Alışır mısınız?

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! En sevdikleri metafordu sıcak suya atılan kurbağa ile soğuk suya atılan kurbağanın öyküsü. Hani kaynar suya kurbağayı atıyorlar, kurbağa can havliyle sıçrayıp kendini dışarı atmayı başarıyor ve hayatını kurtarıyor. Ama sonra, kurbağayı soğuk suya atıyorlar ve suyu ağır-ağır ısıtıyorlar. Kurbağa suyun ısındığının farkına varamıyor ve su öldürücü ısıya ulaştığında artık kurtulmak için çok geç kalmış oluyor. Bu metaforu sistemi içerden nasıl değiştireceklerine ilişkin yaparlardı. Adım-adım, aşama-aşama, etap-etap yerleşik sistemi nasıl ele geçireceklerinin hayalini kuruyorlardı.

İyi niyetli liberaller, vesayet sisteminin demokratikleşmesi zannediyorlardı hedefi – kısmen de haklıydılar. Gerçekten de olan başta buydu ve bunun masum, hak edilen ve diğer demokratikleşen Avrupa ülkelerinin de başından geçen bir şey olması, bahsedilen olumlu algılarını güçlendiriyordu. Kurbağayı birkaç kez zıplatarak kaçıran Türkiye demokratları, İslamcıların muhafazakâr demokrat olup değiştiğine inanıyorlardı. İnanmak istiyorlardı. Kürtlerle İslamcılar Cumhuriyetin üvey çocukları olmaktan bir kurtulsalardı! Bir ortak vatandaşlığın değerini anlasak, çocuklarımızın geleceğine sahip çıkma bağlamında uzlaşabilsek diyorduk hepimiz. Ramak kalmıştı aslında. Tek ihtiyaç güven ve iyi niyetti. Hepsi bu.

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü Türkiye’de insanlar yalan söylemeyi normal karşılıyordu. Bunun İslami manada kutsanmış şekli, takıyyeydi. Ve muhatabımız olan iktidarın temsilcileri bu konuda çok ustaydılar. Kandırmak, aldatmak, olduğundan farklı görünmek, nabza göre şerbet vermek, ilkelerin salt kâğıt üzerinde kalması, verilen sözlerin tutulmaması, manipüle etmek – tüm bunlar olağandı.

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Gerçek tek değildir diyorlardı. Hakikat ama kimin hakikati değil mi sonuçta? Oysa bizler gerçeğin tek, doğrunun yanlışın aksi olduğunu öğrenmiştik anne-babalarımızdan. Onlar ne öğrenmişlerdi sahi? Pervasızca kullandılar her şeyi, samimiyetimizin ve masumiyetimizin mahremiyetinin ve dokunulmamışlığının hoyratça ırzına geçerek! 1980 darbesinden beri asker yasama-yürütme-yargı dengesi içinde son sözü söyleyen denge-fren mekanizmasıydı. Liberaller bunun olması gereken liberal demokrasi standartlarından sapma olduğunu görüyordu. Bu nedenle AB reformları sürecinde sivilleşme ve normalleşme adı altında askerin kışlaya çekilmesi ve siyaset dışı kalmasını savunuyorduk. Bu gerçekleşiyor, sivil siyaset askeri ve sivil bürokrasiyi Türkiye tarihinde ilk kez kontrol altına almayı başarıyordu.

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Bu arada darbelerle ve darbe girişimleriyle hesaplaşılıyor, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı vs. askeri müdahale planlarıyla ve girişimleriyle alakalı bir yargı süreci başlıyordu. Fakat büyük yanlışlar yapıldı bu esnada. Yargı süreçlerinde hukuk devleti hassasiyetinde gerekli özen gösterilmedi. Kurunun yanında yaşların yanmasından rahatsız olunmadı. Yaşlı ve hasta İlhan Selçuk’lar, Türkan Saylan’lar ve birçok başka sanık bu süreçte anlamsız ve muğlâk “kanıtlar” çerçevesinde zulme uğratıldı. Gemisiyle seferde olan subaylar yapay şekilde savcılık iddianamelerine girdi, hayatlar karartıldı, büyük haksızlıklar yapıldı. Ve tüm bu adaletsizlikler, derin devletle mücadele demek olan bu davaları sulandırdı, inandırıcılıklarının altını oydu. Oysa adalete, hakka-hukuka en çok dikkat edilmesi gereken zamandı!

Çünkü 1800’lerden beri gerçekleşen modernleşme serüveninde liberal demokrasiye en çok yaklaşılan dönemde, bir defalık bir askeri vesayetle hesaplaşma fırsatı, hukuki hoyratlıklarla ve Türk devlet geleneğinin yargısal sürece önem vermeme geleneğine paralel şekilde harcanmamalıydı. Çok can yakıldı. Fakat burada boynunun borcudur vicdanımın: Bu davalardaki tüm haksızlıklara karşın bu mağdur insanların aileleri, eşleri, çocukları, anne-babalarına kimse dokunmadı. NAZİ tipi bir hukuksuzluk rejimi işletilmedi. Suçun şahsiliği ilkesine uyuldu. Parantezi kapatıyorum.

Kürtler, 1980’lerden beri etnik ve kültürel haklarını talep ediyorlardı. İlk kez bu dönemde Kürt kimliği amasız-fakatsız şekilde resmi olarak kabul edildi. Kürtçe diye bir dil olduğu kabul edildi. Gülmeyin bıyık altı. Mahkeme tutanaklarında Kürtçe konuşan insanlara “anlaşılmayan bir dilde konuştu” şeklinde bahsedilen Kürtçe, Türk derin devletinin en büyük tabusu olmuştur. Anne-babalar evlatlarına istedikleri adı koyamazken, köylerin ve kasabaların binlerce yıllık isimleri değiştirilirken bu devlet utanmadan Todor Jivkov döneminde asimilasyona tabii tutulan Bulgaristan Türklerini mesele yapabilmiş, Naum Shalamonov diye adı değiştirilen Naim Süleymanoğlu için mücadele edebilmiştir.

Oysa Kürtler Cumhuriyet tarihi boyunca en ağır asimilasyonlara, insan hakları ihlallerine ve ağır katil ve zulümlere tabi tutulmuştur. Bugün dahi yaşanan eziyetin ve ağır hukuksuzluk rejiminin birincil kurbanı, ana mağduru Kürtlerdir – lütfen kimse bu gerçeği yadsımasın. Ve yine, bu günler gelene kadar kimse (Kürtler dışında!) Kürtlerin bu korkunç mağduriyetlerine sesini yükseltmemiştir. Herkes Türk kimliğini kabul eden Kürtleri örnek göstererek “bak işte var mı bizlerden farkı” demiş, devletin reflekslerini haklı çıkarma gayretinde olmuştur. Oysa bu yanlıştı. Bugün bunu daha iyi anlıyoruz – çünkü derin devlet bizim de üzerimize geliyor. Liberaller, Cemaat, gerçek solcular, demokratlar, kısacası İslamo-faşizme karşı çıkan ve eleştiren herkes bugün Kürtlere derin devletin 1980’lerden beri neler yaptığını anlıyor. Cizre’ye, Sur’a bakan, oralarda ağır silahlarla yerle bir edilen mahalleri, evleri, katledilen insanları gören, nasıl bunu kabul edebilir? Roboski katliamını örtbas eden iktidara nasıl gözlerini kapatabilir?

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Cumhurbaşkanı oldu. Ve anında anayasayı sistematik bir biçimde ihlal etmeye başladı. Mesela ilk başlarda Saray’da kabineyi toplamasını eleştiriyorlardı. Ne oldu? Anayasa mahkemesini, yüksek yargıyı, mahkeme kararlarını aleni olarak eleştirmeye başladı. Gazetecilere açıktan tehditler sıradanlaştı. Can Dündar’a “Öyle bırakmam onu!” dediğinde bunu kuru gürültü sananlar yanıldıklarını çabuk anladılar. Etrafını saran İslamcı fanatikler onu yeni bir devlet kurucusu gibi ilahlaştırıyorlardı. Cesaretlendiler. Kurbağa artık geri dönülmesi imkânsız ısısında suyun, ölmeyi beklemek dışında bir şey yapamazdı. Yine de daha yaklaşan ılıklık-sıcaklık arası noktanın rehavetini belki de hoş buluyordu, kim bilir?

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Ve 17/25 Aralık. Perde! Darbe teşebbüsü, “paralel devlet”, “Orduya kumpas”… Büyük koalisyon. Voltran’ı oluşturan, simbiyoza giren Erdoğancılar ve derin devlet. Ergenekon’da yapılan hukuksal savrukluk ne kadar haksızdıysa, bir menfaat anlaşması nedeniyle suçlu-suçsuz ayrımı olmaksızın tüm tutukluların bir çırpıda serbest bırakılması da o denli yanlıştı. Ama dedim ya, doğruluk ve hakikat artık izafileştirilmişti. Yani iktidar muktedirdi, söylemi belirliyor, yeni bir öykü anlatıyor ve herkes bu hikâyeye inanıyordu. Fareli köyün kavalcısı gibi, bir sihrin, bir büyünün ardına kapılan güruh, kitlesel mahvoluşa doğru bir hipnotik amok koşusuna başlamıştı. Dizginleri tutanlar bu sihrin karizmatik liderinden azami faydalanmak niyetindeydiler.

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Ve her şeyde yeni bir milat oldu. AB reformları bitti. Kürt açılımı bitti. Özgürlükçü reform süreci bitti. AKP içi dinamik sona erdi. Ağır topların ipi sırasıyla çekildi. Liberallik en ağır küfür oldu. Anayasanın on yıllık demokratikleşmesi bir tehlikeyken, 15 Temmuz Allahın lütfu geldi – ve evet, artık anayasaya uymamak gibi bir şey de ortadan kalktı. Çünkü anayasa rafa kaldırıldı. Takibat politikası! 160,000 kamu görevlisi, 60,000 mahpus. 10,000 kadın, 700 bebek tutuklu. Onlarca üniversite, yüzlerce lise, malına mülküne hukuksuzca el konulan insanlar. Onlarca görevden alınan belediye başkanı, kayyumlar, kayyumlar, kayyumlar! Ülkeyi terk etmek zorunda kalan binlerce muhalif. Son 250 yıllık Türkiye tarihinin Ermeni soykırımı sonrasındaki en büyük kitlesel yok ediliş hikayesi!

***

Alışırsınız. Her şeye alışırsınız! Aidiyetini yitiren bu millet, kendisinin ana sütü gibi helal olan yurdunun tüm tarihsel arka planından, uygarlık iddiasından, adalet-ahlak bağından kopuk bir şekilde savruluyor. Habis bir milliyetçilik, ahlaktan arındırılmış bir din, ilkesizliğin ve çifte standardın sosyolojik kanserinin yiyip bitirdiği fakir ve cahil bir toplum. Şiddet, şiddet, şiddet. Milyonlarca hafif silahı son birkaç yılda edinen, kutuplaşmış, etnik, dinsel, siyasal gruplara derinden bölünmüş ve toplum olma vasfını yitirmiş bir halk. Kaynar suda hareketsiz öylece yatan bir kurbağa!

Sizi bilmem, ama ben alışamadım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Ağzına sağlık, büyük hakikatleri dile getirmişsiniz. Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum… Sadece 3 noktada itirazım var. 1) “Türkiye’de insanlar yalan söylemeyi normal karşılıyordu. Bunun İslami manada kutsanmış şekli, takıyyeydi” demişsiniz. Takıyye, İslamın kutsalları arasında olan birşey değildir. 2) “1980 darbesinden beri asker yasama-yürütme-yargı dengesi içinde son sözü söyleyen denge-fren mekanizmasıydı” demişsiniz. Bu tarih çok daha eskilere götürülebilir. Epey eskilere… 3) “Son 250 yıllık Türkiye tarihinin Ermeni soykırımı sonrasındaki en büyük kitlesel yok ediliş hikayesi!” demişsiniz. Gerçekten sonu ünlemle bitmesi gereken bir cümle. Şimdi bize zulmediliyor diye “Ermeni soykırımı yapıldı” düşüncesini mi kabul edeceğiz? Bunların dışında bir de hapisteki kadınların sayısı 10 bin değil 17 bin diye biliyorum. Bu ifade ya da düşünce farklılıkları makalenizin önemini azaltmıyor. Makaleniz gerçekten çok anlamlı; teşekkürler…

  2. Kurunun yanında yaş yandı söylemi, aslında tüm yargılananlar üzerine tekrar bir şüphe atıyor, adeta herkese suçlu diyor, yaşın yanında kuru da yandı dersek bir nebze adaletli olur. Onu da tercih etmezdim, göz göre göre suçsuz insanları içeri atan bir zihniyet her şeyi yapabilir, kurunun yanında yaşı yakan bir zihniyet sorunlu bir zihniyettir onun yaptığı yargılama yok hükmündedir ve 2012 ergenekon ve balyoz sanıkları bu yüzden berat etmesi gayet normal, ayrıca çetin dogan ilker başbugların davaları devam ediyor. AYRICA e-muhtara veren yaşar büyükanıta hiç bir şey olmamışken güya balyoz diye bir darbe planı yapıldı denilerek millet yargılandı

    Ergenekon balyoz vb 2012 kadar devam eden davalar öyle Binali yıldırımın da ifade ettiği gibi kurunun yanında yaşta yandı olur böyle denecek bir durum değil

    Bugün Perinçekin faşist anti demokratik ve hukuksuz tavrı bu adamlar suçludur kesin gibi bir yargıya ulaştırmasın, perinçek vatan partisini temsil ediyor sadece, ergenekon ve balyozdan yargılananları değil.

    o davalarda bugünki davalar gibi siyasi dava olarak gözüküyor, ordu göreve pankartlarını açan bile kripto bir cemaat üyesi çıktı (türk solu dergisi başkanı), çoğu delili polis yerleştirmiş gibi gözüküyor, tutuklananların çoğunun alevi-avrasyacı olması ayrı bir vahamet, nato ordusunda derin yapı avrasyacı olacak!

    17-25 gibi akpnin susmayı tercih ettiği, normal vatandaşların bile ne döndüğünü çok rahat anladığı bir dava yok ortada, eğer öyleyse çıksın birileri yazsın kim kuru tahtaymış ergenekon ve balyozda, çünkü o davanın mağdurları alınları ak bir şekilde her platformda kendilerini detaylı savunuyor, kaçan 4 akpli bakan gibi değil

    Bu yazı şundan yazdım , binali bey bir laf diyorsa sorgulamak lazım, bunca mağduriyeti gördükten sonra da yargı-polise güvencek değilim geçmişe dönük ozaman akp ile kol kola olan yargıya-polise. Hiç aklında şüphe uyanmayan Taşhiye davasına baksın köylüler el-kaide üyesi diye tutuklandığı dava , yok o da kesmez ise odatv davasına bakın

    • “Medeni insana bir şeyi kabul ettirmek ikna iledir, zorla, köşeye sıkıştırarak ve susturarak değil” düşüncesinden yola çıkarak şunu söylemek isterim: Bu ülkede, hangi isimle isimlendirilirse isimlendirilsin 28 Şubat süreci yaşanmış, bazı TSK mensupları, hukuka aykırı yollarla siyasete karışarak demokrasiye zarar vermişlerdir. Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı vb. davalarda da açıkça ortaya çıkan, yine rütbesi ne olursa olsun bazı TSK mensuplarının demokrasiyi kesintiye uğratacak bir yapılanma içine girdikleri, insanları kanunsuz olarak fişledikleri, darbe hazırlıkları yaptıkları, envanterdeki silahları ve bombaları belli kaçırarak yerlere sakladıkları ortaya çıkmıştır. Gelelim asıl meseleye. Bu davaların tamamında yargılanan insan sayısı 400’ün altındadır. Şimdiki gibi işsiz bırakılan 120 binden çok insan, gözaltına alınan ve tutuklanan 17 binden fazlası kadın 70 binden çok insan değil. Yani eğer hepsi yaş olsa 400 kişiye haksızlık yapılmış olurdu ki, hakkında haksızlık yapıldığı iddia edilebilecek 20 kişi bile yoktur. Siz kalkmış polisin sahte delil yerleştirmesinden bahsediyorsunuz. 17/25 davası kasetlerinin 25 katı, belgelerinin belki yüz katı bu davalarla ortaya çıkartılmıştır. Ses kasetleri mi montaj? Belgeler mi sahte? Gerek 28 Şubat, gerekse Ergenekon ve bağlı davaların içerik yönüyle varlığı kamuoyu tarafından da yadsınamaz şekilde ortadadır. Bugün yaşanılan haksızlıklar oylum yönüyle de, içerik itibariyle de “F..ö’dekine zulüm ve haksızlık diyorsunuz da, ETÖ’dekine neden haksızlık demediniz” perdesi ile örtülemeyecek kadar büyüktür.

  3. Sayin Çaman

    Kandırmak, aldatmak, olduğundan farklı görünmek, nabza göre şerbet vermek, ilkelerin salt kâğıt üzerinde kalması, verilen sözlerin tutulmaması, manipüle etmek – tüm bunlar olağandı.

    Demissiniz. Haklısınız. Bana da öyle geliyor.

  4. caner: ermeni soykırmı yapılmadığının halk gözünde en büyük iki delili vardır, 1. türkler asla yapmaz 2. onlar başlattı başta karşılık verdik, ilk delil bugün çürüdü işte türk türke ne yapıyor belli, yazarın vurgulamak istediği şu, elbette tarihçiler hukukçular karar vercek bu işe ama halk zaten okumadan direk yapılmadı diyordu bari yapıldı diyin artık ilk deliliniz çöktü, he gene okuyup yapılmadı diyebilirsiniz, ama okumadan denilebilcek şeyin ben soykırım vardı şeklinde olması bana bugün gördüklerimden sonra daha makul geliyor.

    erhan yüksel sana cevabım: 28 şubat vardı, ama işi hukuka uygun götürdüler ise zor yargılarsınız mesele başörtüsü kararını veren anayasa mahkemesi rektörler yada yök değil, yargılayacaksan anayasa mahkemesi üyelerini yargılayacaksın. ayrıca en büyük aktör çevik bir ve tam bir natocudur, natocu olduğuna inanmıyorsan somalide çevik bir ne yapmış bir araştır. Ayrıca darbe ile görevi kötüye kullanma arasında da bir çizgi var, neyse 28 şubatın ben de darbe olarak değerlendirilebilceğini düşünüyorum

    ergenekon-balyoza gelirsek, silahları bir yerlere gömdü diyorsun da , adamlar da polis gömdü diyor ve tvlerinde kitaplarında güzel güzel açıklıyorlar, çıksın biri polis gömmedi al delili desin o zaman, ahmet altan dan başka dili olan mı yok, haklı olan rahat konuşur bugün bana göre ergenekoncular balyozcular gayet rahat konuşuyor, diyebilirsinki baransu içerde nasıl konuşcak, baransu dan başka adam mı yok, ozamanın zaman genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı o manşetleri atan o çıksın açıklasın bakalım ne diyecek.

    400 kişi ,400 aile demek gayet de yüksek bir sayı evet şuan 200 bine bakarak küçük gelebilir de niye bir kıyaslama yapıyoruz ki, şuan onların intikam için mi 200 bin kişiyi içeri attırdığını düşünüyorsun. Eğer öyle düşünüyorsan bu konuda 2 delil var. Perinçek sözleri ve içerideki 2 generalin bir çıkak onları aç bırakcaz gibi sözleri, toplasan 3 kişinin sözleri 3/400 yani, bunları yapan akp ve erdoğandır onu diyim

    ergenekon ve balyozdaki deliller sizin dediğiniz kadar güçlü olsa birileri çok rahat tek yazı ile ispat eder diyorum ben, çünkü 17 aralık operasyonunu bugün tek yazı ile %100 kanıtlamak mümkün.

    Bugün ki zulümler ile etö kıyasladığım da yok sadece farklı açılardan bakmak lazım diye yazdım, 15 temmuz sisli ve gri bir alan olduğu gibi, geçmişteki çoğu dava da öyle, zamanın zaman gazetesi manşetleri gibi bir netlik yok, ateş olmayan yerden de duman çıkmıyor , ortada gerçekten deliller olsa etöcüler bugün tvlerde bu kadar rahat konuşamazdı, bakın yaşar büyükanıt hiç tv de gazete görüyor musunuz yada çetin doğanı

    Bugünde taşhiye davasında karar açıklandı, polislerin el bombalarını yerleştirdiğine karar verdi hakim, orayı okuyun hakimin dediği şey şu : el bombası çıkan ev bu örgütün sık kullandığı bir ev degil örgüt liderinin bile evi aranmazki dogrudan niye burası aranmış ki, mantıken ilk örgüt liderinin üyelerinin evine baskın yaparsın diyor,

    son olarak şunu diyim sadece şüphe etmek, ve birini darbeden ömür boyu yargılıcaksan etö için diyorum 40 sene hapis yapar bu sağlam delil olması gerekir şüphe yetmez, son olarak da 400 kişide 20 tane yaşta büyük bir rakamdır, o 20 hangi 20 tespit edemiyorsan hepsini tutuksuz yargılaman gerekirdi. 380 tane suçluyu içeri tıkıp 20 masuma zulüm etmektense 400 ünüde serbest bırakırım gerekirse 380 suçlu kaçıp gitsin
    not: cevap yazarsanız tekrar cvp yazamayabilirim unutabilirim iyi günler

  5. Yazar gazetelerde konuşulan nesnel haberlere gore durumu resmetmiştir, ana tema bir milletin içine düştüğü sendromdur. Ana aktor ve oyun kurup başrolde olan siyasal islamcılardır . Detayları tartışmayalım. Asıl mesele kim haklı kim haksızdan çok, herkese faydalı doğru nedir, kotu olan nedir onun ortaya çıkmasıdır.. Aslında mekanizma şu dur, toplum kendi dengesini kuramazsa, onu devlet tamamlar dengeyi işletir, ipler siyasetçinin eline geçer eger o da dengeleyici unsur olan hukuktan saparsa devreye asker girer, postallar altında çiğnenmek istemiyorsan adam olacaksın, ama hepsinin sınırını hukuk belirler, hukuk yoksa gücü eline geçiren milletin sırtına binmek için hukuku bitirir. Milleti suistimal eder.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin