AYM, itibar ve güvenirliğini kendi elleriyle yok etti

HABER-YORUM | TURGUT EFE KARA

Anayasa Mahkemesi (AYM), gazeteciler hakkında verdiği son kararlarıyla, Türkiye’de hukukun gerçekten öldüğünü en yüksek seviyede ilan etmiş oldu. 15 Temmuz öncesinde verdiği bazı hakkaniyetli karalarla insan hakları açısından bir ‘güvence makamı’ haline gelen AYM, büyük hayal kırıklığına yol açtı. Ne diyelim, hızlı yükselişin, çöküşü de hızlı olurmuş. Ancak bu klişenin yüksek bir hukuk kurumunda kendini göstermesi herhalde ülkeler için en acı felaketlerden olsa gerektir.

AYM’nin, gazeteciler hakkında verdiği kararlar, hem 15 Temmuz öncesindeki kararlarıyla hem de kendi içinde son derece çelişkili. “Dosyaların içeriği farklıdır” diyebilirsiniz, ama böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü AYM, dosya içeriğine girmeden sadece usule ilişkin durumları ve hak ihlallerini değerlendiriyor. Dolayısıyla gazeteciler özelinde bakıldığında başvuruların birbirinin aynı veya benzeri olduğunu söylemek mümkün. Neredeyse tamamında dava konusu olan şey haber ve yazılar.

Önce 15 Temmuz öncesi verilen karara bakalım. Cumhuriyet gazetesinin eski Yayın Yönetmeni Can Dündar ve eski Ankara Temsilcisi Erdem Gül, MİT TIR’larının durdurulması haberlerinden yaklaşık 6 ay sonra tutuklandı. AYM, iki gazeteci tutuklandıktan sadece 2,5 ay sonra, bireysel başvurularını görüşerek, ‘hak ihlali’ kararı verdi ve tahliyelerinin yolunu açtı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), geçmişte verdiği Ahmet Şık ve Nedim Şener kararlarına da atıf yapan AYM kararı, Türkiye’deki basın özgürlüğü açısından hayati önemde ve olumlu bulundu. Kararın verilmesinde Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Biden’in, Dündar’ın oğluyla görüşüp; “baban çok cesur bir adam” demesinden hemen sonra gelmesini de kayıtlara geçirmek lazım. Çok geçmeden Erdoğan’ın meşhur “bu kararı tanımıyorum, saygı da duymuyorum” açıklaması geldi. Söz konusu açıklama hukuk devleti özelliğinden hızla uzaklaşılacağının habercisiydi aslında.

AYM’de bekleyen gazeteci dosyaları 

15 Temmuz’dan sonra 200’den fazla gazeteci tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bazısı geçen süreçte tahliye olsa da büyük bölümü halen hapiste. Ve neredeyse tamamının AYM’de bekleyen başvurusu var. Gerekçeleri de aynı; sadece haber ve yazılardan dolayı tutuklanmaktan kaynaklanan hak ihlalleri ve usule ilişkin hukuksuzluklar.

AYM, ilk olarak 11 Ocak 2018’de Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında ihlal kararı verdi. Yani Alpay tutuklandıktan tam 1,5 yıl sonra. Bunda da AİHM’in her iki gazetecinin dosyasını öncelikli ele alma kararı etkili oldu. Zira, AİHM’in en geç şubat veya mart ayında karar vermesi bekleniyordu. Üstelik konunun uzmanı bütün hukukçular, Avrupa Mahkemesi’nden ‘ihlal’ kararı çıkmasına kesin gözüyle bakıyordu.

Dündar ve Gül kararını tutukluluktan 2,5 ay sonra veren AYM, bu kez hukuk ve insan hakları adına değil AİHM nezdindeki kredisini yitirmemek üzere hareket edecekti. Ancak asıl referansını gözardı edip itibar hesabı yapan AYM’yi bir sürpriz bekliyordu. Hukukun selâsını çoktan vermiş  olan yerel mahkeme için bu hiç de zor olmayacaktı.

“AYM başvuru mercii olmaktan çıkar” uyarısı

AKP iktidarı adına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın sert eleştirilerini de arkasına alan İstanbul’daki ağır ceza mahkemeleri AYM kararını tanımadı. 13. Ağır Ceza Alpay’ın, 26. Ağır Ceza da Altan’ın Yüksek Mahkeme’nin kararı gereği tahliye taleplerini reddetti. İlk kez yaşanan böylesi bir rest ile Avrupa nezdinde itibar hesabı yapan AYM, içerideki itibarından da oldu.

Karar uygulanmayınca Alpay ve Altan’ın avukatları yeniden AYM’ye başvurdu. AYM ikinci başvuruyu ancak 3 ay sonra karara bağladı. AİHM’in Alpay ve Altan’la ilgili kararı 20 Mart’ta vereceğini ilanından sonra AYM 15 Mart’ta ek gündemle toplanarak ikinci kez ‘hak ihlali’ kararı verdi. Bu karar sonrası, Avrupalı yetkililerden gelen, “Kararları uygulanmazsa AYM etkili bir başvuru mercii olmaktan çıkar” şeklindeki uyarıların da etkisiyle Şahin Alpay 17 Mart 2018’de ‘ev hapsi’ şartıyla tahliye edildi.

20 Mart’ta, AİHM de, beklendiği gibi her iki gazeteci için ihlal kararları verdi. Fakat bu süreçte dosyası İstinaf Mahkemesi’ne gittiği için Mehmet Altan’ın tahliyesi gecikti. Altan, AYM’nin ilk kararından tam 5,5 ay sonra 26 Haziran 2018’de hapisten çıkabildi.

AYM, neden 1 yıl sessizliğe büründü?

İşte, itibar ve güvenirliğini kendi eliyle yok eden AYM, bu kararlarının ardından tutuklu onca gazetecinin başvurusu önünde beklemesine rağmen sessizliğe büründü. Neden? Mantıklı veya hukuki hiç bir cevabı yok! Alpay ve Altan kararının üzerinden yaklaşık 1,5 yıl geçtikten sonra -belki 31 Mart seçim sonuçlarını da gözeterek- geçen hafta 9 gazetecinin dosyasını gündemine alabildi. Oysa, başvurusu görüşülecek isimler arasında  bulunan ve bütün dünyanın yakından takip ettiği Ahmet Altan ve Ayşe Nazlı Ilıcak cezaevinde üçüncü yılını tamamlamak üzereydi.

Yüksek Mahkeme, normal şartlarda tam bir hayal kırıklığına yol açacak, ama 15 Temmuz sonrası yaşadığı savrulma dikkate alındığında hiç de şaşırtmayan kararlara imza attı. Hem de, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde. Cumhuriyet gazetesinin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, eski Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, gazetenin eski muhabiri Ahmet Şık ve eski İcra Kurulu üyesi Bülent Utku’nun başvurularını reddetti. Sadece gazetenin eski yazarı Kadri Gürsel için hak ihlali kararı verdi.

Böylece, Yargıtay’da bulunan Cumhuriyet davası ile 5 yılın altında ceza aldıklarından temyiz için Yargıtay’a başvuramayan ve cezaevine giren Cumhuriyet yazarları açısından olumlu sonuç doğuracak bir karar çıkmamış oldu. Bu karar, gazetecilerin ‘haber ve yazıları’ ya da ‘basın faaliyetleri’ sebebiyle tutuklanmasında hak ihlali görülmediği anlamını taşıyor.

Ilıcak ve Altan’ı diğerlerinden farklı kılan ne?

AYM, Kadri Gürsel’in yanı sıra daha önce tahliye olan gazeteci yazarlar Murat Aksoy ve Ali Bulaç hakkında da ihlal kararı verdi. Ancak en çok merak edilen isimler, yaklaşık 3 yıldır tutuklu olan Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’tı. Ne ilginçtir ki,  onların başvuruları reddedildi. Yani AYM her ikisinin gazete yazısı ve televizyon konuşmalarından dolayı tutuklanmasında ‘ifade özgürlüğü ihlali’ görmedi.

Başta dile getirildiği gibi bu sonuç AYM’nin 15 Temmuz öncesi kararları ile olduğu kadar kendi içinde de çelişkilerle dolu. AİHM’in Ahmet Şık ve Nedim Şener kararı dahil  AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül kararı aslında 15 Temmuz sonrası verilen tüm kararlar için emsal olacak nitelikte. AYM, hukuku dikkate alsaydı kendi kararları ve AİHM içtihatlarını emsal gösterip Cumhuriyet yazarları ile Altan ve Ilıcak için de ‘ihlal’ kararı vermesi gerekirdi. Çünkü başvuruların mahiyeti ile talepler birbirine çok yakın.

Özellikle geçen yıl ‘ihlal’ kararı verilen Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile bu yıl ‘ihlal yok’ denilen Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan’ın durumu karşılaştırıldığında AYM’nin çelişkisi apaçık ortaya çıkıyor. Altan kardeşlerle Ilıcak’a yöneltilen suçlamaların ana ekseninde 15 Temmuz’dan bir gün önce ortak yaptıkları televizyon programı var. Bu durumda aynı programdaki benzer konuşmalar Mehmet Altan için ‘ifade özgürlüğü’ kabul edilirken Ahmet Altan ve Ilıcak için ‘terör/anayasa suçu’ sayılıyor.

AYM’nin kararında hangi faktörler etkili oldu?

Aynı şekilde tutuksuz olan Kadri Gürsel, Murat Aksoy ve Ali Bulaç’ın gazete yazıları ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında değerlendirilirken, tutuklu bulunan Ahmet Altan ve Ilıcak söz konusu olunca durum değişiyor. O halde AYM’nin kararında başka faktörler etkili oldu demektir. Şimdilik bir delil ortaya konmadığına, dosyalarda da ‘suç’ diye sadece yazı, haber ve konuşmalar gösterildiğine göre başka yorum şansı kalmıyor.

Akla gelen ilk faktörlerden biri, yerel mahkemenin Şahin Alpay ve Mehmet Altan’da olduğu gibi AYM kararına direnme ihtimali. Acaba AYM, verdikleri karara rağmen Ilıcak ve Altan’ı tahliye etmeyerek zaten itibar kaybetmiş kurumun burnunu bir kez daha sürtülmekten mi korumak istedi! Öyle ya, nasılsa bu kez ufukta AİHM’den çıkacak bir karar da görünmüyor.

Bir başka faktör olarak, Ilıcak ve Altan’ın Ergenekon soruşturmaları ile Sarıkız, Ayışığı ve Balyoz gibi darbe planları sürecindeki tutumu akla geliyor. Zaten her iki isme diğer gazetecilerden farklı olarak müebbet hapis cezası verilmiş olması da o dönemki duruşlarına bağlanmıştı. Ayrıca şu an yargıda etkili oluğu iddia edilen güçler arasında ‘Ergenekoncu’ ekibin de sayılması bu ihtimali güçlendiriyor.

Buradan geriye dönüş mümkün mü? 

AYM’nin son kararlarında daha birçok faktörün etkili olduğu iddia edilebilir. Hatta bu iddialar, ‘konjonktürel, siyasî, intikam, ideolojik’ gibi kavramlarla haklı olarak desteklenebilir. Gerekçeli karar açıklanıncaya kadar fazlasıyla gündeme getirilip tartışılacaktır. Gerekçeler kimi ne kadar tatmin eder bilinmez ama ortada bir gerçek var: AYM’nin kararı ne hukuka uygun, ne evrensel insan haklarına ne de vicdana. Dolayısıyla, Yüksek Mahkeme, 15 Temmuz öncesi inşa ettiği görece itibar ve güvenirliğini kendi elleriyle yere sermiş oldu.

Geçen günlerde mahkemenin kuruluş yıldönümü töreninde konuşan Başkan Zühtü Arslan’ın, “Anayasal kimliğimizin temel unsurlarından olan hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı; yargının yasama ve yürütmeden bağımsız olmasını gerektirmektedir. Bu anlamda yargı bağımsızlığı, demokratik hukuk devletinin olmazsa olmaz gereklerindendir. Hâkim ve savcılar, bağımsızlıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilecek baskı ve tesiri kayıtsız şartsız reddederler” sözlerinin basit bir fantezi olduğu kısa sürede ortaya çıktı.

“Bu arkadaşlarımız ne hukuk bıraktı ne ahlâk”

Bundan sonra o itibar ve güvenirlik nasıl sağlanır, AYM sırada bekleyen gazeteci dosyalarını ne zaman görüşür, hangi kararları verir, AİHM’in tutumu ne olur? Geriye bu türden cevaplanması gereken bir çok soru kalıyor. Ancak hukukun ve temel insan haklarının  en yüksek seviyede hiçe sayıldığı bir ülkede ne soruların anlamı kalıyor ne de cevapların. Eski Başkan Haşim Kılıç’ın: “Bu arkadaşlarımız, ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar ne de ahlâk” cümlesinden büyükçe bir payı AYM’ye ayırmak gerekiyor herhalde.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin