Buna Trump bile cesaret edemez [Adem Yavuz Arslan]

Artık hiç birimiz şaşırmıyoruz. AKP iktidarı, aleyhlerine gelişen yada gelişme ihtimali olan her olaydan sonra hemen yayın yasağı getiriyor. Hem de öyle böyle bir yasak değil. Kararlar ‘her şeyi kapsayacak şekilde’ çok geniş bir çerçevede çıkarılıyor. Böylece kimse gerçekleri duymuyor, bilmiyor.

Son örnek Rus Büyükelçi Andrey Karlov suikastında yaşandı. Cinayetten on gün sonra kapsamlı bir yayın yasağı getirildi ve artık suikasta dair herhangi bir haber yazmak mümkün değil.

Gerçi son yayın yasağı öncekilerden biraz farklı oldu. Normal şartlarda daha ambulans olay yerine ulaşmadan yayın yasağı aldıran AKP iktidarı bu kez geç kaldı.  Zira hesap ve hedef başkaydı fakat evdeki hesap çarşıya uymadı.

Her olayda Cemaat’i suçlayan hükümet ve kontrolündeki medya, büyükelçi suikastını da –daha ceset yerde ve katil polis El Nusra marşları söylerken– Cemaat’e bağladı. Tüm AKP’liler, Havuz medyası, Aktroller hep birlikte suikastçi Mert Altıntaş’tan bir ‘Cemaatçi suikastçı’ çıkarmaya çalıştılar fakat neresinden tutsalar ellerinde kaldı.

Bu kez devreye ‘araştırmacı gazeteci rolü oynayan’ bazı isimler girdi; katil polisin dershanesi, okulu vs ortaya atıldı. Her zaman olduğu gibi pervasızca yalanlar söylediler. Fakat ne hükümetin ne de medyasının çabası katil polisten Cemaat hikayesi çıkarmaya yetmedi.

Aksine suikastçının hem kendisi hem yakın çevresi AKP ile iltisaklı çıktı.

Çaresiz, 10 gün gecikmeli de olsa, yayın yasağı getirdiler. Böylece kimse katil polisin gerçek hikayesini araştırıp yazamayacak. Hükümet ise algı operasyonlarına devam edecek.

Mesela yayın yasağını savunmak için hemen devreye giren AKP’liler ve Havuzcular ‘ABD ve Avrupa’da da yayın yasakları var, onlar da sık sık yapıyorlar’ yalanına sarıldılar.

Peki, gerçekte öyle mi? Tabi ki değil.

Her zaman olduğu gibi burada da yalan söylüyorlar. Çünkü ABD’de bizde ki gibi bir yayın yasağı uygulaması yok. Her şeyden önce basın özgürlüğü anayasal güvence altında. Üstelik basın özgürlüğü, Türkiye’de olduğu gibi kağıt üstünde de kalmıyor.

Mesela ifade özgürlüğünün sembolü haline gelen ABD Anayasası’nın 1.ek maddesi; ‘first amendment’ diyor ki ‘Kongre ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayacak kanun çıkartamaz’.

Bugüne kadar –ABD Başkanları dahil– basına yasak getirmeye çalışan herkes yüksek mahkemenin kapısından geri döndü. ‘Devlet sırrı’ ya da ‘ulusal güvenlik’ gibi gerekçeler de işe yaramadı. ABD medya tarihi bu tür girişimler ve mahkemelerin verdiği ibretlik kararlar ile dolu. Ancak sonuç değişmiyor.

ABD Başkanı ya da başka bir makamın vatandaşın haber alma, medyanın haber verme hakkını engelleme şansı yok.

AKP’lilerin diline doladıkları ’11 Eylül sonrası ABD’de de yasak getirdi’ tezi de doğru değil zira oradaki yasak medyanın haber yapması değil kamu görevlilerinin demeç vermesine dair bir yasaktı.

Amerika’da ki yayın yasakları genellikle dava aşamasında ve mağdurun kimliğini korumaya yönelik çıkarılıyor. Aynı şey Avrupa’da da geçerli. Mesela tarihinin en büyük terör saldırılarından birini yaşayan Fransa’da yaşananlara bakalım…

Paris saldırıları sonrası bizzat Cumhurbaşkanı Hollande basının karşısına çıktı.(Bu arada Erdoğan’ın en son ne zaman gerçek bir gazetecinin karşısına çıkıp sorulara cevap verdiğini hatırlayan var mı ?)

İlgili bakanlar da düzenli olarak kendi alanlarına dair bilgilendirme yaptılar. Paris savcısı medyayı bilgilendirmek için ekip kurdu. Yayın yasağı getirilmediği gibi ‘doğru bilgilendirme’ adına özel düzenlemeler bile yapıldı. Sosyal medyayı yasaklamadıkları gibi resmi Twitter hesaplarının takibi istendi.

Fransa OHAL’e geçerken medyayı kısıtlayacak bir düzenleme de yapmadı. Fransa basını ise bir yandan sorumlu davranırken bir yandan da başta istihbarat zaafı olmak üzere ihmalleri sorguladı.

Özetlemek gerekirse dünyanın hiç bir yerinde, yani medeni ve demokratik ülkesinde, Türkiye’de ki gibi bir yayın yasağı yok. Bizde ise yayın yasakları iktidarın zaaflarını örtmek için kullandığı bir araç haline geldi.

Gelin hafızaları biraz tazeleyip hükümetin yayın yasağı aldırdığı olaylara bakalım:

Soma maden faciası

Ankara ve Suruç patlamaları

İstanbul patlamaları

Reyhanlı katliamı

IŞİD’in rehin aldığı konsolosluk çalışanları

MİT tırları

Dışişlerindeki skandal toplantıya dair ses kayıtları

Şike soruşturması

Aktütün saldırısı

Roboski (Uludere) faciası

Tecavüz ve istismar olayları

17/25 Aralık yolsuzluk skandalları

Başbakanlıktaki meşhur böcek skandalı

Havalimanı patlamaları

Daha sayısız örnek var. Öyle ki mahkemelerden alınan yayın yasakları için artık yüzler ifadesi kullanılıyor.

Yayın yasağı getirilen bu olaylara dair tatmin edici bir soruşturma da yok.

AKP iktidarında tutuklanan gazeteci sayısı 200’e yaklaştı, rakam her gün artıyor. Onlarca medya kuruluşu kapatıldı, iki bine yakın gazeteci işsiz bırakıldı.

‘Terör propagandası’ gibi muğlak bir ifadeyle binlerce dava açıldı.

Yetmedi haklarında henüz iddianame bile olmayan ve çoğu tutuklu gazetecilerin mal varlıklarına da el kondu. Hatta vefat etmiş gazetecinin (Ahmet Selim) bile.

Böylece Erdoğan ve AKP iktidarının hoşuna gitmeyen şeyler yazıp çizdikleri için cezaevine atılan, eşleri çocukları dahi cezalandırılan gazeteciler üzerinden ‘henüz hapse atılmamış’ gazetecilere gözdağı veriliyor.

Hani olur da, bunca baskı ve zorluğa rağmen çıkıp da soru sormaya, haber yapmaya yeltenen olursa diye kapsamlı bir yayın yasağı da çıkarılarak hiçbir boşluk bırakılmamış oluyor.

Velhasıl, nasıl ki Suriye tipi muhaberat devleti düzenlemesi yapıp ‘ABD tipi başkanlık getiriyoruz’ diye yalan söylüyorlar siyaseten aleyhlerine olabilecek her olaydan sonra da ‘ABD ve Avrupa’da da var’ diyerek yayın yasağı adı altında sansür uyguluyorlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin