Cari açığı kapattığı kuyruklu yalan… Zarrab’ın Türkiye’ye faturası en az 15 milyar lira

HABER-ANALİZ | SEMİH ARDIÇ

 

Reza Zarrab’ın kurduğu rüşvet çarkıyla ABD’nin İran’a karşı tatbik ettiği malî müeyyidelerin (ambargo) nasıl delindiği New York Eyalet Mahkemesi’nde 27 Kasım’da başlayacak dava esnasında teferruatıyla ortaya çıkacaktır.

Zarrab’ın Türkiye’de bizzat devrin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tensibiyle yürüttüğü fiktif (sanal) işlemlerin hesabı kendi mahkemelerimizde sorulamadı. Zira adalet mekanizması tarumar edildi, operasyonu yapan polis şefleri hapse atıldı ve adliyeler iktidarın arka bahçesi haline geldi.

DOSYA BU SEFER KAPATILAMADI

Türkiye’de 17/25 Aralık 2013 soruşturmalarını kapatan iktidar için okyanus ötesindeki davadan kaçma imkânı kalmadı. Muhataplarını Zarrab’ın iadesine ikna etmek için ‘dileyin bizden ne dilerseniz!’ imasında bile bulundular. Erdoğan’a yakın isimlerin dağıttığı iddia edilen rüşvetler ABD gazete ve televizyonlarında geniş yer buluyor.

Korkunun ecele faydası yok. Dava başlayacak. Müstafi dört bakandan (diğerleri Muammer

Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar) biri olan Zafer Çağlayan, evinde ayakkabı kutularından 4,5 milyon dolar çıkan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Arslan ve yardımcısı Levent Balkan gıyaben, Zarrab ve Atilla bizzat büyük jürinin önüne çıkarılacak.

‘PARALARI FBI KOYDU’ DİYEBİLİRLER

Savcılık heybede muhafaza ettiği turpun büyüğünü mahkemeye takdim edecek. Zarrab ve Atilla da iddialara cevap verecek. Şahit ya da zanlı sıfatıyla başka isimlerin de davaya dahil edilmemesi sürpriz olur.

27 Kasım tarihi yaklaştıkça 17/25 Aralık’ı unutturma, hatta yolsuzluk dosyasından yerli ve millî bir netice çıkarma taktikleri yeniden tedavüle girecektir. Zarrab’ın cari açığın yüzde 15’ini kapattığı, davanın Türkiye ile İran arasındaki ticareti çekemeyenlerin bir tuzağı olduğu minvalindeki basma kalıp sözler gün aşırı dillendirilecek. Hatta ayakkabı kutularından çıkan paraları FBI’ın koyduğunu bile söyleyebilirler.

ZARRAB CARİ AÇIĞI KAPATTI MI?

Zarrab davası ne vakit gündeme gelse iktidar cenahı, cari açığı kapatmaktan dem vuruyor. Hakikaten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iddia ettiği gibi Zarrab cari açığı kapattı mı? Türkiye’ye 200 ton altın ihracatı mukabili 25 milyar lira kazandırdı mı? Elcevap: Hayır.

Organize hırsızlık yaparken suç üstü yakalananlar kendilerini kurtarmak için cari açık hikâyesini uydurdu. Esasında ABD’nin doğalgaz ve petrol mukabili dolar ödemek yerine ilaç, gıda ve tekstil gibi müşahhas mal ihraç edilmesi için sunduğu fırsat rüşvet çarkıyla heba edilmeseydi Türkiye ambargodan kârlı çıkabilirdi.

ÜÇ BAKANA 137 MİLYON LİRA RÜŞVET

Türkiye ABD ambargosu sayesinde İran’a ihracatını katlamak dururken Zarrab’ın bahşişini peşin ödediği bakan ve bürokratlar yüzünden kırıntılara razı edildi.

Milyarlarca dolar Zarrab, bakanlar, bürokratlar ve Erdoğan’ın ailesi arasında paylaşıldı. Sadece üç bakana verilen ve Zarrab’n patronu Babek Zencani’nin İran mahkemesinde itiraf ettiği rüşvetin tutarı 137 milyon lira.

PETROL PARASI KALSIN, DOMATES VERELİM

Şimdi başa dönelim ve rüşvet çarkının nasıl döndüğünü hatırlayalım…

Zarrab’ın deldiği ABD ve Birleşmiş Milletler’in müeyyide kararlarını şöyle hülasa edebiliriz: “İran’dan doğalgaz ve petrol alan ya da almak isteyen devletler emtianın bedelini Tahran’a göndermeyecek. İran adına kendi bankalarından birinde bir hesap açılacak. İran’dan ithal edilen petrol ve doğalgaz parası bu hesaba yatırılacak. Paralar ‘nakit’ olarak İran’a transfer edilmeyecek. Böylece İran’ın nükleer silahlanma projelerine mâni olunacak. İran hesapta biriken parayla yiyecek, ilaç, tıbbî malzeme ve ziraî ürünler gibi temel ihtiyaçları alabilecek. Satın alınan temel ihtiyaç malzemelerinin parası o bankada biriken hesaptan İran adına ödenecek.”

BAŞKALARI İHRACAT FIRSATINI KAÇIRMADI

İran ile alışverişi olan devletler ABD ve BM kararlarına riayet etti, petrol ve doğalgaz ücretini tespit ettikleri bankada açılan hesaba aktardı. İran’ın o bankalarda biriken parasından, kendi ülkelerinde yetişen sebzeleri, meyveleri, ilaçları ve bilumum temel ihtiyaç maddelerini Tahran’a ihraç ettiler.

Burası çok mühim. İran’ın malların alışında, paranın tahsilatında hiçbir pazarlık hakkı yok. Yüksek kârlı ticareti tabiî mecraında devam ettiren devletler o hesaplardaki paraları çekip kendi firmalarına ödedi. Hem onlar kazandı hem de İran halkı tecride rağmen hayatî ihtiyaçlarını giderdi. Türkiye haricindeki devletlerin markaları İran pazarını ele geçirdi.

Tecrit kalktığı halde İran aynı markaları ithal etmeye devam ediyor. Zira vatandaş o mallara alıştı. Başta konulan hudutlara riayet eden devletler doğrudan ihracat gelirine ilaveten hesapta biriken milyarlarca dolar doğalgaz ve petrol parasını kendi malî sistemlerinde nakit olarak değerlendirdiler. Kaymaklı ekmek kadayıfı…

İRAN, TÜRKİYE SAYESİNDE ALTIN BULDU!

Türkiye de Halkbank’ta hesap açtı. İşleyiş ise tamamen farklı oldu. Esnaf, çiftçi ve sanayici için yeni gelir kapısı olabilecek ambargo ile gelen fırsat dar bir zümrenin ihtiraslarına feda edildi.

Gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaç malzemeleri satıp, doğalgaz ve petrol parasından anında tahsilat yapma yerine altın ticaretine soyundu. Buraya dikkat! Altın ihracatı Katma Değer Vergisi’ne tabi değil. Külçe altını alıp satmakla Türkiye’nin zararı ilk dakikada başladı. Yüzde 18 KDV kaybının yanı sıra ihracat gelirinden de mahrum kaldık. Gıda ihracatçısı ortalama yüzde 50 kâr elde eder. Bazı kalemlerde sektörüne, mamulün niteliğine göre kârlılık daha da yükseliyor. Altın ihracatında böyle bir imkân var mı? Altın, döviz gibi değiş-tokuş (excange) metaıdır, dünyanın hemen hemen her yerinde fiyatlar dolar nevinden standarttır. Külçeyi 100’e alıp 150’ye satamazsınız.

Türkiye net altın ihracatçısı da değil bu arada. Senelik imalat 30 ton civarında. İthalat ise 200 ton civarında. Dışarıdan getirilen ve fiyat esnekliği olmayan külçe altından katma değer elde edilemez.

ALTINDA KÂR MARJI YÜZDE 0,3

Türkiye’de altın tedarikçisi firmaların kârlığı sadece yüzde 0,3’tür. İşte Zarrab’ın tavassut ettiği altın ticaretinden Türkiye’ye kalan para da o kadar. Oysa gıda ve ilaç gibi mallar satılsaydı ihracatçıdan imalatçıya kadar zincirin bütün halkaları yüksek kârlar elde edecekti. Maliye de yüzde 18 KDV tahsilatı yapacaktı. Hiçbiri olmadı. Zarrab ve onun bahşişe bağladığı isimlerin cebine gitti milyarlarca dolar.

Altın ticareti şöyle işledi: İran Merkez Bankası’nın Halkbank’taki hesabında bulunan TL veya Euro nevinden tutar, başka İran bankalarının yine Halkbank’taki hesabına geçirildi. Buna mukabil bahse konu İran Bankası, İran Merkez Bankası’na TL veya Euro mukabili Tümen sattı.

Parayı hesabına geçiren İran Bankası’na bağlı bir döviz kuruluşu, Zarrab’ın Halkbank’ta hesabı bulunan Royal Dövizcilik veya Safir Altın isimli firmalarından altın ihracatı yapılacak şekilde swift (hızlı emir) gönderdi. Piyasada bilinen altın firmalarından külçe altınlar satın alındı ve Atatürk Havalimanı’ndan ya direkt İran’a ya da Dubai üzerinden İran’a gönderildi.

MEMUR TEOMAN FARKETTİ: UÇAKTAKİLER TAŞ DEĞİL, ALTIN

Türkiye, Dubai ve İran üçgenindeki altın trafiği 4 Ocak 2013’te deşifre oldu. Atatürk Havalimanında ULS Cargo’nun uçağının 1,5 ton altın taşıdığı gümrük memuru Teoman Coşkun Dudak’ın dikkati sayesinde fark edilmişti.

Yük, gümrüğe Gana’dan alınan ‘doğaltaş’ şeklinde beyan edilse de uçağın içi altın doluydu. Skandalın üstü kapatıldı ve memur Teoman vazifesini yapmanın mükâfatı(!) olarak Gaziantep’e sürgün edildi. Zafer Çağlayan’ın insan üstü gayreti neticesinde altınlar Dubai’ye uçuruldu.

ZARRAB, DUBAİ’DEN İRAN’A GIDA SATTI!

ABD’nin İran’a giden altınları fark etmesi üzerine Türkiye, Zarrab’ın şirketleri üzerinden transit ticaret hilesi için kullanıldı. Altın trafiğinin fark edilmesinin şebekeyi nasıl telaşlandırdığı 17/25 Aralık tapelerine aksetmişti.

Süleyman Aslan’ın mimarı olduğu yeni sisteme göre Dubai’den İran’a gıda mamulü ihracatı yapılmış ve bu satış işleminde transit tacirliği Zarrab’ın Türkiye’de faaliyet gösteren Volgam ya da Deniz firmaları gerçekleştirmiş gibi gösterildi.

Firmaların Halkbank’ta hesabı vardı ve Dubai gümrüğü için hazırlanan sahte gümrük beyannameleri ve sahte gemi konşimentosu Halkbank’a ibraz edildi. Belgelerin sahte olduğu açık olduğu halde, gelip giden gıda mamulü olmadığı halde Halkbank bu işlemlere göz yumdu.

SIFIR VERGİ ÖDEYEREK TÜRKİYE’Yİ KULLANDI

Transit ticareti yapan Zarrab’ın mukim olduğu Türkiye açısından ithalat ve ihracat rejimi hükümleri yani ithalat-ihracat mevzuatı uygulanmadığı için vergi ve harç alınmadı. Zarrab, aynen altın ihracatında olduğu gibi Maliye’ye tek kuruş vergi ödemedi. Türkiye de transit olduğu için Türk Gümrük makamlarınca hazırlanmış Gümrük Beyannamesi’ne ihtiyaç duymadı.

Hasıl-ı kelam Halkbank’taki petrol parası bu sefer de Zarrab’ın İstanbul Nuruosmaniye’deki ofisinde hazırlanan sahte evrakla Dubai’den İran’a transit gıda ticaretinin ödemesiymiş gibi evvela Dubai’ye, oradan da İran’a aktarıldı. İhracat hayalî olduğu için kirli ticaretten sadece İran, Zarrab ve onun rüşvet dağıttığı bakanlar ile bürokratlar kazançlı çıktı.

PİŞKİNLİK ÖTESİ: ZARRAB’A İHRACAT ÖDÜLÜ VERİLDİ

Ahval böyle iken Zarrab’a ihracat ödülü veren zevata bilvesile suâl edelim: “Dubai’de ne vakitten beri ziraat yapılıyor? Bu devlet ne zaman gıda ihracatçısı oldu? Zarrab gıdayı Türkiye’den değil de niçin Dubai’den İran’a ihraç etmiştir. Türkiye sözde transit ticarete niye alet edilmiştir?”

ABD’nin altın tepside takdim ettiği imtiyaz birilerinin servetine servet katması için kullanılmıştır. İran ise tesis ettiği rüşvet mekanizması sayesinde iki sene müddetince Türkiye üzerinden tonlarca altın stoku elde etmiştir. Bunlar Türkiye’nin menfaatine olmamıştır. İran’a enerji mukabili mal satılmasına, Halkbank’ın bu ticarete tavassut etmesine kimsenin itiraz ettiği yok.

HALKBANK’A BAŞKA BANKALAR DA EŞLİK ETTİ

Zarrab ne işadamı ne de ihracatçıydı. Sadece bir komisyoncuydu. Yukarıda anlattığım ve tamamen İran’ın lehine olan işlemler karşılığında komisyonunu alıyordu.

Halkbank’ın aldığı resmî komisyon ise başlangıçta yüzde 1 idi. Bazı bakanların devreye girmesi ve sistemin diğer ayaklarına Aktifbank, Garanti, Kuveytürk ve Denizbank gibi bankaların da dahil edilmesiyle oran binde 8’e düşürüldü. Zarrab sistemi ayakta tutmak için bakanlara, Halkbank idarecilerine çikolata veya ayakkabı kutularında rüşvet dağıtıyordu.

YUNANİSTAN OYUNU GÖRDÜ

17/25 Aralık tapelerinde geçen bir konuşmayı hatırladım…

Ne kadar ibretlik bir vakadır: Komşumuz Yunanistan, bankada biriken 7 milyar dolar petrol parasını nakit olarak isteyen Seyad Ali Ekber Mir Vekili’ye (MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Dolmabahçe’de Başbakanlık ofisinde Erdoğan ile görüştürdüğü şahıs), “Mal ithal edin, aksi takdirde para burada kalacak.” cevabını vermişti.

Yunanistan hükûmeti tabi olduğu beyne’l-milel hukuka riayet ederek doğru olanı yaptı. Bu şekilde halkının menfaatini de muhafaza etti.

VERGİ REKORTMENLERİ LİSTESİNE ESAMÎSİ YOK

Zarrab’ın yürüttüğü işlerin ne kadar sanal ve gayr-i kanunî olduğunu anlamak için vergi ve sigorta primlerine de bakılabilir. Sabah ve ATV’de Türk bayrağı önünde poz vererek cari açığın yüzde 15’ini (8 milyar dolar) tek başına kapattığını iddia eden Reza Zarrab’ın şirketlerinin de kendisinin de ismi vergi rekortmenleri listesinde geçmiyor.

Madem bu kadar çalışkan ve başarılı bir işadamıysa niye vergi ödemiyor? Böylesine devasa bir ticarete imza atan bir grubun SGK’ya yüz milyonlarca liralık sigorta primi ödemiş olması icap etmez mi? Mahalle bakkalı bile devlete senede birkaç bin liralık SGK primi ödüyor.

Ortada hakikî mânâda ihracat olmadığı için vergi de SGK primi de tahakkuk ettirilemiyor haliyle.

AYNI TİCARETİ KOÇ YA DA SABANCI YAPSAYDI

Bir an için Koç Holding’in tek başına İran’dan 8 milyar dolar ihracat geliri elde ettiğini düşünelim. Şirketlerinin ödeyeceği vergi tutarının yanında ortakların beyan edeceği gelir vergisi milyarlarca lira olacaktır. Koç siparişleri yetiştirmek için yüzlerce kişiyi de İran masasında istihdam edecektir.

“Cari açığı kapattım.” diyen Zarrab söylediğinin aksine Türkiye’yi vergi ve prim gelirinden mahrum etmiştir.

Hayırseverliğine gelince… O hususta kendisine Erdoğan ve etrafındakilerin haricinde şahitlik edecek kimse yok.

Sadece Zarrab’ın İran’a taşıdığı paralar Halkbank’ta tutulsaydı ve gıda ve ilaç ihracatı mukabili Türkiye’deki firmalara aktarılsaydı Türkiye en az 15 milyar lira kazançlı çıkacaktı.

O paraların kimlerin cebine gittiği artık sır olmaktan çıktı.

Yolsuzluk ve rüşvete alkış tutan millete de New York Mahkemesi’nin Türk bankalarına keseceği milyarlarca dolar para cezasını ödemek düştü.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazınızda geçen şu cümle konuyla ilgili başka soruları da akla düşürüyor: “Yüksek kârlı ticareti tabiî mecraında devam ettiren devletler o hesaplardaki paraları çekip kendi firmalarına ödedi.” Türkiye de, ele güne karşı da olsa söz konusu işlemlerin bir kısmını tabiî mecraında yapmış olamaz mı? Eğer öyleyse acaba Türkiye’den petrol/gaz karşılığı mal ihracatı yapan firmalar hangileriydi? Bu firmalar neye göre belirlendi? “İran’ın malların alışında, paranın tahsilatında hiçbir pazarlık hakkı yok” derken kastedilen 3 kuruşluk malı 5 liraya kakalamaksa, İran’ın bu ticaretten kaybı olmadı mı? İran’ın kaybettiği oranda kimler haksız kazanç elde etti? Bu imtiyazdan faydalanmak isteyip de faydalanamayan firmalar (diğerleri ‘kaymaklı ekmek kadayıfı’nı afiyetle mideye indirirken) nasıl tepki gösterdi? Bu imtiyazdan faydalanan firmaların seçiminde bazı devletlerin dolaylı/dolaysız dahli oldu mu? Eğer olduysa (olmaması mümkün mü?) şimdi ABD’de yapılan (ve daha önce Türkiye’de yapılamayan) yargılamalar nereye kadar uzanabilir ve nereye kadar uzanamaz?

  2. Dava ABD’de ilerlerse davaya konu olan malum 5-6 banka batar mı? Batarsa o bankalarda birikimi olanlar paralarını çekebilir mi? Imar Bankası ve Egebank pekçok kişiyi ortada bırakmıştı diye hatırlıyorum, gerçi sonra mağduriyetler giderilmiş miydi detayına vakıf değilim.. Aynı durum olmasa da olabilecekleri merak ediyorum, durum çok daha vahim çünkü

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin