Adaletsizliği adalet edinmek

HABER-YORUM | KEMAL AY

Daffy Duck’ın 1943 tarihli ‘To Duck or not to Duck’ isimli bir bölümü var. Türkiye’de 80’li ya da 90’lı yıllarda TV’de rastlamış olabilirsiniz.

Elmer Fudd isimli avcı, kırsal alanda avlanırken, meşhur ördek Daffy Duck’ı yaralayarak düşürür. Sonrasında da kendisinin bir ‘spor adamı’ olduğunu, avcılığı spor olarak yaptığını anlatır. Daffy Duck her tartışmada üste çıkmasıyla meşhurdur. İkisi arasındaki ‘sporun’ adil olmadığından dem vurur ve onu ‘eşit’ şekilde kapışabilecekleri bir boks maçına davet eder.

Aslında davet de etmez, bütün şirretliğiyle bir anlamda zorla onu ringe çıkarır. Tabi burası Daffy Duck’ın ‘çöplüğü’dür. Başta boks hakemi olmak üzere bütün seyirciler Daffy gibi ördektir. Hakem daha maç başlamadan ‘Bu köşede…’ diyerek Elmer Fudd’ı gösterir ve alaycılıkla gülmeye başlar. Motivasyonunu düşürür yani. Seyirciler de yuhalamaya başlar. Daffy Duck’ı takdim ederken ise övgü dolu sözler sarf eder. Onu kahramanlaştırır.

Ardından kuralları anlatmaya başlar maçın hakemi. İki boksöre neler yapmamaları gerektiğini anlatırken, başlar Elmer Fudd’ı tekmelemeye, sıkıştırmaya, usulsüz şekilde yumruklamaya, dirsek atmaya. Her hamleyi yaparken de ‘Bunları yapamazsınız’ der. O bırakınca Daffy Duck başlar, ‘Yani bunlar mı yasak?’ diyerek aynı hamleleri tekrar etmeye. Bununla da kalmaz, kafasında su şişesi bile parçalar.

Maçın finalinde, Daffy Duck rakibini koca bir çekiçle devirir ve o yerdeyken hakem gelir, 1’den 10’a kadar rakamları atlayarak hızlıca sayar ve Daffy’yi şampiyon ilan eder.

***

Bugün Türkiye’de adaletin geldiği noktayı bundan daha iyi özetleyen bir hikâye yok sanırım. Toplumda hakemlik görevi icra etmesi gereken yargı, daha en baştan kimin galip, kimin mağlup (ya da kimin haklı, kimin haksız) olduğunu ilan etmiş. Dahası, iktidarın rakiplerini (muhalefeti) sürekli dayaktan geçirerek, maçı her durumda sağlama alıyor.

Böyle bir ortamda, ringde icra edilenin boks olduğuna hükmedebilir misiniz? Boks biçimi verilmiş bir gösteriden öte değildir yapılan. (Hâlâ spor müsabakası biçiminin korunmaya çalışılması da bir nevi parodi tadı katıyor aslına bakarsanız.)

Düşünün ki Anayasa Mahkemesi (AYM), yani hakemlik mevkiini üstlenmesi gereken organ, yerel mahkemede süren bir davayla ilgili olarak ‘ihlal’ kararı çıkardı. Yerel mahkeme ise ‘gerekçeli karar çıkmadan tahliye vermem’ diyerek diretti. Sonra da zanlıların tahliye başvurularını reddetti.

Birçoklarının yorumuna göre, yerel mahkeme zaman kazanmaya çalışıyor. AYM’nin kararını uygulamak zorunda ancak ‘gerekçeli karar’ bahanesi üreterek süreyi uzatıyor. Tabi, burası Türkiye olduğu için AYM’nin kararının bağlayıcı olup olmayacağı da merak konusu.

Nitekim eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, AYM’nin ‘haddini aştığını’ söylemiş. Can Dündar kararının ‘kötü bir kopyası’ demiş. Daha evvel Erdoğan’ın ‘tanımıyorum, saygı da duymuyorum’ dediği karardı, hatırlarsanız, Can Dündar kararı.

(Netice itibariyle Dündar ve Erdem Gül, hapisten çıkmıştı. Umarım Mehmet Altan ve Şahin Alpay için de AYM kararı işletilir.)

***

Adaletsizliğin bir diğer boyutu, son zamanlarda karşılaştığımız tuhaf ‘yeniden gözaltılar’. Önce tahliye edilen gazeteciler, yeniden tutuklanmak üzere mahkeme çıkışı gözaltına alınmıştı. Önceki gün Reza Zarrab davası bahane edilerek Silivri’de hapis yatan Yakup Saygılı ve iki yardımcısının gözaltına alındığı haberi geldi.

Bu üç polise yönelik işkence iddiaları da bulunuyor. İşkence, artık Türkiye ‘adalet sisteminin’ bir cüzü. Kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılmalar, gözaltında polis ya da polis olup olmadığı bile belli olmayan kişiler tarafından işkenceye tabi tutulmalar… Gayrimeşru ne varsa, üstelik ‘adalet’ adına işletiliyor.

Bunlar gizli saklı şeyler de değil. Toplumda, ‘eğer bir kişi suçluysa, ona yapılacak her şey mubahtır’ anlayışı ikâme ediliyor. Bakınız, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, okul çevresinde uyuşturucu satanlar için polise ‘ayağını kırın, suçu bana atın’ talimatı veriyor.

Halbuki bir toplumun olgunluğunu, suçlularına nasıl muamele ettiği belirler. Adalet mekanizmasını, bir çeşit ilkel intikam ritüeline çevirirseniz, karşınızda ilkel duygularla beslenen ve linç kültürünü yaygınlaştıran bir toplum belirir. Böyle bir toplumda kimin ne zaman ‘kurban’ olacağının garantisi yoktur.

***

Madem söze oradan girdik, çizgi filmlerle ilgili iki küçük anekdotla bitireyim.

Bazılarında çizgi karakter bir uçuruma doğru hızla koşar, aşağı düşmesi gerekirken uzun süre havada yoluna devam eder, fakat altının boş olduğunu fark ettiği anda, yere çakılırdı.

Baskıcı, zalim iktidarlar böyle bir boşlukta ilerlemek durumundadır ve aşağıya baktığı ya da koşmayı bıraktığı anda düşeceklerini bilirler. Bir nevi, Amok koşucusu.

Bir de çizgi filmlerde hiçbir karakter ölmez ya, annem hep izlerken imrenir, ‘Keşke çizgi filmde yaşasak’ derdi. Bilhassa işkenceler karşısında bunu sık sık içimden geçiriyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin