Akademisyenlerin hak arayışı artık daha zorlu!

Türkiye’de akademisyen olmak (2)

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Bir önceki yazımızda genel olarak “Türkiye’de Akademisyen Olmanın Ne olduğunu” ortaya koymaya çalışmıştık. “Barış Akademisyenleri”nin başına gelenler ve son olarak da bir KHK ile işinden olmuş ve bilahare kanser hastası olmuş Prof. Dr. Haluk Savaş’ın tedavi görebilmek için pasaport alma mücadelesini dikkatlere sunmuştuk.

Ortada bir beraat olmasına rağmen, fişleme ile ihraç edilmiş olmasından dolayı kendisine bir türlü pasaport verilmemiş olması kamuoyundan büyük tepki çekmiş, uluslararası medyaya da konu olmuştu. Bütün bu gelişmelerden sonra olayın baş kahramanı Adana Valiliği’nden bir basın açıklaması gelmiş ve Prof. Savaş’a “istisnai” olarak bir pasaport verilebileceği ifade edilmişti. Satır aralarından okunan şu idi ki: “Tamam, çok mevzu olduğu için hadi ona bir pasaport veriyoruz, uzun etmeyin. Ama diğer KHK’lılar da öyle heveslenmesinler!”

Nitekim bunun gerçekten de istisnai bir durum olduğu, AKP’nin derin kanadının temsilcisi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun son: “İhraç edilenlere pasaport verilemez” açıklaması ile kesinlik kazanmış oldu. Hitler iktidarı yıkıldığında onun SS subaylarının hepsi dünyanın bir köşesine kaçmıştı. Ama sonradan tek tek yakalanıp adalet önüne çıkarılmışlardı. Devran değiştiğinde, bu dikta rejimi gittiğinde, hukuk yeniden geldiğinde, şimdinin SS’leri umarım yurtdışına çıkma imkanı bile bulamadan hukuk önüne çıkarılırlar da aldıkları cezalar, sonraki gelecek zorbalık özentilerine ibretlik olur…

DUYUMLARLA, KANAATLERLE…

Kendisi de KHKlı bir akademisyen olan Vedat Demir’in dediği gibi; AKP ve üniversitelerdeki uzantılarının fişlemeleriyle 10 bine yakın akademisyen hukuksuzca ihraç edildi ve terörist ilan edilerek cadı avına maruz bırakıldı. Ve şimdilerde binlerce öğretim üyesi hakkında siyasi saiklerle hazırlanan boş iddianamelerle mahkemelerde yüksek cezalar talep ediliyor.

En son olarak da İzmir’de Cemaat üye oldukları gerekçesiyle açılan davada eski İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Su Ürünleri Fakültesi dekanı Prof. Dr. Ahmet Adem Tekinay ve eşi Gülhan Tekinay’ın 15’er yıla kadar hapsi istendi.

Bir dekanın hayatını karardan dosyadaki deliller, sadece bazı tanıkların şöyle duyumları:

Tanık A.K: “Sanıkların örgütle bağlantılı olduklarına ilişkin üniversitede bazı duyumlarının olduğunu ancak somut bir bilgisinin bulunmadığı”,

Tanık M.A.L.: “Darbe girişiminin ardından üniversitede oluşturulan komisyonda görev aldığını, hakkında araştırma yaptığı Ahmet Adem Tekinay’ın İngiltere’de eğitim gördüğü sırada örgüte ait evlerde kaldığını bir profesör arkadaşından duyduğu”.

Evet, bir insanın mesleki kariyerini, özgürlüğünü ve hatta genel olarak hayatını karartmak için 2 duyum yeterli gelebiliyor! Ve karar aşamasına gidilirken iddia makamı olarak duruşma savcısının mütalaası: “Sanıkların “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan 15’er yıla kadar hapis cezasına mahkum edilmesi” yönünde. Böyle saçma suçlama ve delillerle Erdoğan Türkiye’sinin yargısından bir ceza gelirse de sürpriz olmaz sanırım!

Bu konuda yargımızın sicili de çok bozuk… Nitekim Cemaat davası sanıklarından birisinin mahkemedeki ifadeleri kamuoyunda şok etkisi yapmıştı:

Cezaevine gelen bazı kişiler Özlem Çerçioğlu ve Ekrem İmamoğlu aleyhinde beyan ver, serbest bırakalım demişler. (Bu sanığın, özgürlüğü pahasına bu kumpasa alet olmamasına rağmen CHP’nin omurgasız duruşuna, özellikle de Gürsel Tekin’in twitter hesabındaki densiz ifadelerine şimdilik girmiyorum, o ayrı bir yazı konusu…)

Fakat İmamoğlu’nun açıklamalarından öğreniyoruz ki, bu kumpasta en az iki AKP’li bakanın adı geçiyor. Böyle zorla tanıklıklar, itirafçılıklar yapılarak bir çok insanın hayatı karartılmıştı, karartılmaya da devam ediyor. Onlardan birisi de işte dekan Prof. Dr. Ahmet Adem Tekinay. Diğer akademisyenlerin durumu da farksız…

AKADEMİSYEN OLARAK KALABİLME MÜCADELESİ

Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde binlerce eğitim kurumu ve üniversite kapatılmış, mal varlıklarına el konulmuş, yandaşlarına peşkeş çekilmiş bir vaziyette. Bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, böyle bir ülkede akademisyen olmak, akademisyen olarak kalmaya çalışmak ve de akademisyenliğin gereğini yapmaya çalışmak, adeta ateşten gömlek giymek demek. Zira işin ucunda ihraç var, hapis ya da sürgün var ve hatta ölüm bile var! (Diğer meslek gruplarında yaşanan dram da yaklaşık aynı aslında…)

Böyle bir ortamda, sosyal medyada genç bir akademisyenin çabası çok dikkate değer… Niyazi Melih Kutlu isimli öğretim görevlisi, bir KHK ile görevinden atılmış, hakkında soruşturmalar açılmış, o ise yılmadan mücadele edip görevine tekrar dönmeye çalışmış birisi!

Sosyal medya hesabının profil sayfasında: “Yüksek Lisanstan attılar, geri döndüm. Görevden ihraç ettiler, İdare mahkemesi ile geri döneceğim. Hakkımı arıyorum.” diyordu. Kendisi tanımlarken de Kutlu: “Adliyenin önünden bile geçmemiş bir bilgisayar öğretmeniyim, hukukçu değilim. Ben değil, ret kararı sonrası idare mahkemelerinin kitabını bile yazacak duruma getiren hukuk utansın.” diyordu.

Komisyonlarla, mahkemelerle uğraşan, hukukçu olmadığı halde kendi imkanları ile çok yetkin dilekçeler yazan akademisyen Kutlu, edindiği tecrübeleri başka mağdurlarla da paylaşıyor, onlara da kendi imkanları ile yardımcı olmaya çalışıyor.

Bu çabası dikkatimi çekince, dosyasına dair detayları kendisinden rica ettiğimde bilgileri yolladı, sağolsun… Onun yaşadıklarını kısaca özetleyerek, bir akademisyenin Türkiiye’de neler yaşayabileceğini kısaca örneklemek istiyorum.

FİŞLEMELERE DELİL UYDURMA GAYRETİ

OHAL Komisyonu 03/5/2019 tarihinde yaptığı duyuruda;

Kendisine yapılan 126.120 başvurudan 70.406’sını sonuçlandırdığını, bu başvurulardan 65.156’sını ret, 5.250’sini de kabul ettiğini belirtmişti. Yani, komisyonun kabul oranı %7,5 civarında… Bu rakam bile tek başına Komisyonun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları bağlamında “sonradan oluşturulan etkili bir hukuki yol” olmadığının göstergesi…

Böyle bir umutsuz ortamda hakkını arayan birisi N. Melih Kutlu.

Manisa’daki Celal Bayar Üniversitesi’nde çalışırken ihraç olmuş. İdareye başvurmuş, şu an İzmir’de yaşıyor Kutlu ve 05.06.2018’de idareye karşı dava açmış. 27.07.2018’de Kurum cevap vermiş, 14.08.2018’da Kutlu cevaba cevap vermiş. Kurum, 13.11.2018’de 2. Cevabı var. 13.12.2018’de 2. Kurum Cevabına karşı beyan…

Böyle uzayıp gidiyor. Davalı idare ise 2 kiloluk savunma göndermiş. (Kutlu, bakkal terazisinde tarttırmış, ordan biliyor!) Karşı taraf ne varsa göndermişler, kağıt israfı: Ekinde Ohal komisyonu kararı ve dosyası, kurum idari soruşturması ve önceden açılan tüm davaların fotokopileri vs…

Davacı akademisyenin talebi belli, son duruşmasında kendisinin de –gözyaşları ile- ifade ettiği gibi:

“Efendim, kurumun bu hatalı değerlendirmeleri yüzünden araba ev her şeyimi kaybettim, eşim ve ailesi bana terörist dediği için eşimi ve çocuklarımı da kaybettim. Masumum. Akıl sağlığımı da kaybetmeden davanın kabulünü, kararın reddini, göreve iademi talep ediyorum.”

Buna karşılık davalı idarenin avukatının beyanı ise soğuk bir cümleden ibaret: “Bu hukuki dayanaklardan yoksun davanın reddini talep ediyorum.”

OHAL RED HALLERİ

  1. Melih Kutlu’nun dava dilekçelerine ve evraklarına bakıldığında, Ohal Komisyonu’nun onun göreve iade talebini red gerekçeleri ibretlik… Bu bahanelere kısa bir göz atalım:

1- “Bank Asya’da hesabının olması”:

Kutlu, 12.09.2014 tarihinde hesabına 2.800,00 TL yatırmış, fakat takip eden iki hafta içinde hesabından 3.962,73TL bir ödeme yapmış, bu işlemi “Finansal Destek Mahiyetinde, Talimat İle Para Yatırma” olarak değerlendirmişler! Miktarlarda da oynama yapmışlar, kayıtlar yanlış!

2- “Örgütle İltisaklı Basın Yayın Kuruluşlarıyla ilişkisine” dair:

Kutlu, “04.01.2014-04.10.2014 tarihleri arasında Zaman Gazetesi’ne abone olmuş ve bu ödeme kayıtlarından anlaşılmış.” O dönemde Zaman 1 milyon kadar bir traja ulaşmış ve o dönemin başbakanı Erdoğan gazetenin yaşgünü pastasını törenle kesmişti! Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanı, bu 9 ay abone olmuş akademisyen ise işinden, aşından olmuş vaziyette…

3- “İltisaklı Kuruluşlarda Çalıştığına” Dair;

OHAL Komisyonu kararı C bendi 2.maddede: “Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından temin edilen bilgilerde; başvurucunun, FETÖ/PYD ile irtibatı nedeniyle kapatılan Nema Eğit. Öğretim İşletmeleri A.Ş. kurumunda 29.08.2008 – 27.08.2012 tarihleri arasında çalışma kaydının bulunduğu,” ve “Başvurucunun 07.09.2012 tarihinde kamu görevine başladığı” belirtilmiş…

Bu kurum ile ilgili 2016 yılında “iltisaklı olduğu” iddia edilmiş ve TMSF’ye devredilmiş… Dolayısıyla da 2012 yılında iltisaktan bahsedilemez. OHAL Komisyonu hangi tarihte nasıl bir iltisak olduğunu veya iltisakın hangi tarihte başladığını belirtmemiş. Bu da iyiniyetle izah edilemez.

Kutlu, NEMA’da çalıştıktan sonra Celal Bayar Üniversitesine Öğretim Görevlisi olarak başvurduğunda, üniversiteye verdiği belgeler arasında, “NEMA’da çalıştığını” belirtmiş… Eğer bu kurum herhangi bir terörist gruplarla irtibatlı olsa idi, onu üniversiteye kabul etmezlerdi. OHAL Komisyonunun iddia ettiği gibi “iltisak” vardı ise onu üniversitede işe alan (YÖK başkanı dahil) tüm yetkililerde iltisaklı olarak kabul edilmeli!

Genç akademisyen N. Melih Kutlu hakkındaki genel suçlamalar bunlar. Ve bu iddialarla bir insanın hayatı yaşanılmaz hale getirilmiş. KHK’larla atılan diğer binlerce akademisyen hakkında iddialar da hep böyle benzer sudan sebepler!..

Bundan dolayı bunalıma girenler, hayatına son verenler bile oldu! Zira travma çok ağır.

Barış İçin Akademisyenler Bildirisini imzaladığı için ihraç edilen Mehmet Fatih Tıraş’ın ardından şubat 2017’de bir akademisyen daha intihar etmişti. Ordu’da yaşayan Yardımcı Doçent Mustafa Sadık Akdağ, tabancayla başına ateş ederek intihar ettiğinde arkasında şöyle bir not bırakmıştı:

“Ölümünden kimse sorumlu değildir. Bana bir suç atıldı. Bu suçu bana atanları Allah’a havale ediyorum. (Nitekim Akdağ’ın, kısa süre önce FETÖ/PDY soruşturması kapsamında sorgulanıp serbest bırakıldığı ortaya çıkmıştı.)

Evet, Türkiye’de akademisyen olmak çok zor… Hakkınız gasp edildiğinde onu tekrar almaya çalışmak, başarmak da apayrı zor… Denilecek çok söz var ama tek seçenek: her şeye rağmen yol almak, mücadele etmek… tıpkı Kutlu gibi!

Ve o genç akademisyen N. Melih Kutlu’nun bir sosyal medya mesajı ile bitiriyorum:

“Herkes bir şeyler yapacak. Yok öyle evde oturup sıkılmak. Hukuk yolundan ayrılmadan elimizden ne geliyorsa yapalım, birbirimize yardımcı olalım. İyi haftalar.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin