Bir koltukta iki karpuz ve milli takım hocalığı

HABER-YORUM | EFE YİĞİT

Hem milli takımı hem de bir kulübü çalıştırma durumu basketbolda sık görülürken, futbolda pek de rastlanan bir durum değil. Özellikle büyük hedefleri olan milli takımlar, asla böyle bir tercihte bulunmuyor. Spekülasyonları önlemek de bir etken ancak asıl mesele, milli takım pozisyonuna gösterilen saygı.

Fatih Terim’in gönderilmesiyle boşalan milli takım teknik patronluğu için Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Yıldırım Demirören’in Beşiktaş teknik direktörü Şenol Güneş’in kapısını çalıp, her iki takımı da yönetmesi teklifini götürmesi ve akabinde tecrübeli hocanın ret kararı tartışmaları da beraberinde getirdi. Kimilerine göre Şenol Hoca milli görevden kaçtı. Beşiktaşlılara göreyse son iki yılın şampiyonu Beşiktaş’ın yükselişini durdurmak için TFF aracılığıyla kumpas kuruldu.

Geçmişte örnekleri var, evet. Abdullah Gegiç, A Milli Takım’ı 1969’da Eskişehirspor’la, Macar Kalman Meszöly, 1985’te kısa bir süreliğine Fenerbahçe’yle beraber idare etmişti. Fakat Gegiç ve Meszöly dönemindeki milli takım ile şimdiki, çok farklı. 2013’te ise Fatih Terim Galatasaray’ı çalıştırırken milli daveti kabul etmiş aynı anda hem kulüp hem de milli takımı çalıştırmayı hedeflemiş ancak Galatasaray yönetimi görevi kabulünden kısa bir süre sonra Terim’le yollarını ayırmıştı.

EN BAŞARILI ÇİFTE HOCA GUUS HİDDİNK’Tİ

İki görevi aynı anda yapan son kişi oldukça tanıdık biri: Guus Hiddink. Güney Kore’yi 2002 Dünya Kupası’nda 4.’lüğe taşıyan Guus Hiddink, 2002’de PSV’yi çalıştırmaya başladı. 2006’da görevi bırakacağını anlaşma maddelerine koyduran Hiddink’in bir diğer isteği ise son yılında bir ülke çalıştırmaktı. 32 yıl sonra bir Dünya Kupası’nda mücadele etmek isteyen Avustralya, Hiddink’in kapısını çalınca cevap ‘evet’ oldu. Böylece Hiddink hem PSV hem de Avustralya milli takımını çalıştırmaya başladı. Hiddink, yerel ligde oynayan oyuncuların takibini yardımcısına bırakırken, kendisi PSV ve Avrupa’da oynayan oyunculara konsantre oldu. Bu arada Avustralya 32 yıl aradan sonra 2006 Almanya’ya katılırken, gruptan çıkmayı da başardı.

İngiltere milli takımının ilk yabancı teknik direktörü İsveçli Sven Göran Eriksson’un yardımcısı Steve McClaren 2001-2006 yılları arasında aynı zamanda Middlesbrough’u çalıştırıyordu. Ancak takımın asıl patronu olmadığı için fazla problem yaşanmadı. Şubat 1999’da milli takımın davetini kabul eden Kevin Keegan ise, hem Fulham’ı hem de İngiltere’yi çalıştırmaya başlamıştı. Ancak sezon sonunu göremeden, gelen baskılardan dolayı Fulham’daki görevini bırakmak zorunda kaldı.

HEM HOCA, HEM OYUNCU

İki takımı birden çalıştırma hikâyelerinin göze çarpan ve başarılı örnekleri yok denecek kadar az. Ancak hem oyuncu hem de teknik adam olarak milli takımı yöneten isimler var. Southampton’da top koşturan Mark Hughes, 1999’da hâlen takımın önemli oyuncularından biriyken Galler milli takımının hocalığına getirilmişti. Hughes, daha sonra Everton ve Blackburn Rovers formalarını da giydi ve 2002’de futbolu bırakıp teknik direktörlük kariyerine odaklandı.

Bir dönem Chelsea forması giyen Ruud Gullit de, teknik direktör Glen Hoddle’ın milli göreve çağrılmasıyla Londra ekibinin saha kenarı patronluğunu üstlenecekti. 1996-98 yılları arasında bu görevi sürdüren Gullit, FA Cup’ı kazandı ve bu kupayı Büyük Britanya dışından gelerek kazanan ilk teknik adam oldu. Gullit sonrası aynı görevi 1998-2000 arasında İtalyan oyuncu Gianluca Vialli sürdürdü. Vialli 1996’da Chelsea’ye transfer olurken, 2000’de hem futbolu hem de teknik adamlık görevini sonlandırdı. Alman futbolunun İmparator’u Franz Beckenbauer ise hem kulüp başkanlığı yaptı hem de takımı çalıştırdı. 1996’da alınan kötü sonuçlar üzerine ligin bitmesine haftalar kala Otto Rehhagel’in işine son veren Beckenbauer, eşofmanları giyerek Bayern Münih’in başına geçti. Bayern Münih’i 63 gün çalıştıran Beckenbauer, UEFA Kupası’nı kazanarak ilginç bir rekora imza attı.

YABANCI HOCA ÇALIŞTIRAN MİLLİ TAKIMLAR

Konu milli takım teknik direktörlüğü olunca futbolun dev ülkeleri Almanya, İtalya, Brezilya ve Arjantin’in ‘yazılı olmayan’ kuralları var. Bu ülkeler tarihleri boyunca hiçbir zaman milli takımı yabancı teknik adama emanet etmedi. İngiltere tarihinde ilk kez 2001 yılında milli takımın başına İsveçli Sven Göran Eriksson’u getirerek, ‘yerli hoca’ geleneğini bozdu. Bu tercihe en büyük tepkiyi dönemin FİFA Başkanı Sepp Blatter göstererek, “Ben İtalya, Almanya, Brezilya ya da Arjantin’in bir yabancı hocayla çalıştığını hiç görmedim. Bu tip üst düzey ülkelerin yanı sıra birçok ülke kendi vatandaşlarını takımlarının başına getiriyor. İngiltere Eriksson’u takımın başına getirdiğinde şok oldum” diyecekti. İngiltere Futbol Federasyonu’nun tercihi Ada’da da uzun süre tartışılmıştı.

Eriksson’dan sonra İngiltere koltuğu ‘İngiliz’ Steve McClaren’e teslim ederken, 2008’de yine ‘yabancı’ hocaya döndü ve takımın başına Fabio Capello’yu getirdi. FİFA Başkanı Sepp Blatter yine beklenmedik bir tepki gösterdi. Konunun Capello ya da kariyeriyle alakalı olmadığını söyleyen Blatter, İngiltere’nin yine yabancı bir hoca seçimi yapmasından üzüntü duyduğunu belirtip, “İngiltere uluslararası futbolun ilkelerine zarar vermiştir” demişti.

ALMANYA ÇOK DAHA KATI…

Almanya’da milli takımı çalıştırmak için ‘iyi teknik adam’ olmak yetmiyor. İyi ve örnek insan da olmak gerekiyor. Euro 2000’de yaşanan hezimetten sonra Erich Ribbeck’in istifa etmesiyle Alman milli takımı için Christoph Daum’un adı ilk sırada geçiyordu. İşte tam o sırada Bayern Münih Menajeri Uli Höness “Daum kokain kullanıyor, hatta evinde kokain partileri düzenliyor” dedi ve ortalık bir anda karıştı. Daum gönüllü olarak saç testi yaptırdı; ama test sonucunda kokain kullandığı belirlenince hem Leverkusen’den kovuldu hem de milli takım teknik direktörlüğü kapısı kapandı. Beckenbauer, gözdesi Daum’u bir kalemde silip koltuğu Rudi Völler’e teslim etti. Anlayacağınız bu ülkede Alman olmanın yanı sıra, hocanın ahlaklı ve oyuncularla uyumlu olmasına da çok önem veriliyor.

İtalya, Brezilya ve Arjantin de sürekli yerli isimlere emanet etti takımlarını. Teknik direktör arayışında hiçbir zaman dışarıdan bir ismi dikkate almadılar. Milli takımın ‘milli kalması’ ilkesinden milim sapmadılar. İspanya, tarihinde iki kez yarı-yabancı isme takımı emanet etti. 1951’de İspanya’yı 5 maç çalıştıran Paulino Alcantara Riestra’nın annesi Filipinli, babası İspanyoldu. Yine 1980-82 arasında görev yapan Jose Emilio Santamaria, Uruguay doğumlu olmasına karşılık, İspanya vatandaşı olmuş ve milli formayı giymiş bir isimdi. İspanya milli takımı için aranan kriter tecrübedir. Aragones ve Del Bosque gibi ‘yaşlı’ isimlerle İspanya, Avrupa ve Dünya Kupası’nı kaldırdı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin