Asker, silah, kelepçe… Cezaevinden cenazeye giden yol!

YORUM | NURULLAH KAYA

Koğuşun yıpranmış demir kapısının ardında gardiyanın soğuk sesi yankılandı: “Nurullah Kaya.” Koridordan gelen çağrı diğerlerinden farklıydı sanki. Yavaşça yaklaştım: “Buyrun benim.” Kilitler ve sürgüler açıldı. Öyle kolayca, “Anneannen ölmüş, başın sağ olsun, talep edersen hazırlan cenazeye götüreceğiz” deyiverdiler. Donup kalmıştım. Anneannemin ilk ve en sevdiği torunuydum. Acılarla kavrulmuş yüreğine en son tutuklanmam eklenmişti. Çok üzülmüştü. Hasta bedeni artık onu ve çektiği sıkıntıları taşıyamamış, fani dünyada kendine ayrılan vakti doldurmuştu. Yaşlı siması gözümün önünde belirmiş, o esnada çocukluğuma gitmiştim.

Gardiyanın seslenişiyle yeniden irkildim. Cenazeye katılmak için önce bir dilekçe yazmamı istiyordu. Birkaç satır karalayıp uzattım. “Bekle dilekçeni işleme koyup çağıracağız” karşılığını aldım. Aradan yaklaşık bir saat geçmesine rağmen dönüş olmadı. Ve o andan itibaren Türkiye’de tutsak edilen insanların sevdiklerini kaybedince başlarından neler geçtiğini adım adım yaşayıp, acı acı yudumlamaya başladım.

Derin düşüncelerle oradan oraya savrulurken tekrar durumu sordum. Dilekçemi savcıya verdiklerini ve hazırda beklemem gerektiğini söylediler. İki saat geçmişti ama hala savcıdan onay gelmiyordu. Demir kapının önünde dikilmenin de anlamı yoktu. Abdest alıp Kuran-ı Kerim’den önce Yasin-i Şerif, akabinde diğer sureleri anneannemin ruhuna okudum. Tabii çocukluğum da gözümün önünden film şeridi gibi akıyordu. Evimizin iki sokak arkasındaydı dedemlerin evi. Okul dışındaki günlerde neşe içinde soluğu aldığım o eski evde geçmişti küçüklüğüm. Uzun boylu yiğit bir Anadolu kadınıydı rahmetli. Hadiseler karşısında dimdik duran, çok acılar çekse de mütebessim çehresini koruyan, tatlı mı tatlı bir anneanneydi. Ortaokul yıllarında koluna girer sık sık birlikte hastaneye giderdik. Hastane koridorlarında sıra beklerken dertleşirdik. Aslında hep o anlatır ben dinlerdim. Ancak sıkıntılarından pek şikayet etmezdi. Okuma yazması yoktu ama yaşadığı toprakların havasını çok iyi teneffüs etmiş biriydi.

Türkiye’nin önemli dönüm noktalarından biri olan 17 Aralık sonrasıydı. Ülkede yaşananları onun dilinden dinlediğimde çok şaşırmıştım. Kesintisiz cümlelerle fikirlerini beyan edip, Türkiye’nin iyiye gitmediğini anlatmıştı. Irak örneğini verip Saddam’ın başına gelenleri hatırlatmıştı. Dedem ise rahmetli Bülent Ecevit’i çok severdi. Onun siyasetle ilgili söylediklerinde de yanıldığına hiç şahit olmamıştım. Siyasal İslamcıları her zaman sert eleştirmiş, dediklerinin gerçek olduğunu da zaman ortaya çıkarmıştı.

Anneannemin vefat haberini aldığım günün akşamına kadar kulağım koğuşun demir kapısındaydı. Güneşin batmasıyla son bir kez daha şansımı deneyerek zile bastım. Gardiyan yine savcıdan haber beklediklerini belirtti. “Muhtemelen sabaha gidersin” dedi. Zor bir geceydi. Hayatımda ilk kez bu kadar yakın bir aile ferdini kaybetmiştim ve ailemin yanında değildim. Anneannem  gibi nicelerinin annesi, babası, eşi veya çocukları göçüp gitmişti bu süreçte. Kimisi benim gibi zindanlarda, kimisi hicret diyarlarında, kimisi de gaybubette aldı üzücü haberleri… Onların yüreklerine düşen bu korun alevini az da olsa hissedebilmiştim. Bir mevtanın yegane ihtiyacı Kuran-ı Kerim’i okumaktan başka elden ne gelirdi ki. Sağ olsunlar koğuştaki arkadaşlarım da hatim ve Yasin’i Şeriflerle acıma ortak olmuşlardı.

Sabah sayımına gelen gardiyanlar, yine hazır olmamı söyledi. Duruşmalar için çıkış yaptığımız kapının önünde rutin kontroller vardı. Fakat bu defa jandarmanın sayısının fazla olması dikkatimi çekmişti. Herhalde nöbet değişimidir diye düşündüm. Gerekli imzalar ve detaylı bir üst aramasından sonra bileklerimden kelepçelendim. Sonra iki jandarma koluma girdi. İki jandarma arkamda, iki jandarma da önümdeydi. İç avluda bekleyen otobüsün içine yavaş adımlarla ilerledik. Dışarıda duran jandarmaların tamamı benimle birlikte otobüse bindi. Sayamayacağım kadar çoktular. Ellerinde uzun namlulu silahlar, başlarında da rütbeli bir komutan… Ben bu sefer de beni götürürken onları aynı otobüsle gidecekleri yerde bırakacaklardır diye aklımdan geçirdim. Yanıldığımı dedemlerin evinin önünde otobüsten indiğimde anladım. Ben gelmeden önce mahalle ve sokak kontrol altına alınmıştı. Sokağın giriş ve çıkışlarını kapatmışlardı. Yolda, kaldırımda ve evin önünde otomatik tüfekli askerler vardı. Ellerim kelepçeli otobüsten indirildim. Sağım solum her yer askerdi. Etten bir duvar örmüşlerdi. Güçlükle ilerliyordum. Çok tehlikeli bir cani, gangster, mafya lideri muamelesi görüyordum. Lakin isnat edilen ve suç olmayan soyut iddialarla yargılaması devam eden bir gazeteciydim. Sadece siyasi bir tutukluydum. Hükümlü dahi değildim. Olsam da ne değişirdi ki. Bu süreçte mevcut iddialarla hüküm giyenlerin de suçunun olmadığı gün gibi ortadayken…

Bir kişiye dahi zararım dokunmamıştı. Kimsenin malına, mülküne, namusuna kem gözle bakmamıştım. Bırakın insanları, hayatımda hayvanlara dahi kasten zarar vermemiştim. Ailemin yaşadığı mahalleye böyle götürülmem ve insanların nazarında oluşturulmak istenen algı bambaşkaydı. Birçok şeyleri gibi bu da tiyatro, algı çalışmasıydı. Bunlara inanan Küfelileşmiş yığınlar ise hazırdı. Jandarmaların arasında yürürken başım dikti ama acı bir tebessüm oluşmuştu çehremde. Apartmanın kapısında ve koridorlarında silahlı askerler beni bekliyordu. Merdivenlerden çıktık. Evin içine kadar asker dolmuştu. Fedakar eşim, anacığım, babam, kardeşim, teyzelerim ve dayım…

Anneannemden ayrılık vesilesiyle tüm yakınlarımla buluşmuştum. Hepsi boynuma sarılıp uzun süre ağladı. Gözlerim yaşarsa da gırtlağıma hıçkırıklar düğümlense de ağlamamıştım. Hislerime gem vurmuştum. Yakınlarımın hemen hepsi beni evlatları gibi severdi. Sürekli örnek gösterirlerdi. İçlerinden bazıları bu süreçte beni haksız görmüşlerdi ancak hapishaneye atıldığımda gerçeği idrak edebilmişlerdi. Lakin artık çok geçti. Sözün bittiği yerdeydik.

Anneannem hakkın rahmetine kavuşmuştu. Sürekli onu ziyaret eden ve eli boş gelmeyen biricik torununun bileklerinde kelepçeler vardı. Sesli şekilde Kuran’ı Kerim’den sureler okudum, dua ettim. Ailem ve jandarmalar sessizce Allah’ın kelamını dinlemişlerdi. Kuran’ı Kerim en nezih kelam, ölüm en iyi nasihatti. Ev ahalisine taziye için hazırlananlardan jandarmaya da ikram edilmesini ve onların rahat ettirilmesini istedim. Ve bana ayrılan süre dolmuştu. Mahalleden bir otobüs dolusu jandarmayla ayrılma vakti gelmişti. Bu kadar şov yaptırtacaklarını bilsem belki de gitmezdim. Fakat her şeyde bir hayır var. Beyanın gücünün kifayetsiz kaldığı bazı yakınlarımdan anlayana halimiz ayan olmuştu. Hiçbirini tanımadığım jandarmalar ise hayli mahcup bir edaya bürünmüş ve yola çıkarken oluşan gergin hallerden eser kalmamıştı. Yolda, içi asker dolu bir otobüse devletin yaptığı masrafı düşünüyordum.

Hala devletin ve milletin malının heba edilişiyle ilgili kaygılar taşıyordum. Ne var ki bu ülkenin çöpüne zarar gelsin istemeyen yüz binlerce hassas ruhun yuvasını yıktılar, işkencelere maruz bıraktılar, zindanlara doldurdular…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin