Agresif eleştiri çözüm olur mu?

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Rahmetli validem  kalp hastasıydı. İkinci defa kriz geçirince kalp beyne pıhtı atmış ve yavaş yavaş bilincini kaybetmişti. Bir süre sonra sinirler çalışmaz hale geldi ve ölüm gerçekleşti. Bu süre zarfında  hastanede başında durdum ve müdahale süreçlerini gözlemleme imkanı buldum.

Kriz geçirdikten hemen sonra bilinci açıktı, insanları tanıyordu. Konuşamasa da tepki veriyordu. Ancak vücut tedaviye cevap vermediği, tıkanıklık açılamadığı için giderek bedenle beynin ilişkisi kopmaya başladı. Kontrole gelen doktor tepkiyi artık sesle, dokunmayla ölçmüyor, elindeki anahtarı sert şekilde annemin ayağının altına sürtüyordu. Önceleri buna tepki verip ayağını çekerken son dönemde ona da tepki vermemeye başladı. Doktorun bu tavrını sert ve acımasız bulup rahatsız olmuştum. Valideme işkence ediliyor gibi geliyordu. Ama sonra kendimi ikna ettim. Zira vucut duyarlılığını kaybettikçe daha sert uyarı vermek gerekiyordu. Keza durmuş bir kalbi tekrar harekete geçirmek için elektroşok yöntemi kullanılıyor; vücuda yüksek voltaj veriliyor.

Devlet yönetimlerinde, sosyal yapılarda da benzerlikler vardır. Bazen beyinle vücudun irtibatı kopar. Beyne giden damarlar, kanallar tıkanır. Karar mekanizmaları çalışmaz. Karargah sağlıklı bilgi ve veriden mahrum kalır, gerekli iletişimi, etkileşimi kuramaz. Merkez sınırlı veya yanlış bilgilerle tüm bünyeyi etkileyen kararlar almak durumunda kalır. Toplumdan, tabandan kopan, onların ne düşündüklerini, neler beklediğini bilmeyen yönetimler hayattan ve rasyonaliteden kopuk kararlar almaya başlar. Bu durum problemleri daha da büyütür, içinden çıkılmaz hale sokar. Böylesi bir kopukluk, irtibatsızlık sonrası toplumda keskin kırılmalar, iç çatışmalar, bölünmeler yaşanabilir. Fransa kralının “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü yönetim mekanizmasıyla halkın kopukluğuna çarpıcı bir örnektir. Sarayında lüks ve israf içinde yaşayanların “dünyadaki en iyi ülkelerden biriyiz”, “demokrasi ve hukukta çok ileriyiz”, “dünya bize imreniyor” “et fiyatları refahtaki artıştan ve fazla talepten yükseliyor” demesi de beyin-vucut iletişimindeki kopukluğun alametidir.

Farkındalık oluşturmak…

Gerek sosyal olaylarda gerek tıbbi müdahalelerde eğer bünye duyarsızlaşmış, sinirler çalışmaz hale gelmiş ise uyarıcının dozajı artırılır. Daha net ve sert müdahale yöntemleri tercih edilerek sinirler uyarılmaya, bilinç açılmaya çalışılır. Hekimler şoklamayla, sert, sivri cisimlerle duyarsızlığı aşmaya uğraşırken; sosyal bilimciler, gazeteciler çarpıcı eleştirilere, sert ifadelere, uç aforizmalara başvurur ve  farkındalık oluşturmak isterler.

Ama bazen durum düşünüldüğünden daha kompleks olabilir. Bilinci açmak, farkındalık oluşturmak için yapılacak işlemler vücut dengesini bozabilir, başka uzuvlara zarar verebilir, komplikasyonlara neden olabilir. Vücudun savunma sistemi işlemiyorsa, kalp yeterince kan pompalamıyorsa cerrahlar ağır ameliyatlara girişmezler. Önce bu hayati uzuvları çalışır duruma getirip sonra hastayı ameliyata almayı tercih ederler. Psikolojik vakalarda da hasta olduğunun farkında olmayan birine tedavi uygulamak çok zordur. Sosyolojik vakalarda Türkiye’de olduğu gibi eğer toplum kendini dünyanın “en ileri”, “en müreffeh”, “herkesin kıskandığı bir toplum/devlet” olarak görüyorsa, buna içten inanıyorsa onlara problemleri kabul ettirme ve çözüme ikna mümkün olmaz. Öncelikle tedaviye engel bu problemlerin halli gerekir, sonra esaslı tedavi.

Eğer çok dikkatli olmazsanız, ihtilaflara neden olabilirsiniz

Ağır bir zulüm düzeni, baskı, soykırım devam ederken buna maruz bir kitlenin hatalarını düzeltmeye çalışmak, arızaları gidermeye uğraşmak en zoru olsa gerektir. Yüzbinlerce mensubu hapislerde olan, her kesim tarafından linç edilen, mensubiyeti “terör delili” kabul edilen bir Hareketin bunlara maruz kaldığı aynı anda oto-kritik yapması, hatalarından ders çıkarmaya ve daha iyiye ulaşmaya çalışması çok zor bir iştir. Eğer çok dikkatli olmaz, iyi niyetiniz noktasında şüpheye mahal bırakmayacak şekilde itina göstermezseniz tamirden öte yıkımlara, hayal kırıklıklarına, umutsuzluklara, ihtilaflara neden olabilirsiniz. Bir fitnenin ateşini yakabilir, zulüm gören insanlara yeni imtihanlar yaşatabilirsiniz. Zalime yeni malzemeler verip mazlumun işini iyice zorlaştırabilirsiniz. Umudunu koruyamayan zayıfların enerjisini, ümidini tüketebilirsiniz. İnsanların motivasyonunu kırabilirsiniz. Zarar vermek isteyenlere yeni operasyon alanları açıp, baltayı kendi ayağınıza, kendi insanlarınıza vurabilirsiniz.

Bediüzzaman, “İçinde 9 masum bir cani olan gemi batırılmaz, hatta 9 cani 1 masum olsa yine o gemi hiçbir kanunu adaletle batırılmaz” der.  Her sosyal hareketin içinde art niyetliler, suçlular, problemli tipler olabilir. Nitekim Hz. İsa’nın havarileri ve Hz. Muhammed’in sahabeleri arasında da dikkate değer derecede art niyetli insan, münafık vardı. Bu kişiler farklı maniplasyonlar yapıyor, ortalığı karıştırıyordu. Bunların bilinmesi ve etkisizleştirilmesi vücudun sıhhhati, problemlerin çözülmesi adına zarurettir.  Ancak bunu yaparken uzuvların ahengini bozmamak, vucudun direncini düşürmemek, yeni hastalıklara sebep olmamak esas olmalıdır. Bazen tedaviyi zamana yaymak, ilacın dozajını düşürmek gerekebilir. Bu, hastalığı yok saymak, görmezden gelmek demek değildir. Sert müdahaleler, yüksek dozajlar bünye hazır değilse ölümlere, yıkımlara neden olabilir. Agresif yöntemler travmatik, dolmuş bir toplumda inkisarlara, büyük tahribatlara yol açabilir. Gergin bir insana söylenecek her söz bardağı taşırabilir ve psikolojik patlamalara neden olabilir.

Felakete sebep olan kişiler hala etkin ise o zaman insanların umudu yıkılır. Kriz devam ederken, depremin artçıları güçlü şekilde sürerken tespitlerde bulunmak, topraktan/binalardan kesitler almak çözüm yolları üzerine kafa yormak önemlidir. Ama felaketlerde hayat kurtarmaya, ilk yardım faaliyetlerine öncelik verilir. Temel ihtiyaçlar düşünülür, çadırlar kurulur, geçici konutlar yapılır. Kalıcı konutlar ise deprem etkisini yitirdikten sonra, daha sağlam bir fizibiliteyle, deprem anında yapılmış veriler, tespitler değerlendirilerek inşa edilir. Ama depreme, yıkıma rağmen birileri yıkımın olduğu alana yeni inşaatlar yapmaktan, aynı yöntemleri kullanmaktan bahsediyorsa, “şehrin sağlamlığından” “binaların üstünlüklerinden” bahsediyorlarsa ve felakete sebep olan kişiler hala etkin ise o zaman insanların umudu yıkılır, çıkışa dair beklentileri çöker.

“Fırtına geçsin, deprem dinsin sonra eleştirilerimizi yapalım, çözüm önerilerimizi öyle sunalım!” demek de doğru değil. Hele o işin mimarları benzer işleri benzer şekilde sürdürmeyi düşünüyorlarsa. Ama depremde, afette travmaya maruz insanların psikolojisini, hissiyatını da düşünmek gerekir. Depremin maddi yıkımına psikolojik, sosyo-psikolojik yıkımlar eklememek gerekir.  Zalimin zulmü baskısı olanca gücüyle devam ederken mazlumu sorgulamak insaf ve vicdanla bağdaşmaz. En azından sert, kırıcı, yıkıcı şekilde sorgulamak yakışık almaz.

İnsaf ve vicdan ölçülerinden uzaklaşmamak lazım

Her ne kadar bizim tarla da derince sürülse de hala bu insanlar ülkedeki diğer kesimlerle kıyaslanamayacak kadar temiz, nitelikli, kaliteli insanlar. İnsanlık için, ülke için bir şeyler yapabilecek en önemli kitle. Uzak ara farkla benzeri yapılardan çok daha hasbi, cömert, fedakar, basiretli, ufuk sahibi vs vs insanlar. Şu anda bu insanlar bir cebri bir dönüşüm, metamorfoz geçiriyor. Kader onları ağır imtihanlarla sınıyor ve imbikten geçiriyor.  Art niyetli veya gafletle hata yapan bir kısım insanlar vardır, olabilir. Bunlarla ilgili çalışmalar yapmak, çıkış önerileri sunmak kanaatimce yapabilenler için sorumluluk ve görevdir. Ancak bunu böylesi bir dönemde ve Zalime prim verircesine sert, agresif ve aleni yapmak insaf ve vicdanla bağdaşmaz. Bir duyarsızlık, ilgisizlik, yenilenmeye, dönüşüme, değişime kapalılık olsa da ölçüyü kaçırmadan yapıcı üslupla yazmak, konuşmak lazım diye düşünüyorum. Haklı insaflı olur. Çözüme odaklı ve ölçülü konuşur, yazar. “Ben kimseden çekinmeden ve sonucu ne olursa olsun konuşurum, yazarım” yaklaşımı sizi insaf ve vicdan ölçülerinden uzaklaştırabilir. İnat ve kibre sokarak dönülmez yollara sürükleyebilir. Bazıları size sert, aşağılayıcı cevaplar verir ve konu bir kan davasına, ego savaşına dönüşebilir.

Hizmet insanları hem ağır bir zulüm sürecinden hem de kendini yenileme sınavından geçiyor. Yaşananlar yeni ve güçlü bir sürgünü yeşertebileceği gibi gerekli hassasiyet gösterilmezse, duyarlık, sorumluluk ortaya konmazsa -her kesim tarafından- çözülmelere yıkılışlara da neden olabilir. Bu nedenle ivedi şekilde Hareketle ilgili temel esaslar kaynaklardan çıkarılıp sistematik hale getirilmeli ve deklare edilmeli. Bu esasların bağlayıcılığı ile herkes bağlı olmalı. Bu esaslara riayet etmeyenler o mihenge göre eleştirilebilmeli, uyarılmalı. Bu esaslar gayet açık ve net şekilde eserlerde, yayınlarda var. insanların bu esaslara/ilkelere güven ve inanç konusunda problemi, sıkıntısı da yok. Ama uygulamadaki problemler, bireysel tavırlar, tutumlar nedeniyle insanlar zamanla temel ilkelerden de uzaklaşabiliyor. Teoride her şey makul, müstakim ve güzel olsa da uygulamadaki arızalar bazen insanların davaya inancını sarsıyor, zor zamanlarda umutsuzluğa sürüklüyor.

At izi it izine karışmışken ve milyonlar mağdurken agresif sorgulamalar, sert ithamlar hakikate ulaşmaktan öte hakikati yaralayabilir, mazlumları incitebilir. Bir yenilenme cehdinin olmaması, tasta ve hamamda değişim alameti görülmemesi ise sanırım agresif sorgulamaları tetikliyor!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. Hocam devam eden yazıda kaynaklardan derlenmiş ortak değerler üzerine temel noktaları sıralayabilir misiniz?

    Bir başlangıç olur.

    Sosyal bilim alanında ehil ilim insanları bunu geliştirir ve bir deklerasyon ile hem hizmet insanlarına hem de dünyaya ilan eder.

    Ortak noktalarda pek bir ayrım olmasa gerek, kimsenin de o konularda itirazı olmaz.

    Sanırım söz söyleme selahiyeti olan, kitleleri yönlendiren önde olmuş büyüklerin kimi tercihleri ve yaklaşımları noktasında ihtilaf var.

    İhtilaf konularını korkmadan, kaoatmadan, cesaretle açıp bur konsensüse ulasabiliriz.

  2. sayın Akpınar;

    serzenişte bulunanlara, eleştirenlere, itiraz edenlere, sorgulayanlara; “usul öğretmeye” biraz ara versen!

    versen de “salakça teslimiyeti” ; “alçakça susmayı” da Yazabilsen. ki bunu asla yazamazsın.

    aklın-fikrin, işin-gücün : “beni bu havuza kim itti?!” sorusuna cevap arayanı: “SUS TUR MAK”.

    benzerlerin de: “havuzda ölmenin ne kadar mübarek birşey olduğunu”, “ıslanmayanların/boğulmayanların” ne kadar da nasipsiz olduğunu, yazıp dursunlar!

  3. Yazınız çok güzel..gerçekten insaf ve vicdana davet edici.. Ama artık herşey için çok geç.. Eleştirenler çok beklediler..2 yılı çoktan geçti.. Tek bir ilerleme , twk bşr açıklama, tek bir yeniden yapılanma olmadı. Bence karar vericiler bu eleştirilerden çok daga fazlasını hakediyorlar.. İnsanların hayatları telef edildi. Bylock meselesinde herkesün hem kendisinin hem de yakınlarının canı yandı..Kim verdi bunun hesabını? Ben şahsen bu belayı başımıza açanları bilmek istiyorum.. Siz AKPnin kiylesi gibi bir kitle istiyorsunuz. Çoğunluk öyle..5-10 kişi muhalefet ediyor ..Bırakın da etsinler.. Biraz da yukardakiler çeksin , rahatları , konforları bızulsun..

  4. “Ahmet, şakirt bir sus” diyeceksiniz ama bunu dümdüz diyemediğiniz için “mazlumluklar” “uygulamadaki arızalar”, “at ve it izleri”, “insaf ve vicdanlı eleştiri” klişe jargonuyla lafı döndürüp duruyorsunuz…
    o gemideki 10. Masum biziz Mahmut bey, hapisteki arkadaşlarım, kaçarak yaşayan bu vakte kadar çok şeyden bihaber yaşamış bizler… O 9 kişi bu işin yakasından düşecekse ben 10. Masum olarak o gemiyle batmaya varım…
    Olan bitenin kendincesini eğip bükmeden, bir mantık çerçevesinde, tevile kaçmadan anlatanların lafıyla bu iş çözülecek, yıkılıcaksa bırakın çözülsün zaten kumdan Saraymış deyip yolumuza devam edelim… yok değilse “sus” diyenler olarak çok rica ediyorum önce bir siz susun geriye kalan herkes eteğindekini bir döksün, Sırça Saray’lar iki rüzgarla yıkılmaz… yenilenme Cehdinden, tastan hamamdan da sonra konuşuruz…

  5. Kendi adıma bu süreçte istifade ettiğim güzel bir yazı olmuş. Zaman herşeyin ilacıdır. Çoğu şeyler eskisi gibi gibi olmayacak insanlar bir bedel ödediler. Muhakkak bu bedelin de bir karşılığı olcaktır Alllah’ın lutfuyla.
    Ben gelecek adına umutluyum başını kuma sokan sadece kendine gece yapar. Bazen bir müsibet bin nasihattan evladır.

  6. Mahmut Bey;
    Evet ciddi kriz oldu ve çok sıkıntıları da yaşıyoruz. Bunların dışında hizmette yaşanan aslında hizmetin yerelleşmesi, başka bir deyişle yurtdışına açılma sancılarından başka bir şey de değil. Güzel şeylerin de olacağını söylemek gerekir bence.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin