kırmak istercesine uluslararası basında aleyhte çıkan haberleri de almış. Herhalde 1453 sayfalık İstanbul iddianamesinden geride kalmak istememiş.

Hayal gücü İsmail Uçar kadar geniş olmadığından Habil ve Kabil’e girmemiş. Onun yerine Usa Today’de yayınlanan “Türk İnanç hareketi kongre üyeleri ve çalışanlarının 200 seyahatini gizlice finanse etti” başlıklı yazı ve benzerlerini almış. Delil torbasını doldurmakta zorlandığı anlaşılan savcı, yandaş medyadan kes-yapıştır metoduyla üretilen şikayet dilekçelerini de delil diye eklemiş. Hukuk tekniği açışından şikayete bağlı olmayan suçlamalar için; kasaba arzuhalcisinde yazdırılan “Devleti ele geçirdiler” türü somut suçlama içermeyen metinlere dayanılmaz. Ama çaresizlik insana her şey yaptırıyor.

SAVCIDAN BİLE GİZLİ TANIK

Gazetelerde yazılan şeyleri anlattığı halde, dosyaya esrarengiz bir hava vermek üzere gizli tanık ifadeleri konmuş. Daha komiği isimsiz ihbar mektupları dahi delil kabul edilmiş. Hele ‘bir acılı baba’ mektubu var, evlere şenlik! “şikayet dilekçesinde geçen olayla ilgili somut bir bilgi temin edilemediği, polis memurunun kim olduğunun tespit edilemediği” diye başlayan cümle sıkı durun şöyle bitiyor: “Dilekçenin içerisinde anlatılan olayların örgütlü bir yapıyı gösterdiği anlaşılmıştır.”

Tane tane bir daha söyleyeyim: olay bulunamamış, kişi tespit edilememiş ama anlatılanlar ‘gizli yapıyı’ göstermiş.

Bu arada sanık avukatlarının hukuktan kaynaklanan suç duyurusu ve HSYK’ya şikayet dilekçeleri dahi suçlama konusu yapılmış. Mahkemelere değil de mafyaya mı gitseydi avukatlar!

TECAVÜZCÜ BİLE DİLEKÇE GÖNDERMİŞ

Aynen alıyorum, yoruma gerek yok:

“Soruşturmayı zorlaştıran bir diğer sorun ise kişilerin her şeyi paralel yapıya havale ederek bundan ‘yarar sağlama beklentileri’ olmuştur. Alakası olsun olmasın her olayı paralel yapının işlediği iddia edilerek başvurular yapılmış ve sonuçta soruşturmada gerçekten paralel yapının faaliyeti ile ona atfedilen olayları ayırmak için uzun süren çaba gerektirmiştir. İşlediği suçun sorumluluğundan kurtulmak isteyen cezaevindeki hükümlü ve tutuklulardan birçok gereksiz dilekçe gelmiştir. Mesela 2001 yılında ırza geçmeye teşebbüsten mahkum olan bile bunu paralel yaptırdı diyerek dilekçe göndermiştir.”

Tabi Savcı Bey, bu satırlarla günah çıkartıp “Bakın biz aslında çok titiz soruşturma yapıyoruz” demeye getiriyor bir yandan da.

DELİL YOK AMA HELE BİR SORUN NİYE?

İddianamenin tarihi itirafını savcı şöyle kayıtlara geçirmiş:

“Örgüte karşı yürütülecek soruşturmayı engellemek için FETÖ, bir yandan da kripto elemanlarına hükümet eliyle mevzuat değişikliği yaptırılması için görev vermiş, soruşturmayı güçleştiren her türlü hukuki tedbir el altından alınmıştır. Dosyaların her avukat tarafından görülebilmesi, suret alınması, tutuklama, el koyma ve dinleme gibi delil elde etme yöntemlerinin hiç yapılamaz şekilde zorlaştırılması gibi birçok mevzuat değişikliği yaptırılmıştır. Bu kanuni engeller soruşturmanın seyrini etkilemiş ve delil elde etmek imkânsız hale getirilmiştir.”

“Delil yok diye beni suçlamayın, elimi kolumu siz bağladınız” diyor kısaca. Daha önemlisi AKP içinde yasama faaliyetlerinden sorumlu Adalet Bakanı, Komisyon Başkanı ve grup başkanvekillerini ‘kripto FETÖ’cü’ olmakla suçluyor. Şikayet ettiği şeyler ise asgari hukuk standartları ve hükümet bunları demokrasi paketi olarak sunmuştu.

KİM ÖRGÜTSE ALLAH BELASINI VERSİN!

“Beddua, hiçbir din adamının ağzına yakışmaz. Müslüman bir adamının beddua etmesi rencide edicidir” şeklinde teolojik saptamalar yapan savcı Gülen’e ait şu sözleri aynen almış:

“Kim paralelse Allah onun belasını versin, Allah yedi sülalesini yerin dibine batırsın, kim sülükse Allah onun bin belasını versin, sülüklerin evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın, bizsek yani kim çete ise şayet o çetelerin evlerine Allah ateş salsın, ellerini dizlerine vurdursun, hicran gözyaşı dökmeye sevk etsin, kim örgütse Allah onun belasını versin, kim milletine kötülük yapıyorsa Allah onun belasını versin, kim millet hukuk olarak arpa kadar bir haram yemişse Allah onun yedi sülalesinin belasını versin…”

Savcı Coşkun ‘amin’ demenin suç olup olmadığını yazmamış ama ne olur ne olmaz siz içinizden amin deyin.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin