Af ne zaman çıkar?

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Cumhuriyet döneminde sık sık af çıkarılmış ve siyasi, mali ve diğer konularda yargılanan veya hüküm giymiş kişiler kanuni düzenlemelerle af edilmiştir.

Milli Mücadele yıllarında başlayan ve artık bir klasiğe dönüşen afların sayısı elliyi geçmiştir. Buna göre yaklaşık her bir buçuk yılda bir af çıkarılmıştır.

Seksen beş yıllık uygulamalara bakıldığında af sürecinin bir söylentiyle veya bir gazete yazısıyla başladığı ve partilerin seçim vaatleri arasında yer aldığı görülmektedir.

Türkiye’nin 24 Haziran seçimlerine odaklandığı şu günlerde yine “toplumsal barış” için bir affa ihtiyaç olduğu, hapishanelerde kapasitenin çok üstünde mahkûm bulunduğu gibi gerekçelerle “af” gündemde tutuluyor.

Bu arada af uygulamalarının kaynağının anayasalar olduğu bir gerçek. Ancak gelişmiş toplumlarda benzer uygulamalar çok az görülürken Türkiye gibi her dönemde kendisine “konjonktürel düşman” üreten az gelişmiş demokrasilerde meydana gelen toplumsal tahribatı önlemek için “affın” önemli bir yöntem olarak tercih edildiği görülüyor.

AFF-I ŞAHANEDEN MECLİS AFFINA  

Osmanlı Devleti’nde Padişahlar iradeler çıkararak suçluları af ederlerdi. “Aff-ı Şahane” denilen bu uygulamalar genellikle büyük bir zafer kazanıldığında, padişahların cüluslarında, cülus yıldönümlerinde veya doğum günlerinde gerçekleşmekteydi.

Padişahın af yetkisiyle ilgili ilk düzenleme 1858 Ceza Kanunnamesinde yer almış ve 1876 Anayasasında da Padişaha af çıkarma yetkisi tanınmıştı. Abdülhamit’in Meclisi kapattıktan sonra cülus yıldönümü, saltanatının yirmi beşinci yıl dönümü gibi nedenlerle af çıkardığı bilinmektedir.

İttihatçılar ise 1909 düzenlemesiyle af yetkisini Padişaha verseler de affın Meclis tarafından onaylanması şartını getirdiler. Cumhuriyet devrindeki üç Anayasada ise Cumhurbaşkanına sadece hastalık ve yaşlılık gibi nedenlerle sınırlı bir af yetkisi verilmiştir. Af konusunda asıl yetki TBMM’ye aittir.

16 Nisan referandumuyla yapılan anayasa değişikliğinde de aynı durum korunarak genel ve özel af çıkarma yetkisi milletvekillerinin beşte üçünün kabulü şartıyla Meclise verilmiştir.

MEŞRUTİYET AFFI

İkinci Meşrutiyetin ilanıyla İttihatçılar kendi taraftarları olan komitacıları ve askerleri kurtarmak için af çıkarılmasını sağladılar. Başlangıçta sınırlı bir şekilde gerçekleşen affın kapsamı sürekli genişletilmiş, Rumeli’den sonra İzmir ve Erzurum’da da af ilan edilmişti. Daha sonra da Meşrutiyetten önceki dönemde işlenen bütün adi suçları affeden bir kanun çıkarıldı.

Bu dönemde bir af düzenlemesi de “mülteci” olarak yurt dışında bulunan Osmanlı vatandaşları için yapılmış ve kendilerinin affedildiği, serbestçe ülkeye dönebilecekleri belirtilmiştir.

İttihat ve Terakki yönetimi bundan sonra affı bir geleneğe dönüştürerek 1918 yılına kadar devam eden iktidarı boyunca bu yola başvuracaktır. İttihatçılar 31 Mart Olayı, Arnavutluk isyanı, İtalyanların işgal ettiği Ege adaları halkı ve asker kaçakları için “umumi af” çıkararak binlerce kişiyi af ettiler.

MİLLİ MÜCADELEDEN 1933’E AFLAR

Milli Mücadele döneminde de “af” çok sık başvurulan bir yöntem oldu. Meclis, özellikle İstiklal Mahkemelerinin verdiği çok ağır kararlar sonrasında ordunun asker ihtiyacının karşılanması amacıyla af çıkardı.

Bu dönemde TBMM, “özel af” çıkararak birçok kişinin cezasını kaldırdı. Hıyanet-i Vataniye Kanunu nedeniyle cezalandırılan kişiler ve komünistlik suçlamasıyla ceza alan Halk İştirakiyyun Fırkası mensupları affedildi. En fazla özel af kararı ise iyi hali görülen asker kaçakları için verildi.

İlk “genel af” düzenlemesi de Fransız işgalini sona erdiren Ankara Antlaşması gereğince 1921 yılı sonunda yapılarak işgal bölgesinde işgal boyunca işlenen bütün suçlar affedildi.

Hemen ardından çıkarılan kanunla da Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre cezalandırılan kişiler affedildi. Gerekçe olarak da İstiklal Mahkemelerinin adaleti sağlamada yetersiz olduğu belirtilmekteydi.

TBMM, 1922 yılı başında da yeni bir kanun çıkararak cezasının üçte ikisini çekmiş bütün adi suç mahkûmlarını affetmiştir. Bu affın gerekçesi olarak ülkenin çok ciddi işgücüne ihtiyaç duyması gösterilmiştir.

Cumhuriyet döneminin ilk genel affı Lozan sonrasında 26 Aralık 1923’de gerçekleşti. Çıkarılan kanunla 29 Ekim 1923’e kadar işlenmiş suçlara verilen cezaların yarısı affedildi.

Cumhuriyetin en kapsamlı affı ise cumhuriyetin ilanının onuncu yılı olan 1933’de gerçekleşti. Hükümet af tasarısının gerekçesini Türk inkılabının başarısı ve cumhuriyetin onuncu yılı kutlanırken çeşitli sebeplerle hatalarına kurban olmuş kişilerin topluma kazandırılması olarak açıklamıştı.

Bu kanunla 28 Temmuz 1933 tarihine kadar işlenmiş bütün suçlar affedilmiş, hatta İstiklal Mahkemeleri tarafından mahkûm edilen Terakkiperver Fırka mensupları ve İzmir suikastı mahkûmlarının suçları tamamen kaldırılmıştır. Bu geniş kapsamlı af kanununda sadece “Yüzellilikler ve sürgündeki Osmanlı hanedanı” kapsam dışı bırakılmıştı.

YÜZELLİKLİKLERİN AFFI

Yeni Türkiye’nin en çok ses getiren uygulamalarından birisi içlerinde Refik Halit, Refi Cevat, Rıza Tevfik gibi kişilerin de bulunduğu ve “Yüzellilikler” denilen liste ile yüz elli kişinin vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülmesiydi.

TBMM görüşmelerine bakıldığında bu listede bir kriter olmadığı, bazı kişilerin nefretle hareket ederek muhaliflerini listeye koydurduğu anlaşılmaktadır. Zaten kısa bir süre sonra tartışmalar başlamış ve birçok hata yapıldığı gündeme gelmiştir.

Atatürk’ün hayatının son yılında Refik Halit’in vatan hasretini anlatan bir yazısından etkilenerek af konusunu gündeme getirdiği anlaşılmaktadır. Yunus Nadi’nin başında bulunduğu Cumhuriyet gazetesinin muhalefetine rağmen af tasarısı büyük bir kabul görmüş ve 29 Haziran 1938’de kabul edilmiştir.

Af kararının alındığı tarihte yüzelliliklerden hayatta kalanların sayısının yetmiş dokuz olduğu bilinmektedir. Bu kişilerden arzu edenler konsolosluklardan aldıkları pasaportla Türkiye’ye dönme imkânı elde ederek on beş yıl sonra vatanlarına kavuştular.

Cumhuriyetin af serüveni bundan sonra da devam etmiş; en büyük düşman gözüken “Osmanlı hanedanı” mensuplarından 1952’de kadınlara ve 1974 affıyla da erkeklere ülkeye dönme hakkı verilmiştir.

Af sürecinden Yassıada mahkûmları da nasibini almış; Celal Bayar Cumhurbaşkanı tarafından, diğer Demokrat Parti ileri gelenleri de 1966’da çıkarılan kanunla affedilmişlerdir.

RAUF BEY ÖRNEĞİ

İstiklal Savaşı liderlerinden ve Başbakanlardan Rauf Bey (Orbay) 1926 yılında İzmir Suikastı davasında yargılanmıştı. O sırada Londra’da bulunan Rauf Bey, tebligatı aldığında dönemin İstiklal Mahkemelerine güvenmediğini söyleyerek Türkiye’ye dönmeyi reddetmişti. Buna rağmen İstiklal Mahkemesi Rauf Bey’i gıyabında on yıl kalebentliğe (sürgün) mahkûm etmiş, ayrıca medeni haklardan mahrumiyetine ve mallarının haczine karar vermişti.

Rauf Bey, 1933 genel affı kapsamında affedildiğini öğrendiğinde “…bu affın katiller ve şakilerle birlikte ben de şamil hükmünü kendi rızamla kabul edersem, bugüne kadar sırf şahsi hırs ve garaz yüzünden aleyhime yöneltilen isnat ve iftiraları ve bu arada Cumhurreisine karşı suikasta teşebbüs cürmünü kabul ve itiraf etmiş gibi bir duruma düşerim” diyerek affı reddetmiştir.

Rauf Bey daha sonra Türkiye’ye dönmüş ve bir mahkemede yargılanarak beraat etmek istediğini söylemiştir. Böyle bir durumun söz konusu olmadığı belirtilse de kendi ifadesine göre mahkemeden bir beraat kararı çıkartmıştır.

Bu çerçevede düşünüldüğünde affı kabul etmenin bir nevi suçu da kabul etmek olduğu bir gerçektir. Bunun yerine siyasi iktidarların yapması gereken af yerine evrensel hukuk çerçevesinde bağımsız bir yargı sistemini kurmalarıdır.

Bugün 15 Temmuz bahanesi ve OHAL kılıfıyla yapılan yargılamaların evrensel hukuk nezdinde hiçbir geçerliliğinin olmadığı açıktır. Daha yargılamalar devam ederken af tartışmalarının gündeme gelmesi de bunu doğrulamaktadır.

Bir yönüyle af “lütuf” gibi gözükse de diğer yönden devletin hatalı olduğunu kabul ederek kendi vicdanını aklaması anlamına gelmektedir. Ama bu arada insanlar hayatını kaybetmekte, uzun süre hapiste kalmakta veya ülkesini terk etmek zorunda kalmaktadır.

Bugünkü örneklerle yasal banka, yasal sendika, çocuklarını yasal okullara gönderme, herkesin ulaştığı bir programı kullanmanın suç olmadığının ve “kontrollü darbe” ile hiçbir ilgisi olmayan insanların masumiyetinin yargı tarafından kabul edilmesi gerekir. İnsanlara hayatlarına mal olacak sıkıntılar yaşattıktan sonra “pardon” demenin bir anlamı olmadığı açıktır.

Kaynakça: C. S. Sönmez, Cumhuriyet Döneminde Çıkarılan Af Yasaları, HÜ AİİTE doktora tezi, Ankara 2005;  İ. İleri, “Batı Gözüyle Meşrutiyet Kutlamaları ve Genel Af”, OTAM, 2005.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin