Ahmedinecat ve ‘ekonomik cihat’ yılları

YORUM | KEMAL AY

2009 yılında İran’da ortaya çıkan ‘Yeşil Hareket’ (Green Movement) ciddi halk desteği sağlamış, hatta Batılı gözlemcileri ümitlendirmişti. 2005’te seçilen muhafazakâr politikacı Ahmedinecat’ın çıkışları dünyayı endişelendiriyor, özellikle nükleer silah yapımı konusundaki politikaları başta ABD olmak üzere Batılı devletleri korkutuyordu. Zaten Ahmedinecat’ın amacı da buydu. Kendisinden önce Batı’yla iyi ilişkiler geçiren ve İran Devrimi’nin ‘muhafazakâr’ karakterini aşındırmakla suçlanan Muhammed Hatemi’nin mirasını reddetmişti. Sırtına geçirdiği basit bir ceketle, Humeyni’nin devrim sırasındaki ‘sadelik’ standartlarına (ve tabii devrimin yakıcı çekirdeğine) dönüş sinyalleri veriyordu. Ancak devrimden bu yana Amerika’nın korktuğu başına gelmiş ve İran nükleer çalışmaları bir silaha dönüştürme yolunda ilerlemeye başlamıştı. 2006’da, yani Ahmedinecat iktidara geldikten kısa süre sonra, Birleşmiş Milletler’in yaptırım kararı geldi.

2009’DAKİ ŞAİBELİ SEÇİM ZAFERİ

2005-2009 arası İran halkı için ekonomik açıdan sıkıntılı zamanlardı. Uluslararası yaptırımlar, kısa sürede ülkenin belini büktü. Bu sebeple de 2009’daki Yeşil Hareket’in başarılı olması bekleniyordu. Halktan ciddi teveccüh gören isimler yer alıyordu harekette. Üstelik popüler lider Muhammed Hatemi de, açıktan destekliyordu. İran uzmanları, Ahmedinecat’ın rakibi Mir Hüseyin Musevi’nin seçimi kazanabileceğini söylerken, sonuçlar açıklandığında herkes şaşırmıştı. Ahmedinecat, oyların yüzde 62’sini alarak yeniden cumhurbaşkanı seçilmişti. Musevi, seçimlerde hile olduğunu savundu fakat İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, yaptığı açıklamayla böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtti ve seçimleri meşru ilan etti. Bu da, İran’ın bölge ve dünya politikaları için oluşturduğu ‘tehdidin’ devam etmesi anlamına geliyordu. İran’la İsrail arasındaki gerilim bunlardan biriydi ve İran’ın nükleer silah üretme projesinden öncelikli olarak rahatsız olan ülke de İsrail’di. Zira Ahmedinecat, Ortadoğu’daki siyasal İslamcı siyasetçilerin tamamında görülebileceği gibi ‘anti-Siyonist’ söylemi, politikalarının merkezine oturtmuştu.

POPÜLİST DIŞ POLİTİKA

‘Yerleşik güçler’ tarafından dışlanan her popülist liderin yaptığı gibi Ahmedinecat da, yüzünü ‘alternatiflere’ dönecekti. Önce Venezüela’da Chavez’le, Küba’da Fidel Castro’yla görüşmeler yaptı. Bunlar elbette dünyaya bir ‘mesajdı’. Birleşmiş Milletler’de yalnız kalan İran, bir çıkış arıyordu. Bu arada Türkiye ve Brezilya, ‘ekonomileri istikrar vaat eden’ ve yükselişe geçen iki kritik ülke olarak İran’a el uzattı. Yaptırımların belini büktüğü İran devleti de bir miktar ‘yumuşama’ emaresi gösterdi ve uranyum takası meselesi gündeme geldi. Böylece İran’daki silah yapımında kullanılabilen zenginleştirilmiş uranyum alınacak, yerine sadece nükleer enerjide kullanılabilecek seviyede uranyum verilecekti. Takasın adresinin Türkiye olması belirlendi. İran bununla birlikte BM’de ‘Bağlantısızlar Hareketi’ne yanaştı. ABD’nin ‘terörü destekleyen ülkeler’ listesinde uzunca bir süredir bulunan İran’ın ekonomik açıdan ciddi bunalımda olduğu bir dönemde böyle hırslı bir dış politika üretebilmesi, Ahmedinecat’ın içeride iyi gitmeyen işleri ‘toparlama’ çabalarından başka bir şey değildi. 2005’te BM’de yaptığı bir konuşma sırasında ‘başının etrafında bir hale belirdiğini’ açıklayan İranlı siyasetçi için, semboller önemliydi.

EKONOMİK CİHAT

Bu çaresiz noktada, İran farklı bir metot denemeye karar verecekti. 2011’de İmam Ali Hamaney, ‘ekonomik cihat’ kavramını ortaya attı. ‘Kemer sıkma politikası’nın bir diğer adıydı bu. Ancak şimdilerde ABD’de görülen Reza Zarrab davasından da anlıyoruz ki, asıl mesele BM’nin uyguladığı yaptırımları delmenin bir yolunu bulmaktı. Bu konuda Türkiye’nin desteği alınmıştı. Yine Zarrab’ın itiraflarından öğreniyoruz ki, Güney Kore, Hindistan ve Çin gibi ‘alternatif’ ülkeler de hesaba katılmıştı. Bunun için ‘ekonomik Besiç’ olarak adlandırılan bazı işadamları kullanılacaktı. Ahmedinecat’ın bir Meclis oturumunda ‘Bay Z’ diye bahsettiği ve Meclis Başkanı’nı da ondan rüşvet almakla suçladığı Babek Zencani bunlardan biriydi. Servetini Ahmedinecat döneminde edinmişti ve İran’ın en zengin işadamlarından biri olarak görülüyordu. 2009’da Yeşil Hareket’in sokak gösterilerini şiddetle bastıran bir emniyet görevlisiyle fotoğraflarının ortaya çıkması, Ahmedinecat’ın ‘yasa dışı’ işlere bulaştığıyla ilgili tartışmaları körükledi. 2012 yılında AB ve ABD, Zencani’yi kara listeye çoktan almıştı.

HAMANEY’İN AÇIK DESTEĞİ

2005’te eski Cumhurbaşkanı Haşim Rafsancani’ye karşı yarışan ve ilk turda sadece yüzde 20 oranında oy alan fakat ikinci turda Rafsancani karşısında yüzde 61’le seçimi kazanan Ahmedinecat’ın yükseliş hikâyesi, İranlılar için de bir sürprizdi. 2003’te Tahran Belediye Başkanlığı seçimini kazanmıştı fakat seçimlerde muhaliflerin ‘boykot’ kararı alması ve halkın sadece yüzde 12’sinin katılması, Ahmedinecat’ın bir anda önünü açtı. Burada muhafazakâr politikaları devreye soktu ve kendisi gibi düşünen siyaset dünyası arasında yıldızı parladı. Ancak popülist politikalara da yatkınlığı vardı. Özellikle yoksullara yönelik yardımlara önem veriyordu. Yeni evli çiftlere ev ve iş konusunda yardımcı olması için petrol gelirlerinden bir fon ayrılmasını sağlamıştı. Tahran’ın önemli gazetelerinden Hemşeri’yi ‘yandaş medyası’ hâline getirmişti. 2005’te Cumhurbaşkanlığı’na geldikten hemen sonra da İsrail’le didişmeye başlayarak popülist tavırlarını sürdürecekti. Yahudi Soykırımı’nı reddetmesi ve İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini söylemesi, okları kendisine çevirdi.

Ahmedinecat’ın İran’daki muhafazakâr kanadın desteğini aldığı açıktı fakat her şeye rağmen yükselişinin sürmesini, Ali Hamaney’e bağlayanlar muhtemelen haklıydı. İran’ın nükleer silah geliştirme planlarını dış politikada bir ‘güç’ olarak kullanması bir çeşit ‘devlet politikası’ydı. Karşılığında ciddi ekonomik problemlerle yüzleşildi ancak İran’ın yeniden bölge siyasetinde etkili hâle gelmesinin de bir anlamda önünü açtı. Nükleer tehditlerin ve İran’ın dünya siyasetinde marjinalleşmesinin Ahmedinecat’la özdeşleşmeye başlaması, 2013’teki seçimlerin de ana gündem maddesi hâline gelecekti. Daha öncesinde muhafazakâr kanattan bazı etkili figürler Ahmedinecat’ın görevden azli için imza toplasa da Ali Hamaney onu son dakikaya kadar destekleyecekti. Ancak 2013’te reformcu kanadın seçim başarısı, İran için bir devrin sonu anlamına geliyordu.

HÜKÜMET DEĞİŞİKLİĞİ

Bu noktada Ahmedinecat’la kişisel ilişkiler geliştiren ve BM’de ABD’yi karşısına almak pahasına İran’ın yanında duran Türkiye’nin de İran’la yeni dönemde nasıl bir politika yürüteceği merak konusuydu. Zaman zaman çatışıyor görünen ama çoğu zaman ‘ikinci evimiz’ etrafında dönen İran’la ilişkiler, hiçbir zaman Ahmedinecat dönemindeki kadar ‘gösterişli’ olmadı. Ancak özellikle AKP iktidarının İran’daki muhafazakâr kanatla daha yakın olduğunu gözlemlemek mümkün.

İran politikasını dışarıdan izleyenler için şu soru hep kafa kurcalayıcıdır: İran’daki muhafazakâr ve reformist olarak ikiye bölünen siyasî figürler, gerçekten bu düşüncedeler mi, yoksa bu tahterevalliyi işleterek, bir anlamda çeşitli politikaların belirlenmesine kapı mı açıyorlar? Siyaset konusunda emin olmasak da, İran halkı için bu kategoriler gerçek. 2009’daki Yeşil Hareket, belki de İran’da ‘düzenin değişmesi’ için önemli bir sinyaldi. İran’ın artık dışa açılması ve ‘normalleşmesi’ yönünde bir konsensüs sağlandığı görülebilir. Ancak Hasan Ruhani’nin iktidarında da nükleer silah meselesi dış politikanın önemli gündemlerinden biri olarak kaldı. Dış politika yine nükleer mesele etrafında şekillendi. Obama döneminde ABD ile yapılan nükleer anlaşma ise İran’ın yeniden hayata dönüşünün sembolü oldu. Babek Zencani’nin tutuklanması, yeni yönetimin Ahmedinecat dönemindeki ‘yaptırımları delme’ yönündeki uygulamaları reddettiği anlamına geliyordu. 2014’te Ayetullah Ali Hamaney, yine ‘ekonomik cihat’ ilân etti ancak bu kez İran’da daha ‘istikrarlı’ bir yönetim vardı.

Bu dönüşüm, İran’ın dış politikasını yeniden ele almasına, Arap Baharı sonrası bölgede yükselen siyasal İslamcı dalgayı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmesine ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkinliğine çelme takabilmesine yaradı. Gelgelelim, Obama’nın aksine Trump yönetimi İran’a karşı Suudi Arabistan’la çalışmayı tercih ediyor. Şimdilerde Muhammed bin Salman yönetimindeki Suudi Arabistan’ın, bölgedeki İran ve Rusya yakınlaşmasına karşın dengeleyeceği konuşuluyor. Bakalım İran’da muhafazakârlar yeniden hareketlenecek mi…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin