Birinci Dünya Savaşı ve İslam dünyası

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Bugün İslam Dünyası denildiğinde bir türlü bitmek bilmeyen savaşlar, sınır çatışmaları ve demokrasiden uzak otoriter rejimler akla geliyor. Bu problemlerin temelinde de Birinci Dünya Savaşı ve savaş sırasındaki paylaşma planları önemli bir yer tutuyor.

CİHAT FETVASI VE MÜSLÜMANLAR

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra “cihat fetvası” çıkararak bütün Müslümanları Halife’nin yanında İtilaf devletlerine karşı savaşmaya davet etti. Bu sırada bağımsız iki Müslüman devlet olarak sadece Osmanlı Devleti ve İran bulunuyordu.

Fetva ile İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus hâkimiyetinde yaşayan Müslümanlar ayaklanacak, böylece Osmanlı-Almanya-Avusturya-Macaristan ittifakı büyük bir avantaj sağlayacaktı. Amaçlardan birisi de Abdülhamit devrinde kaybedilen Mısır ve 2. Meşrutiyet devrinde elden çıkan Trablusgarp ve Rumeli’yi geri almaktı.

Cihat fetvasının Müslüman topluluklara ulaştırılarak halkın harekete geçirilmesi büyük önem taşıyordu. Bunun için hacdan yararlanılarak fetvanın Mekke’ye gelen hacılarla Müslüman topluluklara ulaştırılmasına çalışıldı. Ayrıca “Teşkilat-ı Mahsusa” vasıtasıyla sömürge yönetimleri altındaki Müslümanların ayaklandırılması planlandı.

YAPILAN MÜCADELELER

Osmanlı Devleti Mısır’ı İngilizlerden geri almak amacıyla iki harekât düzenledi. Cemal Paşa komutasında büyük hayallerle yapılan ve “Al bayrak Kahire üzerinde yükselsin” sloganıyla başlayan iki harekât da başarılı olamadı. Hatta İngilizler, İskenderiye’yi üs olarak kullanarak sömürgelerinden getirdikleri askerleri burada eğittiler.

Hedeflerden birisi de altmış milyon Müslümanın yaşadığı Hindistan’dı. Buradaki ayaklanma ihtimali, İngilizler için önemli bir endişe kaynağı oldu. Nitekim İngilizler, özellikle kutsal beldelerdeki hareketlerinde Hindistan Müslümanlarının hassasiyetlerini dikkate almak zorunda kaldılar.

Osmanlı Devleti ise Hindistan’da bir isyan çıkarmak için “Rauf Bey Müfrezesini” kurduysa da sonuç alamadı. İngilizler de tedbir olarak Müslümanların etkili yayın organlarını kapatmışlar ve bazı aydınları tutuklamışlardı. Afgan Emiri de isyan davetine İngilizlere verdiği tarafsızlık sözünden ayrılmayacağı şeklinde cevap verdi.

Osmanlı Devleti’nin kısa bir süre önce kaybettiği İtalyan işgalindeki Trablusgarp ise uzun süren mücadelelere sahne oldu. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa, yerel güçleri organize ederek Misrata’da İtalyanlara, Sudan’da İngilizlere, Nijer, Cezayir ve Tunus’ta Fransızlara karşı savaştı. Nuri Paşa’dan sonra da Şehzade Osman Fuat Efendi liderliğinde mücadele devam etti. Hatta Etiyopya ve Somali’de İngilizlere karşı faaliyetlere girişildiyse de bir sonuç alınamadı.

En fazla Müslüman nüfusun yaşadığı bölgelerden birisi olan Rusya da önemli hedeflerden birisiydi. Rusya’da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Müslümanların nüfusu 25-30 milyon olarak tahmin ediliyordu. Türk toplulukları isyan ederek kendi devletlerini kurabilirlerdi.

Rusların Türkistan’daki zorunlu askerlik uygulaması büyük bir tepkiyle karşılandı. 1916 yılından itibaren üç yıl süren bir isyan çıktı ve bir milyon Türk yurtlarından sürüldü. 1917’de çıkan Bolşevik İhtilali, Türklere bağımsızlık için büyük bir fırsat sağlasa da yeterli imkânlar olmadığından hedefler gerçekleşmediği gibi Kafkas İslam Ordusu’nun harekâtı ile bağımsız olan Azerbaycan da Rus işgaline uğradı.

MÜSLÜMAN MÜSLÜMANA KARŞI

Birinci Dünya Savaşı’nın en acı taraflarından birisi de çeşitli cephelerde Müslümanların birbirine karşı savaşması oldu. Rusya Türkleri, Müslüman Hintliler ve Afrika Müslümanları, Halife’nin başında bulunduğu Osmanlı Devleti’ne karşı savaştılar. Rusların Kafkas Cephesi’ndeki kuvvetleri içinde Türkistan’dan getirdikleri askerler önemli bir yer tuttuğu gibi; İngilizler Hint Müslümanlarını, Fransızlar Senegal ve Cezayir Müslümanlarını Çanakkale cephesinde Türk askerinin karşısına çıkardılar.

En önemli kırılma noktası ise Arapların isyanı oldu. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle anlaşarak 1916 Haziran’ında isyan etti. Hüseyin kendisini “Arap ülkelerinin kralı” olarak görse de İngilizlere göre sadece “Hicaz Kralı” idi.

PAYLAŞMA PLANLARI

Günümüzdeki İslam Dünyasının oluşumunda İtilaf devletlerinin savaş esnasında yaptıkları gizli antlaşmalar önemli bir aşama oldu. Ortadoğu, Bolşevik Rusya tarafından açıklanan bu planlarla İtilaf devletlerinin çıkarlarına göre paylaşılmıştı. Bu planlar, bazı değişiklikler olsa da hayata geçirildi.

Sykes-Picot-Sazanof Antlaşmaları ile Doğu Anadolu, İstanbul ve Boğazlar Rusya’ya; Suriye’nin kıyı bölgesi, Adana ve Mersin Fransa’ya; Bağdat, Basra, Hayfa ve Akka İngilizlere verilecekti. Arap toprakları Akka-Kerkük çizgisi ile bölünerek kuzeyi Fransa’ya, güneyi İngiltere’ye bırakılacak, Filistin uluslararası bölge olacaktı. Böylece “İslam dünyasının kalbi” olan Mekke, Medine, Kudüs, Şam ve Bağdat için yeni statüler öngörülmekteydi.

Bu planlardan haberi olmayan Şerif Hüseyin ise Halifelik hayalleri kuruyordu. Hüseyin, Fahreddin Paşa’nın Mondros’tan sonra da devam eden direnişine rağmen Medine’yi ele geçirerek bütün Hicaz’a sahip oldu. 1917’de Kudüs ve Bağdat, 1918’de Şam ve Halep’in kaybıyla sıra artık planların uygulanmasına geldi.

İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, savaş esnasında “Balfour Deklarasyonu” ile “Filistin’de Museviler için bir yurt” oluşturulmasından söz etti. “İsrail’in tapusu” olacak bu belge ile Müslümanların büyük bir çoğunluğu oluşturduğu Filistin’de Musevi devleti kurulmasının önü açıldı.

YENİ ORTADOĞU

Savaş sonunda Osmanlı Devleti, Anadolu ve Doğu Trakya’dan ibaret kaldı. Galip devletler Paris Konferansı’nda yaptıkları paylaşımı, Sevr ile Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdiler. Böylece savaşta işgale uğramayan topraklar bile kaybediliyor; Suriye ve Lübnan Fransız, Filistin ve Irak İngiliz mandası altına veriliyordu.

Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesi, birçok yeni sorunun ortaya çıkmasına neden oldu. T. E. Lawrence, Sunday Times’daki yazısında Irak için şöyle diyordu: “Bizim yönetimimiz Türk sisteminden bile kötü. Onlar yerli halktan yılda 14.000 asker alır ve barışı korumak için 200 Arap öldürürlerdi. Bizim ise uçaklı, zırhlı araçlı, gambotlu ve zırhlı trenli 90.000 askerimiz var. Bu yaz çıkan isyanlarda 10.000 Arap öldürdük. Bu ortalamayı daha fazla devam ettiremeyiz. Ülke yoksul ve nüfusu az”.

Bu süreçte Arap topraklarında birçok devlet kuruldu. Hicaz önce Şerif Hüseyin’in elinde kaldıysa da daha sonra Vehhabi Suudiler, buraya hâkim oldular. Hüseyin’in oğlu Faysal önce Suriye, daha sonra Irak Kralı yapıldı. Diğer oğlu Abdullah ise Ürdün Kralı oldu. Irak 1932’de bağımsız oldu ancak askeri darbeler ve dikta yönetimleri birbirini izledi.

Fransızlar Suriye’yi “Aleviler bölgesi, Şam devleti, Halep devleti, Dürziler bağımsız hükümeti ve Lübnan” şeklinde beşe bölerek yönettiler. 1936’da bağımsız olan Suriye’de çatışmalar ve askeri darbeler eksik olmadı. Lübnan’da ise çok dinli bir yapı oluşturuldu ve 1970’lerde iç savaşa kadar varan çekişmeler yaşandı.

Balfour Deklarasyonu, Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırdı. İngilizlerin akıllı stratejisiyle demografik yapı değiştirildi. Araplar, 1918’de Filistin nüfusunun yüzde 93’ünü oluştururken 1938’de yüzde 38’e düştüler. 1948’de de İsrail kuruldu.  

Afrika’da da sömürge yönetimleri devam etti. Libya İtalyan, Mısır ve Sudan İngiliz, Fas, Tunus ve Cezayir ise Fransız yönetiminde kaldı. Libya 1952’de, Tunus 1956’da, Fas 1961’de, Cezayir 1962’de bağımsızlığını elde edebildi. Mısır’da ise İngiltere 1936’da askerlerini çekmeyi kabul ettiyse de Süveyş’te asker bulundurmaya devam etti.

BİTMEYEN PROBLEMLER

İttihatçıların Birinci Dünya Savaşı’na girerken çok büyük hayalleri vardı. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet devrinde kaybedilen topraklar geri alınacak ve Türk birliği kurulacaktı. Bu idealler gerçekleşmediği gibi İngilizler “böl ve hükmet-divide and rule” prensibini mükemmel bir şekilde uygulayarak Osmanlı topraklarında yapay devletler kurdular.

Bu devletlerde bir türlü istikrar sağlanamadı. İç savaşlar ve komşu devletlerle uzun süre devam eden çatışmalar yaşandı. Kurulan rejimler, demokrasiyi esas almayan dikta rejimleriydi. Müslümanların birliğini sağlamayı amaçlayan İslam Konferansı gibi teşkilatlar ise temel konularda bile mesafe alamadı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan yüz yıl sonra İslam Dünyası yine büyük bir bölünmenin eşiğine geldi. Bu aşamada Türkiye’ye düşen realist politikalar ve birlikte yaşama kültürüyle ortak değerleri öne çıkarmak ve böylece bu süreçten zararsız çıkmak olmalıdır. Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerinin yanlış politikaları devam ettiği takdirde karışıklıklar hiç bitmeyecek ve hep şikâyetçi olunan Sykes-Picot düzenini bile mumla aratacak gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu dağınıklık nasıl toparlanacak…. Alem-i İslam’ın son sancağı üç beş çapulcu ve hırsızın elindeyken nasıl olacak… Kendimize bile hayrımız yokken…. Kahroluyorum ızdırptan… Ahhhh

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin