Ayaküstü diktatörlüğe giriş dersi [Mehmet Nedim Yılmaz yazdı]

Bir Alman gazeteci, “Deniz Yücel’i ve gazetecileri ne zaman serbest bırakacaksınız?” diye sordu.

Erdoğan’ın çevirmeni belli ki konudan bihaber. Deniz Yücel diye birinin serbest kalıp kalmayacağını sordu. Neyse ki Erdoğan konuyu biliyor. Ama gıcıklık bu ya… Küçümseyici tavırlarla, -belki de süre kazanmak için- Alman gazeteciye sorusunu tekrarlattı. Ve Türk yargısına topu attıktan sonra kimsenin bu hikâyeye artık inanmadığını düşünmüş olacak ki başka bir hikâye anlatmaya başladı:

“Ben şiir okuduğu için cezaevine girmiş bir kişiyim. Düşünce özgürlüğünü gayet iyi bilirim. Ama siz benim belediye başkanıyken, şiir okuduğumdan dolayı herhalde hapse girdiğimi bilmiyorsunuz. Onun için bana bu soruyu soruyorsunuz. Eğer bunu bilseydiniz bana bunu sormazdınız.”

Bu anlamsız, hiçbir bağlamı ve mantığı olmayan, ilk dinleyene dünyanın tüm dillerinde “ne alaka” diye sorduracak laf salatası İngilizce’ye çevrilince o kadar da komik olmuyor. Nitekim Erdoğan’ın şiir okuduğu için hapse girdiğini bilen ve 8 üyesi otel baskınında gözaltına alınan Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) da, G20’ye katılan Wall Street Journal’dan Emre Peker de aynı soruyu sordu dün Erdoğan’a:

Uluslararası Af Örgütü hapse girdiğinizde sizin için kampanya yapmıştı, gözaltındaki üyeleri ne zaman serbest bırakacaksınız?

15 TEMMUZ’A BAĞLAMAK ‘IN’, PARALELE BAĞLAMAK ‘OUT’

Erdoğan, bu sol kroşe soruyu iktidarı boyunca şapkasından çıkardığı en büyük tavşan olan 15 Temmuz darbe tiyatrosuyla savmaya çalıştı. Uluslararası insan hakları savunucularının Büyükada’da otel baskınıyla hapse tıkılmasına şöyle açıklık getirdi: “Adeta 15 Temmuz’un devamı mahiyetinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. İstihbaratın aldığı bir duyum üzerine polis teşkilatı buraya baskın yapmıştır.”

Yani dünyanın önde gelen insan hakları aktivistleri Büyükada’da bir otelde gerçek isimleriyle otel odası ayırıp 15 Temmuz’u ne yapsak da devam ettirsek diye toplantı yapıyorlarmış! Bu tıpkı, Sezen Aksu’nun klibinde darbe mesajı verdiği saçmalığı gibi ciddiye alınmayacak bir iddia. Erdoğan için darbe işte böyle kolay bir “çocuk oyuncağı.”

Bu 15 Temmuz esprisine karşılık Emre Peker uzun gözaltı sürelerini sormaya kalkınca Erdoğan sorunun içinden “aktivist” kelimesini seçerek saldırmaya başladı: Kim o aktivistler kim, kim? Bylockçular mı, Eagle’cılar mı?”

Bylock ismindeki tıpkı WhatsApp gibi şifreli olan bir mesajlaşma programının hiçbir şekilde hukuki delil sayılamayacağını MİT, mahkemelere gönderdiği yazıyla belirtme ihtiyacı hissetmesine rağmen ülkenin Cumhurbaşkanı, uluslararası bir toplantıda androidden indirilen bir programı bahane edip 50 bin kişiyi tutuklamasını, 150 bin kişiyi tasfiye etmesini savunabildi.

Karşısında soru soran muhabir de konuya hazırlıksız olduğu ve Türkiye’de yaşanan çok geniş mağduriyetleri yeterince çalışmadığı için olacak Erdoğan’ın tezleri karşısında “Hakkında somut delil olanlar için bir şey söylemiyorum” deyiverdi.

Diktatörlerin ülkelerinde “somut delil” denilen şeyin kralın iki dudağı arasından çıkacak iki kelime, ya da istihbarat örgütünün uydur uydur ebegümeci saçmalıklarından ibaret olduğunu bilmemesi büyük eksiklik.

Nitekim bu “somut delil” hatası hem ona hem de kurumuna pahalıya mal oldu.

Gazetecilik kariyerinde, diktatör Erdoğan’dan, dünyanın gözü önünde ayrıntılı gazeteciliğe giriş dersi dinlemek zorunda kalan ender uluslararası gazetecilerden biri oldu:

“Bakın haberi doğru kaynaktan alın ve onun üzerine gerekli olan çalışmayı yapın. Haberi doğru kaynaktan almaz da Wall Street Journal ağzıyla konuşursanız sizi yanlışa düşürürler.”

Bu soruya cevabı bittiğinde Erdoğan’ın yüzündeki alaycı gülümseme bu bölümün özeti gibiydi.

TAHLİYEYE YARGI, TERÖRİSTE BEN KARAR VERİRİM

Erdoğan dünyaya diktatörlük ve aptal yerine koyma dersi vermeye devam etti G20 soru-cevap bölümünde:

“Sizin basın mensubu diye tanıdıklarınızın büyük çoğunluğu teröre yardım yataklık yapan kişilerdir.”

Çin’i bile geride bırakarak dünyanın en çok gazeteciyi hapiste tutan ülkesinin cumhurbaşkanı olarak daha açık konuşamazdı doğrusu.

Ve uluslararası hukuk tanımaz tavrını sürdürdü.

Kuzey Iraklı Kürt gazeteci Selahattin Demirtaş’ın ne zaman serbest bırakılacağını sorunca kendisiyle çelişerek şöyle dedi: Teröristleri cezaevlerinden bırakma yetkisi bizim değildir. Türkiye bir hukuk devletidir. Bu söylediğiniz kişi bir teröristtir.

Türkiye bir hukuk devleti olsaydı henüz iddianamesi bile hazırlanmamış muhalefet liderine terörist diyemez ve bunu dedikten sonra dünyanın gözünün içine baka baka yalan söyleyerek “top yargıda” üçkâğıtçılığına sığınamazdı.

Yazının girişi “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda bir kabile reisi oturuyor” diyor ama en azından bir geleneği olan kabilelere de veya onların asgari ahlak kurallarına uyma zorunluluğu hisseden reislerine de saygısızlık yapmamak gerekir diye düşünmüyor değilim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin