36 yıllık çağrı: Nerdesin! (1)

Yorum | Veysel Ayhan

Tam 36 yıl önce yazılmıştı. 80 darbesinin her şeyi yerle bir ettiği, Hocaefendi’nin de kendi ifadesiyle “şaki gibi arandığı” zor günlerde. Bir düzyazı ama edebi olarak “mensur şiir” demek daha doğru. Her harfi gözyaşı, her satırı ıstırap, her cümlesi iç burkuntusu. İnkisar ve özlem bir mûsikî halinde örgülenmiş: “Nerdesin”. Arayış taa o yıllarda içini yakmış, ciğerini delmiş. Yazı şöyle başlıyor:

“Nerdesin, yıllarca hasretini çektiğimiz kahraman? Nerdesin, hayâllerimizin güvercini, rüyâlarımızın üveyki? Nerdesin ‘ba’su ba’del-mevt’ imizin müjdecisi? Izdırab dolu günlerimizde, uykusuz geçen gecelerimizde hep yolunu bekleyip durduk. Ufkumuzda beliren her karaltıya, ‘bu O’dur’ deyip, ‘seniye-i vedâ’ türküleriyle yollara döküldük. Guruplara kadar beklediğimiz nice günler vardır ki; kolumuz, kanadımız kırık evlerimize dönerken, zambaktan hülyalarımızla teselli olup durduk.”

Sonra aradığını bulamamanın sancısı ile şu sözler geliyor:

“Sessizliğin ve kimsesizliğin içimizi yalnızlıkla doldurduğu, bu insiz, cinsiz âlemde, kaç defa sinekleri kartal; elsiz, ayaksız kötürümleri İskender diye alkışladık. Arkasından koşup durmadığımız kâfile kalmadı. Ama sen, hiçbirinde yoktun! Karşılaştığımız minare kâmetliler, parmak kadar düşünceye, bir mum tutuşturacak kadar irâdeye sahip değillerdi. Ruh dünyaları karbonlaşmış, fikirleri harâbâtî, bakışları miyop ve beyanları alabildiğine dekolte idi. Onlarda, kahramanımızın çarpıcı nazarları, kahramanımızın ıstırap ve acıları, kahramanımızın coşkunluk ve tebessümleri göze çarpmıyordu.”

Gözünü diktiği o yüce ufkun insanlarını etrafında görememenin inkisarı belini büküyor. Sahabenin ustûrevi kametlerinin şahsında geleceğin “sahabisine” iç döküyor, davetiye gönderiyor:

“Hani bir keresinde, dostunun ayağına saplanan bir dikenle, senin hayatını bir terazide tartmak istemişlerdi de, sen çılgına dönmüştün. Bin ruhun olsa, onun zülfünün tek teline feda etmemeyi vefasızlık sayıyor ve isyan ediyordun! Nerdesin Hubeyb…!

Ve yine bir defasında, senin kolunu, kanadını kırmış ve budanan bir ağaç gibi yere sermişlerdi. Kala kala omuzların üzerinde kankırmızı bir başın kalmıştı. Sen cennet hûrilerinin divan duracakları bu yüce başı saklamak istiyordun. Ve hatırlarsan şöyle diyordun: ‘Bu baş bu omuzlarda olduğu müddetçe, ona gelip çarpan şeyleri göğüslemezsem vefasızlık yapmış olurum. Nerdesin Mus’ab..!

Hatırlarsan bir başka zaman, orduları arkana takmış ve çok uzaklara açılmıştın. Kabına sığmıyordun. Ateştin. Tufandın. Bir başdan bir başa yeryüzünü bir hamlede teslim almak ve yüce zimamdarına bağlamak istiyordun. Leventlerinle bir solukta ateşgedelerin ülkesine ulaştın ve içlerine öyle bir vâveyla saldın ki, ard arda Kisra’nın beldeleri târumâr oluyor ve toprağa gömülüyordu. Sonra tuttun topuzunu Bizans’ın başına indirdin. Asırlarca sonra gelecek olan, genç Türk serdarına öncülük yaptın ve Konstantiniye’ye giden yolu açtın. Hızır mıydın, İlyas mıydın? Geçtiğin yerlerde güller bitiyor, ayağını attığın harâbeler, yerlerini umranlara terk ediyordu. Dost düşman kılıcının gökten indiğine inanıyor, orduların seni insanlığın te’dibiyle vazifeli bir melek sanıyordu. Tam, zaferlerinin böyle üst üste kaideleştiği ve senin bu müstesna kâide üzerinde abideleştiğin bir dönemde, iltifat beklediğin bir ağızdan, vazifeden affedildiğini işitin. Sarığın boynunda ve bir mücrim hüviyetinde, o yüce ağızdan: ‘Halk, elde edilen zaferleri senin şahsında buluyor, halbuki…’ sözlerini dinlerken, ona hak veriyor ve hakkında kesilip biçilen kararlara inkıyâdını belirtiyordun. Sonra tuttun, elinin altında bulunan birinin emrine girerek, yüce ideâlin uğrunda yoluna devam ettin. Söyle, Allah aşkına! Bütün bunlara nasıl katlandın? Senin izzet-i nefsin ve onurun yok muydu? Soluklarına susadığım, yiğidim, Halid nerdesin…!

Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan menetmişlerdi. Hani o güne kadar, bir lâhza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan… Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun kardeşinle konuşmayacaktın. Emir, âlî bir divandan çıkmıştı ve sen buna riayet etme kararında idin. Dilbeste olduğun O zât aşkına, söyle bana! Şu benim bilebildiğim ‘Bilmiyorum’ sözünden başka, ona bir lâf ettin mi!. Değilse, o ne sadakat, o ne vefa ve o ne irade! Nerdesin Ebu Katâde..!”

Sonra tekrar döner iki büklüm halinde sızlanır hatta yalvarır:

“Nazarlarımız ilk geldiğin yolda takılıp kaldı. Ve, yıllar yıllı, bir daha geleceğinin ümidini, içimizde besleyip durduk. Ve hayâllerinle avunduk. Bu ümit, bu azimle sonsuzlara kadar, her şafakta seni arayacak ve her kervandan seni soracağız. İnan, ne bizim yalnızlık ve inkisarımız, ne de düşmanlarımızın habire kudurup durması, senin yolunun delileri olmadan bizi vazgeçiremeyecektir…!

Bu uğurda, belki bin defa aldanacak, bin defa ateş böceklerine koşmalar dizecek, yüzbin defa zangoçlara yahşi çekecek ve vaftiz suyunu âb-ı hayat diye içeceğiz, ama, bir Mevlâna anlayışı içinde, senin yolundaki yalanlara dahi gönlümüzü çıkarıp armağan etmeden geri kalmayacağız…

Ey tatlı rüyaların sevimli kahramanı! Riyânın, şöhretin, mansıbın aydın ümitlerimize zift sürmek istediği şu kara günlerde, ağzının diriltici iksirine muhtaç gönülleri daha fazla bekletme…!” (Yazının tamamı)

“Hocaefendi kimdir?” “Nedir?” diye bir soru sorulsa “Nerdesin” yazısı bunun tam bir cevabı olur. İşte Hocaefendi budur. Mefkuresiyle, hayalleriyle, idealleriyle…

Daha küçük bir çocuk iken de buydu. Kendi ifadesiyle ‘Kâfiye’nin sayfaları elinde’ yola başlarken “Nerdesin” yazısını ruhunda yaşıyordu. Türbe türbe geziyor, sabahlıyor, ümit arıyordu.

Ufukları gözlüyor, ilahi yağmurlar bekliyordu. ‘bahar, bahar’ diye tesbih çekip karanlıkları ızdırapla arşınlıyordu. Hayatının hemen her anı böyle geçti. Hocaefendi’nin hayatına “Bir arayış destanı” desek doğru olur.

Ve sonra…

Yarın: 2. Bölüm

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Vaveyla

    Nefta 1

    Feminin rengi aksedip tenine
    Yeni açmış güle misal olmuş
    İn’itafiyle bak! ne al olmuş!
    Serv-i simin safalı gerdenine
    Bu letafetle ol nihal-i revan
    Giriyor göz yumunca rü’yama
    Benziyor aynı, kendi hülyama
    Bu tasavvur dokundu sevdama
    Ah böyle gezer mi hiç canan?
    Gül değil arkasında kanlı kefen
    Sen misin sen misin ey garib vatan!

    Nefta 2

    Bu güzellikte hiç bu çağında
    Yakışır mıydı boynuna o kefen?
    Cisminin her mesamı yare iken
    Tuttun evladını kucağında
    Sen gider isen bizi kalır sanma
    Şühedan oldu mevt ile handan
    Sağ kalanlar durur mu hiç giryan?
    Tende yaştan ziyadedir al kan
    Söyleyen söylesin sen aldanma!
    Sen gidersen bütün helak oluruz
    Koynuna can atar da hak oluruz

    devamı yarın..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin