Batı’ya kızabiliriz ama ya halkımız? [Erhan Başyurt]

Türkiye, 1980 askeri darbesinden bu yana insan hakları ve demokrasi adına en karanlık yıllarını yaşınıyor.

Evren yönetiminin yaptığı hukuksuzlukları, aynıyla, bazen misliyle bugün ‘sivil darbeciler’ tekrar ediyor.

Yargısız infazlar, mazeretsiz tutuklamalar, iftira ve yalanlar, fişlemeler, işten atmalar, medyaya sansür, kötü muamele ve işkenceler…

Bırakın yargı kararını, daha haklarında iddianamesi bile yazılmamış işadamlarının, zanlıların ve gazetecilerin mallarına keyfi şekilde el koyuyorlar.

 

19.yüzyılın başındaki perişanlık

Türkiye’de yaşanan bu hak ihlallerine, demokrasiden geri dönüşe, evrensel insan hakları ve Kopenhag siyasi kriterlerinin ayaklar altında çiğnenmesine Batı sessiz ya da vermesi gereken güçlü tepkiyi vermiyor.

Sadece Türkiye de değil. Suriye, Mısır, Libya, Irak, Afganistan, Burma, Yemen, Sudan… İslam dünyasının dört bir yanı perişan.

2017’ye girerken, 19. yüzyılın başındaki topyekûn perişaniyeti yeniden yaşıyor gibiyiz.

İşgallerin yerini iç savaşlar, işgalcilerle işbirliği yapan hain idarecilerin yerini ‘kukla’ baskıcı ve dikta yöneticiler almış durumda…

 

Batı’nın çıkarları

Kendi halklarına en ileri demokrasiyi yaşatan Batı, ülkerinde evrensel değerleri ayaklar altına alan dikta yönetimlerine ve zulümleri sessizce seyrediyor…

Tasdik etmeseler bile ciddi bir tepki ortaya koymuyorlar. Caydırıcı yaptırımlara yönelmiyorlar.

Batılı sivil toplum kuruluşları raporlar yazsa da tepki gösterse de, yöneticiler ilişkilerini eskisi gibi sürdürüyorlar.

Sebebi basit, milli çıkarlarını ve siyasi emellerini baskıcı ve dikta anlayışı ile ülkelerini yöneten rejimler eliyle temin edebiliyorlar.

Hatta onların uluslararası camiadaki zayıflıklarını, ülkelerindeki kutuplaşma ve bölünmüşlüğü, istedikleri gibi tavizler koparmak ve siyasi çıkarlar elde etmek için kullanıyorlar.

Mülteci krizi gibi ucu kendilerine dokunmadıkça, kıllarını kıpırdatmıyorlar.

 

Kızma hakkımız var

Peki, Batı’ya kızma hakkımız var mı? Tabii ki, var.

Kendi haklarına temin etmeye çalıştıkları insanca yaşama hakkını, hukukun üstünlüğünü Türkiye gibi ülkelere reva görmüyorlar.

Türkiye gibi ülkelerin altına imza attığı Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’ni, en temel insan haklarını ihlal etmesine etkin tepki göstermiyorlar.

‘Endişe’ beyan etmekle yetiniyorlar.

Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de olduğu gibi iç savaş da yaşansa sanki umurlarında değil… Avrupa’nın göbeğindeki Bosna’ya bile müdahale etmemişlerdi…

Siyasi ilticalara kapı açmakla üzerlerine düşeni yaptıklarını düşünüyorlar.

Yıllarca aynı uluslararası kurumların güvencesi ve Batı’nın teşviki ile demokratikleşme adımları atan bir ülkenin mağdurları olarak bu duyarsızlığa tepki göstermeye hakkımız var.

 

Peki, halkın sessizliği?

Ne var ki, asıl sorun Türkiye’de ve Mısır’da olduğu gibi ülke halklarının sessizliği.

Halkların, hak ihlallerine ve insan haklarından uzaklaşmaya rıza göstermesi. Yalanlara, algı operasyonlarına gerçeklerden fazla değer göstermemeleri, hiç sorgulama ihtiyacı duymamaları…

Toplumun farklı kesimlerinin mağduriyetini ve hak ihlallerini görmezden gelmeleri.

Demokrasiden uzaklaşmaya, ‘tek adam’ yönetimlerinin tesisine onay vermeleri.

Dikta yönetimlerine yönelik halkın bu pervasız desteği, Batılı yönetimlerin de elini kolunu bağlıyor.

 

Zulme destek

Halk zulme destek gösterince, Batı da Türkiye’yi artık AB’ye üyelik sürecindeki bir Avrupa ülkesi gibi değil, dikta yönetimlerinin kıskacındaki bir Ortadoğu ülkesi gibi muamele ediyor.

Suriye gibi, Mısır gibi, Irak gibi, Afganistan gibi…

“Halkın çoğunluğu razıysa, biz niye tepki gösterip, siyasi çıkarlarımızı riske atalım ki…” düşüncesi ile prensiplerinden uzak hareket ediyorlar.

Evet, Batı’ya kızabiliriz ama algı yönetimlerinin kıskacındaki kendi halklarımıza ne diyeceğiz?

Dikta yönetimlerinin tavizlerini, rüzgar gülü misali ilkesiz, omurgasız, tutarsız politikalarını, iki günde bir 180 derece ters yönde yaptığı çelişkili açıklamaları avuçlarının içini patlatırcasına alkışlayanlara ne diyeceğiz?

Komşusunu, en yakın akrabasını iftira ve algı yönetimlerine kurban eden, ‘terörist’ diye ihbar etme yarışına giren, ‘karnımı doyuruyor’, ‘çalışıyor ama çalışıyor’ ya da ‘olsun yol yaptılar’ diyerek, zulme katkı yapanlara ne diyeceğiz?

Haber alma haber verme hakkı elinden alınan, twitter’a bile girmesi, doğru habere ulaşması, farklı görüşleri duyması engellendiği halde, bu yasaklara destek veren halklarımıza ne diyeceğiz?

Anlayacağınız, baltanın sapı ağacın dalından…

Sorun ağacın içinde, gövdeye giren kurt misali ağacı yiyip kurutuyorlar.

Zalim, zulmünü içeriden aldığı bu destekle sürdürüyor.

Batıya sessiz kaldığı için kızabiliriz ama peki zalime meyil eden, zulmü besleyen halklamıza ne diyeceğiz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin