Açlık grevlerinden haberiniz var mı? [Haber-Analiz: Kemal Ay]

20 Ekim 2000’de Türkiye’deki çeşitli cezaevlerinde 816 mahkûm tarafından açlık grevleri başlatılmış, herhangi bir sonuç alınamayınca bu açlık grevleri, ölüm oruçlarına dönüşmüştü. (Konuya hâkim olmayan okuyucu için açıklama: Açlık grevinde su, şeker ve vitaminler alınırken ölüm orucunda sadece su ve hastalanmamak için b1 vitamini kullanılır. İlkinde ölüm riski düşüktür ancak ikincisi uzun sürdüğünde ölüme ya da kalıcı sakatlanmaya sebep olur.)

Açlık grevleri, hep ‘marjinal terör örgütlerinin’ uhdesinde kalmış bir eylem biçimiydi. Gerçekten de eylem yapanların büyük kısmı DHKP-C ya da PKK üyeliği ile hapis yatmaktaydı. Bu sebeple de ana akım medyada çoğunlukla yer bulmazdı. O dönemki eylemlerin sebebi, yeni inşa edilen F Tipi cezaevleri, koğuş sistemi yerine tecrit sisteminin işletilmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun genişletilmesi gibi güvenlik uygulamalarıydı. Ve tabi işkencelere karşıydı. 3 yılı aşkın süre devam eden o açlık grevlerinde / ölüm oruçlarında, polis operasyonlarıyla birlikte 100’ün üzerinde genç can verdi. Bunların bir kısmının ailesi, Cumartesi Anneleri’yle birlikte çocukları için ‘adalet’ aradı. Ama hikâyeleri çoğunlukla sönüp gitti.

***

aclik spot2008’de yönetmen Özcan Alper, Sonbahar isimli filmiyle uluslararası ödüller aldı. Filmin kahramanı, ölüm oruçlarının, açlık grevlerinin, işkencelerin arasından çıkıp hastalığı sebebiyle (ölüme çok yaklaşmıştı) tahliye ediliyor ve Artvin’deki evine dönüyordu. Burada gençliğini harcadığı ‘davasıyla’, hayatın ‘gerçekleriyle’ ve anne-oğul ilişkisiyle seyirciye kendini anlatıyordu. 2016’da ise bu kez Yüksel Aksu, başrolünde Cem Yılmaz’ın yer aldığı İftarlık Gazoz filmini vizyona koydu. Çok beğenildi. Burada da ölüm oruçları gündemdeydi. Bu kez hapishanede ölüm orucu tutan Âdem, daha dindar bir çevreden geliyordu. Küçükken Kur’an hocasından öğrendiği oruç ibadetiyle, ileride ‘haksızlık’ karşısında tuttuğu ölüm orucu arasında paralellikler vardı.

Bu iki filmin ortak noktası, ölüm orucu tutan o gençlerin hayatına odaklanıp onları ana akım seyircinin hafızasına taşımasıydı. Her iki film de, çok güçlü politik mesajlar vermelerine rağmen ‘insanî’ yönden seyirciyi yakalıyor, haliyle de politik reflekslerden sıyrılarak daha temel duygulara yol veriyordu.

Haliyle insan düşünmeden edemiyor: Bu siyasî kavgalar sıcağı sıcağına yaşanırken de bu yapılamaz mıydı?

(1970’lerin sağcı-solcu kavgalarını dinlerken hep şaşırırdım insanların bu kadar kutuplaşmış olmasına. İlk kez Gezi Parkı protestoları sırasında gördüğüm keskin tablo karşısında da aynı şaşkınlığı yaşamıştım. Şimdilerde Türkiye’nin içinde bulunduğu kutuplaşma hâli ise hiçbir şeye benzemiyor zira doğrudan devletin bütün aygıtlarının desteklediği bir durum.)

***

Bu girizgâhı, bugün 57. gününe giren ve aralarında HDP Milletvekili Feleknas Uca’nın da bulunduğu tutukluların başlattığı açlık grevini anlatmak için yaptım. İzmir’deki Şakran Cezaevi’nde başlayan ve ülke genelinde 21 cezaevinde 186 tutuklunun sürdürdüğü açlık grevinin talepleri şunlar: Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması (avukatlarıyla görüştürülmesi), cezaevlerindeki insanî koşulların iyileştirilmesi ve düşünceleri, siyasal çalışmaları sebebiyle insanların gözaltına alınıp durmasına son verilmesi.

BBC Türkçe’nin haberine göre, PKK’lı tutukluların aileleri de bulundukları şehirlerde açlık grevi yaparak bu eylemlere destek veriyor. (Ankara’daki Yüksel Caddesi’nde KHK sebebiyle işlerinden olan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça da bu arada açlık grevindeler.)

Bu arada HDP’li ve CHP’li vekiller, açlık grevlerini Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile görüşüp talepleri iletti. Ancak şu ana kadar Adalet Bakanlığı’ndan bir adım atılmadı. Tahmin edilebileceği üzere şu an bu türlü talepler 16 Nisan’a programlanmış durumda. Eğer 16 Nisan’da oy getireceği bilinse, hemen bugün tutuklularla konuşulup bir orta yol bulunur.

***

Nitekim, tutukluların talepleri karşılanmayacak şeyler değil. ‘Bizi hapisten çıkarın’ demiyorlar, ‘hükümet istifa’ filan da demiyorlar. Birçoğunun cezası hükme bağlanmış zaten. Devletin önüne geleni gözaltına almasından, tutukluluğun bir ceza biçimine dönüşmesinden, tutukluluk şartlarının insan onurunu kıracak şekilde kötüleşmesinden şikayetçiler. Sıklıkla verilen hücre cezalarının kaldırılmasını, hapishanenin işkenceye dönüşmemesini talep ediyorlar.

Abdullah Öcalan konusunda da, daha önce ne adımlar atılmıştı da, şimdi mi atılmayacak? Belli ki AKP’nin bu konuda bir rezervi yok, rahatlıkla Öcalan’a tecridi kaldırabilir.

Yarın bir gün başka yönetmenlerin (hatta belki aynı yönetmenlerin) filmlerinde seyredip hüngür hüngür ağlamadan önce açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla ilgili bir şeyler yapılabilir sanırım. Şimdiden çeşitli hastalıklara sebep olan ve yarın bir gün devletin duyarsızlığı sebebiyle ölüm oruçlarına dönüşmesi muhtemelen eylemler, kolaylıkla sonlandırılabilir. Yeter ki, ‘önce insan’ denebilsin…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin