AKP, darbe davalarındaki dijital verileri İsrail’e teslim etmiş

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında onbinlerce kişinin tutuklanmasına neden olan ByLock, Eagle gibi programlarla şüphelilerden elde edilen cep telefonu, tablet ve bilgisayarların incelenmesi için İsrail şirketine teslim edildiği ileri sürüldü. Söz konusu şirketten alınan yazılımlarla bütün  bilgilerin ‘milli güvenlik’  endişesi (!) olmadan ilgili şirkete teslim edildiği belirtildi.

Darbe davalarını yakından takip eden Müyesser Yıldız, dijital delil ve gizlik tanıklık gibi gerekçelerle tutuklanan kişilerin dava dosyalarındaki bilirkişilerin de İsrailli bu fima tarafından eğitildiğini ileri sürdü.

Açıköğretim mezunu kişilerin bile 3 ayda bilirkişi olduğunu aktaran Yıldız, ‘bilgisayarındaki İngilizce bir dosyada ‘by ve lock’ kelimelerinin yan yana gelmesi,  OHAL komisyonu itiraz dilekçesindeki ByLock ifadesinin geçmesi, Bank Asya sitesine girilmesinin, aynı yerde bulunmalarından dolayı kişilerin cep telefonu ve tabletlerinin mekan çakışmasının’ suç üretmek amacıyla kullanıldığını örnekleriyle açıkladı.

Gazeteci Yıldız’ın dile getirdiği iddiaya göre söz konusu İsrail şirketi, geçmişte FBI’nın yürüttüğü büyük bir davada iPhone cihazların şifresini kırabildikleri iddiasıyla gündeme geldi. Yine 2017’de yine ABD’deki yaklaşık 160 milyon kişinin kimlik bilgilerinin ele geçirilmesi skandalının sorumlularından birisi olarak görülen, “modern casusluktan” sorumlu bir şirket.

2010’da Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) bir internet şirketi çalışanının İsrail adına casusluk yaptığını ortaya çıkarmıştı.  Amerikalı savcılar Akamai Teknolojileri adlı şirket için çalışan bir kişinin FBI’ın araştırmaları sonucu İsrail adına casusluk yaptığını duyurmuştu.

Dış Politika’da AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve partisinin İsrail karşıtı söylemine karşı, ülkenin en hassas davaları ve üstdüzey devlet görevlilerinin özel ve kamudaki elektronik cihazlarındaki verilerini bir İsrail firmasına teslim etmesi dikkat çekti.

Müyesser Yıldız yazısının orjinali ve  tam metni şöyle:

MİLYONLARCA DİJİTAL VERİYİ CASUSLUKTAN SABIKALI İSRAİL FİRMASINA TESLİM ETMİŞİZ

Darbe davaları başladığından beri “gizli tanık ve itirafçılık” mekanizmasında neler yaşandığını örnekleriyle yazmaktan yorulduk, ama yetkililer kulaklarını kapatmaktan yorulmadı.

Sağolsun ABD’li Papaz Brunson’un en azından bu konuda bir “hayrı” dokundu da “gizli tanıklık” meselesi, en azından muhalefet partilerinin gündemine girdi.

Papaz Brunson davasında gizli tanık ifadeleri dışında bir iddia daha vardı. Brunson, “F…’nün Ege bölge imamı Bekir Baz’ı hiç tanımadığını ve görüşmediğini” söylese de sinyal kayıtlarını karşılaştıran “teknik inceleme” sonucunda mahkemeye sunulan HTS raporuna göre, “Brunson ile Bekir Baz’ın 293 kez aynı yerde bulunduğu” tespit edilmişti.

İktidar medyası bu “tespiti” öyle sundu ki, herkes Brunson ile Bekir Baz’ın tam 293 kez telefonla görüştüğünü sandı.

Oysa olay basitti; Değişik zamanlarda aynı yerlerde bulunmuşlar, haliyle telefonları da aynı yerde sinyal vermişti. Biraz daha açarsak, Ankara Kızılay veya İstanbul Taksim’deki sinyalleri inceleyin, kimin kimlerle “irtibatı” çıkmaz ki!..

DİJİTAL İNCELEME ÖRNEKLERİ

“Gizli tanıklıktan” sonra Brunson vakasının, davalarda ve kararlarda en temel delil sayılan HTS, KOM, MASAK analiz raporları üzerinde de düşünmemizi sağlamasına vesile olmasını dileyip, birkaç örnek daha aktaralım.

Malûm, operasyonlarda sanık veya şüphelilerle birlikte cep telefonları, bilgisayarlar, tabletler ve USB gibi çeşitli dijitallere de el konuluyor. Sonra bunlar uzmanlara incelettiriliyor ve gelen raporlara göre karar veriliyor. 15 Temmuz’dan bu yana el konulan dijital materyallerin sayısının milyonları geçtiğini, çoğunun henüz incelenemediğini, mahkemelerin, “Dijital rapor sonuçlarının beklenmesine” diyerek, duruşmaları ertelediğini biliyoruz. Bir de bu dijitallerin karıştırılması olayı var ki, geçen ay Özel Kuvvetler Komutanlığı davasında bizzat tanık oldum. Çok sayıda sanık gelen raporlarda, incelenen dijitallerin kendilerine ait olmadığını, ayrıca arama tutanaklarında yer almayan malzemelerin bulunduğunu bildirince Mahkeme Başkanı Bayram Kantık, “Karışıklık olabilir. Binlerce materyal var. Tebliğ ettik ki, görelim” dedi.

Dijitaller üzerindeki incelemelerin genel olarak “suç unsuru” olarak nitelendirilen belli başlı kelimelerin aranması şeklinde yapıldığını belirtip, örneklere geçelim.

Bilgisayar incelemelerine ait çok sayıda raporda, “Kartal” anlamına gelen “Eagle” aratılırken, internetten indirilmiş ve adında “eagle” geçen kartal fotoğrafları için bilirkişilerin, “Eagle kalıntısı bulunmuştur” dediği görüldü.

Bir başka olayda, bilgisayardaki bir İngilizce eğitim dokümanında geçen ve arada boşluk ile yazılmış “by lock” ifadesi, “ByLock kalıntısı bulunmuştur” olarak yazıldı.

Daha da ilginci, ihraç edilen birisinin OHAL Komisyonu’na yazdığı “Hakkında ByLock iddiası bulunmadığı” şeklindeki cümlenin yer aldığı başvuru dilekçesine ait Word dosyasında geçen ByLock kelimesi bile “ByLock programına ait veri kalıntısı” olarak değerlendirilebildi.

Bir TÜBİTAK çalışanın davasında ise “Eagle kalıntısı” diye bildirilen programın, aslında TÜBİTAK içerisinde kullanılan “Red Eagle” adlı başka bir program olduğu anlaşıldı ve üstelik TÜBİTAK’tan da bununla ilgili olarak yazı geldiği halde sanık beraat etmeden önce birkaç celse daha tutuklu olarak yargılandı.

Son bir örnek; Bank Asya’da hesabı olmayan birisinin bilgisayarında MASAK raporuna göre, “3 yıl öncesine ait Bank Asya kalıntısı” bulundu. Nasıl mı? Bilirkişiler, hesabı olmadığı halde döviz kurlarına bakmak veya herhangi bir başka nedenle ilgili bankanın web sitesine girmeyi bile “suç unsuru” saydığı için!..

F…’CÜLER Mİ İŞBAŞINDA, YOKSA BAŞKA BİR SORUN MU VAR

Bugüne kadar insanların aylarca, hatta yıllarca hapiste kalmasına veya işinden olmasına yol açan bu tür “yanlışlıklar” hep, “Hâlâ F…’cüler mi işbaşında? Davaları sulandırmak için mi bunları yapıyorlar?” şeklinde değerlendirildi.

Ancak son dönemde Ankara kulislerinde konuşulanlar, meselenin çok daha büyük boyutlu ve karmaşık olduğunu gösteriyor.

Şöyle ki; 15 Temmuz öncesinde ülkemizin adli birimlerinin dijital cihaz inceleme kapasitesinin yılda 40.000 olduğu söyleniyordu. 15 Temmuz’dan sonra el konulan ve “en önemli delillerden” sayılan milyonlarca dijitali düşünün; İncelenmesi onlarca yıl sürecekti.

Bu nedenle de süreci hızlandırmak amacıyla her ilin emniyet müdürlüklerinde adli bilişim incelemeleri için birimler kuruldu. Tabii bunun için yeterli donanıma sahip personel ile cihazların imajlarını doğru bir şekilde alıp, incelemeyi de uluslararası standartlara uygun yapabilecek yazılıma ihtiyaç duyuldu.

Personelin durumundan başlayalım. İddialara göre, bilirkişilik müessesesinde ciddi bir açık ve sıkıntı olduğu için 3 aylık kurslarla açık öğretim mezunlarına bile bilirkişi unvanı verilmeye başlandı.

İşte yukarıda örneğini verdiğimiz garabetlerin birinci sebebinin, bilirkişilerin nitelik ve niceliğindeki bu “yetersizliğin” olduğu bildiriliyor.

CEP VE BİLGİSAYAR VERİLERİ KİME EMANET

Meselenin doğrudan milli güvenliğimizi ilgilendiren boyutuna gelince; Bu konudaki vahim iddialar şöyle:

ABD ve Avrupa’yı geçtik, ülkemizde “yerli ve milli” denebilecek yazılımlar varken, dava dosyalarına giren dijital inceleme raporlarına yansıdığı kadarıyla çok dikkat çekici bir ülke firmasının yazılımı tercih edilmiş.

Hangi ülkenin mi?

Geçmişte FBI’nın yürüttüğü büyük bir davada iPhone cihazların şifresini kırabildikleri iddiasıyla gündeme gelen, keza 2017’de yine ABD’deki yaklaşık 160 milyon kişinin kimlik bilgilerinin ele geçirilmesi skandalının sorumlularından birisi olarak görülen, özetle “modern casusluktan” sabıkalı bir İsrail firmasının!..

Yazılım dışında, cihazlar da bu firmadan temin edilmiş… Dahası, 3 aylık eğitimleri de bu firma veriyormuş…

Doğruysa; Bu yolla İsrail’e aktarılan milyon dolarlar bir yana, asker, polis, hakim, diplomat başta olmak üzere her meslek grubundan insana ait milyonlarca cep telefonu ve bilgisayar verisiyle, kendi elimizle kendi güvenliğimizi bu ülkeye teslim etmiş olmuyor muyuz?

İnşallah bu iddialar doğru değildir. Doğruysa da, “İnşallah devletimiz, bilişim dünyasındaki ‘arka kapılara’ karşı gerekli koruma duvarlarını kurmuştur” deyip, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün dünkü açıklamasıyla bitirelim.

Bakan Gül, Türk yargısının büyük bir fedakârlıkla görevini yerine getirdiğini, “F..,”ye yönelik soruşturma ve kovuşturmaların etkili şekilde yürütüldüğünü, yargılamalarda delillerin değerlendirildiğini, soruşturma ve kovuşturmalarla yeni delillerin elde edildiğini, 15 Temmuz darbe girişimine yönelik 289 davadan 209’unun karara bağlandığını belirtip, “Adil bir şekilde yargılama yapılıyor. Aslolan, hukukun yerine gelmesi, adaletin tecelli etmesi” dedi.

Doğru; Yargı, canla başla çalışıyor ve davalar bitiyor. Ancak “Hukukun yerine gelmesi ve adaletin tecelli etmesi” için delil incelemesine ilişkin bu iddiaların da ciddi şekilde ele alınması gerekmiyor mu?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin