Avrupa’da ‘taşra siyaseti’

HABER-ANALİZ | HASAN CÜCÜK | @HasanCucuk

Avrupa maceramızda 60 yılı geride bıraktık. İşçi olarak geldiğimiz Avrupa’da kalıcı olmaya başladıktan sonra işçilikten başka mesleklere terfi ettik. Hayatın her alanında var olmaya çalışırken, elbette siyaset sahası boş bırakılmayacaktı. Ya içinde siyasetçi kumaşı olanlar ya da Türklerin oyunu almak isteyen partilerin talebiyle Türk kökenliler aday olmaya başladı. Belediye meclis üyeliği ile başlayan süreç, milletvekili, bakan, parti başkanı düzeyinde temsile ulaştı. Aradan geçen süreçte bize has değişmeyen özelliklerimiz de vardı.

12 EYLÜL SEBEBİYLE AVRUPA’YA SIĞINANLAR

İlk gelen kuşağın siyaset pek umurunda değildi. Geliş sebebi ekonomikti. Hem Türkiye’nin sağ-sol çatışmasının yaşandığı çalkantılı döneminden kaçtıkları hem de daha çok kırsal kesimden oldukları için siyasete gönül dünyalarını kapalı tuttular. Sol kesimden 1980 darbesi öncesi ve sonrası haklarında tutuklama kararı olanlar, baskıdan ve hapisten kurtulma adına Avrupa’ya gelince Türk kesiminin siyasete ilgisi başladı. Türkiye’den siyasi pratiği olan bu isimler kendilerine ideolojik yakınlığı olan partilerle dirsek temasında bulunacaklardı. Siyasete atılmalarının bir nedeni de, Türkiye’de bıraktıklarının yaşadığı zulüm ve işkenceleri Avrupa kamuoyuna duyurmaktı. Bu isimler sol görüşlülerden ve Kürtlerden oluşuyordu. Aynı dönemde benzer şartlardan dolayı Avrupa’ya gelen milliyetçi (ülkücü) kesimden olanlar ise daha çok Türkler arasında yatay örgütlenmeyi tercih edecekti. Sol ve Kürt kesiminden olanlar da kendi çevreleri içinde örgütlenmeye gidiyordu ancak onlar milliyetçi-muhafazakâr kesim kadar geniş taban bulmakta zorluk çekiyordu.

Sol görüşü benimseyenler, kendi ideolojilerine yakın partileri kolay bulurken, sağ-muhafazakâr kesim için bu hiç de kolay değildi. Avrupa’nın sağ kulvar partileriyle kan uyuşmazlıkları vardı. Bu partiler göçmenlere mesafeli duruyordu. Göçmen istemeyen bir partide göçmen siyasetçi olmak, göçmenlerin sorunlarını dile getirmek kolay olmayacaktı. Yine o yıllarda Türklerin oy potansiyelinin kayda değer olmamasından dolayı, geldikleri ülkelerin partileri tarafından dikkate alınmıyorlardı. Bu ilk dönemde siyasi kabiliyeti olup, partiye katkı yapacak isimler dışında pek ilgi gören çıkmadı.

Sol kesimden siyaset yapanlar, Türk toplumu ile yakın temasa geçmiyordu. Sadece ideolojik sebeplerle değil, Türkiye’deki duruma eleştirel yaklaştıkları için ‘memleket hasreti’ duyan göçmenler arasında pek uygun ortam bulamışlardı. Devleti ‘baba’ olarak görenler, Türkiye’deki yanlışların ‘gavurun eline koz verecek şekilde’ tartışılmasından rahatsız oluyordu. Bu tarz siyasetçilere o sebeple ‘Almanlaşma’ ya da ‘asimile olma’ tabirleri uygun görüldü.

SAĞ MUHAFAZAKÂR TÜRK POLİTİKACI PROFİLİ

1990’lı yıllardan itibaren sağ-muhafazakâr kesimden göçmenlerin de siyasete ilgisi ortaya çıktı. O kesimin ‘temsil’ ihtiyacından değil, şartların uygunlaşmasından olmuştu bu. Türklerin oy potansiyelinin artmasının da bunda etkisi vardı elbette. Meydanı sol kesime kaptırmanın verdiği rahatsızlıkla sağ kesimden insanlar siyasete girmeye başladı. Daha çok yerelde siyaset yapıyorlardı. İlk hedef, belediye meclis üyeliğiydi. Türklerin oyuna ihtiyaçları olsa da öyle her parti ‘buyurun gelin aday olun’ demiyordu. Avrupa siyasetinin kendine göre kuralları vardı. Merkez değil, yerel teşkilatlar kimin aday olacağına karar veriyordu. ‘Ankara’da dayınız’ olması Avrupa için geçerli değildi. Yerelde adaylığı kotarmak için ise iki yol vardı: ya genç yaşta partiye üye olup, gençlik kollarından yükselecektiniz ya da ‘şark kurnazlığını’ devreye sokacaktınız!

Genç yaşta siyaset değil futbol gündemimiz olduğundan ikinci yol deneniyordu. Bu hem kestirme hem de garanti sonuçtu. Kimin aday olacağına yereldeki parti üyeleri karar verdiği için, ne kadar eş-dost, akraba varsa partiye üye yapılıyordu. Yıllık oldukça cüzi olan aidatlarını yatıran bu dostlar, akrabalar sayesinde adaylık seçiminde rahatlıkla listede yer alınması sağlanıyordu. Birkaç yüz tercihli oyu alanın seçildiği yerel seçimlerde ise benzer taktik uygulanıyor, tüm tanıdıklar mobilize edilerek seçim günü oy kullanmaları sağlanıyordu. Ardından geliyordu belediye meclis üyeliği.

Yerelde siyaset zor değildi. Birkaç klişe başlık gündem yapılıyordu: Çevre, yaşlıların sorunu, yabancı gençlerin kriminal olaylara karışması, eğitim vs. Bunların dışında asıl gündem, ‘oy deposu’ olarak görülen Türklere yönelik vaatlerdi. Sağ siyasetçinin işi kolaydı. ‘Yeni cami projesi’ her dönem oy toplayan bir argümandı. Bunun için belediye meclisine girmesi yeterliydi. Hele bir de bu vaadini yerine getirdiğinde artık yıllarca belediye meclisinde yeri garantiydi.

Türkiye’den gelen bazı alışkanlıklarımız değişmemişti. Örneğin seçimden seçime vatandaşla sıcak temas kuranların sayısı oldukça fazlaydı. Arkasında yeterli oy desteği olduğu için şehrin genel sorunları pek umurlarında olmuyordu. Belediye meclisi toplantılarında en az konuşanlar doğal olarak bizimkiler oluyordu. Çoğu zaman tek kelime etmeden toplantıdan çıkıyorlardı.

Bu durum partilerin de işine geliyordu. Etliye, sütlüye karışmayan oylama zamanı el kaldıran belediye meclis üyesinin zararı değil kârı vardı. Bunlar sayesinde hiç oy alamayacakları Türklerin oyunu alıyorlardı üstelik parti içi bir iddiaları olmadığı için ‘güdülmeleri’ de kolaydı. İki taraf da memnundu. Arada bir Türklerle ilgili taleplerini görüşüp bir karara bağlamaları yeterliydi.

YERELDEKİ SİYASETÇİLER DİKKAT ÇEKMİYOR AMA ÖNEMLİ

Ulusal çapta siyaset yapmak kolay değildi. Bunun için ciddi bir birikim gerekiyordu. Sadece Türk seçmenin oyu da seçilmek için yeterli olmuyordu. Bunu başaran siyasetçiler çıktığı gibi ‘milletvekili adayıyım’ demek için aday olanlar da az değildi. Aday adayı olan bu isimler yerel teşkilatlara üye yaptıkları eş dost sayesinde adaylığa terfi edip, listede kendilerine yer bulabildi. Seçimde yine Türk seçmene hoş gelen vaatlerde bulunuluyor, seçilmeseler de en azından aday olmanın ‘havası’ yetiyordu.

Bu tarz siyasetçilerin oranı maalesef oldukça fazla. Genelde bakan, milletvekili ve parti başkanı olan Türk kökenliler gündem olduğu için bu tür isimlere kimse dikkat etmiyor. Seçimden seçime meydana çıkmanın ve seçilme rahatlığının keyfini süren bu isimler için siyaset bir hizmet aracı değil, kendilerini tatmin için yapılan bir hobiden öteye geçmiyor. Hobi diyorum zira yerelde siyaset yapmanın maddi getirisi fazla yok. Siyasette Türkiye endeksli olanlar olduğu gibi bazı partiler tarafından göçmen kesime karşı ‘Truva atı’ olarak kullanılan isimler de var. Bunlar ayrı bir yazı konusu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin