31 Mart Olayı’nı kim organize etti?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

İttihatçılar 31 Mart’ı “irtica” hadisesi şeklinde yansıtarak günümüze kadar devam eden bir algı oluşturdular.  Olayın mahiyeti bugüne kadar tam olarak anlaşılamasa da 31 Mart’ı inceleyen araştırmacılar, faillerle ilgili çeşitli isimler öne sürdüler.

Bazı yazarlar Derviş Vahdeti, Prens Sabahattin ve Ahrar Fırkası’nı; bazıları Padişah Abdülhamit’i ve İngilizleri öne çıkardılar. Bir kısım yazarlar da kasıtlı olarak o dönem “Said Kürdî” ismiyle yazılar yazan Bediüzzaman’ı suçladılar.

DERVİŞ VAHDETİ

31 Mart Olayının başrolünde olmakla suçlanan Derviş Vahdeti ilginç bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. 1870’de Lefkoşa’da dünyaya gelen Vahdeti, küçük yaşta hafız oldu ve medrese eğitimini aldığı sırada Nakşibendiliğe intisap etti.

Bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Kıbrıs’a dönerek bir misyoner okulunda İngilizce öğrenmeye başladı. Daha sonra kendi gayretleriyle İngilizcesini geliştirerek adadaki İngiliz idaresinde memuriyete girdi.

1902’de İstanbul’a dönerek bu sefer de Osmanlı idaresinde memur olduysa da yazdığı bir dilekçe nedeniyle Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Diyarbakır’da Ziya Gökalp’le tanışarak İttihatçıların fikirlerini benimsedi.

Meşrutiyetin ilanı sonrasında geldiği İstanbul’da İttihat ve Terakki’den yüz bulamadı ve 1908 Aralık’ında “Volkan” gazetesini yayınlamaya başladı. 31 Mart Olayından kısa bir süre önce de İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurarak Volkan’ı cemiyetin yayın organı yaptı.

31 Mart Olayını başlatan askerlerin ellerinde, İttihad-ı Muhammedi’nin Ayasofya’daki açılışta dağıttığı bayrakların bulunması, Vahdeti’yi olayın kışkırtıcısı olarak öne çıkardı. İsyan sırasında Abdülhamit’e hitaben yazdığı bir mektupla askeri ve halkı tahrik ettiği iddia edildi.

İttihatçılara muhalefet eden Kamil Paşa, Ahrar Fırkası ve Prens Sabahattin’le yakınlığı da “İngiliz ajanı” olarak suçlanmasına neden oldu. İstanbul’dan kaçtıysa da bir ihbar sonucunda yakalanarak yargılandı ve idam kararı verildi.

Vahdeti, olayın “asıl faili” gösterilerek bütün suç kendisine yüklendi. Volkan’daki yazılarının dini içeriğinden dolayı da “bir irtica sembolü” haline getirildi.

Hâlbuki Vahdeti’nin yazılarında eski devre bir özlem olmayıp Abdülhamit devri için “istibdat” ifadesi kullanılmıştır. Vahdeti, asıl itibarıyla meşrutiyeti savunan ve “Niyaziler, Enverler zamanın Halid bin Velid’leridirler” diyen bir kişidir.

Vahdeti, İttihatçıların “Abdülhamitvari” bir baskı rejimi kurmak istemelerinden rahatsız olmuş ve gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesinden sonra onları “Yezid” olarak değerlendirmiştir. O’nun isyana en çok sahip çıkan ve askeri tahrik eden gazeteci olduğu muhakkaktır. Bunda eski Sadrazam Kamil Paşa ile yakınlığı etkili olmuştur.

Bütün bunlara ve döneminin “nevzuhur” bir şahsiyeti olmasına rağmen 31 Mart olayının “asıl müsebbibi” olarak gösterilmesi çok yanlıştır.

PRENS SABAHATTİN

Abdülhamit’in kız kardeşi Seniha Sultan’la Mahmut Celalettin Paşa’nın evliliğinden doğan Prens Sabahattin, başlangıçta İttihatçıların yanında yer almışsa da daha sonra “müzmin” bir muhalif olmuştu. Liberal fikirleri benimseyen Prens’in en önemli özelliklerinden birisi de siyaseten çok hırslı olmasıydı.

31 Mart öncesinde kurdurduğu Ahrar Fırkası ile muhalefet eden Sabahattin’in Sultan Reşat’ı hükümdar yapmak istediği, bunun için de bazı subaylar ve Avcı taburlarıyla bağlantılar kurduğu anlaşılmaktadır. Sabahattin’in isyan sırasında Mevlanzade Rıfat’a söylediği bazı sözler ve birlikte hareket ettiği İsmail Kemal’in isyancıların isteğiyle Meclis başkanı yapılması, olayın tertipçilerinden olduğu kanaatini güçlendirmektedir.

Prens Sabahattin faillerden birisi olarak tevkif edilse de Hanedan mensubu olmasından dolayı serbest bırakılmış ve Avrupa’ya gitmiştir. İttihatçılar olayın tertipçisi gibi gözüken Sabahattin’i cezalandırmak yerine Abdülhamit ve Vahdeti’yi suçlu ilan etmeyi tercih etmişlerdir.

İNGİLİZLER

Bazı araştırmacılar olayda “üst akıl” olarak İngiltere’nin olduğunu ileri sürmektedirler. Bu iddiaların dönemin siyasi ortamı dikkate alındığında mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır. İngiltere’nin henüz 1909’da İttihatçıları karşılarına almasını gerektirecek bir durum yoktur.

İttihatçılar, iktidarı tam olarak devralmadıkları gibi dış politikada da destek arayışı içindeydiler. Devleti dağılmaktan kurtarmak amacıyla yola çıkan İttihatçıların, İngiltere’nin desteğini almaları bir zorunluluktu.

İngiliz elçiliğinin yazışmalarında da bu durumu ispatlayacak bir belge ortaya çıkmamıştır. Bu yorumların Vahdeti’nin İngilizlerin elindeki Kıbrıs kökenli olması ve Kamil Paşa’nın İngiliz yanlısı olmasına dayandığı anlaşılmaktadır.

ABDÜLHAMİT

İttihatçılar 31 Mart Olayı ile büyük bir fırsat yakaladılar ve “korkulu rüyaları olan” Abdülhamit’i suçlu ilan ederek asker ve softaları kışkırttığını ileri sürdüler.

Objektif bir değerlendirme yapıldığında Padişah’ın olayın organizatörü olmadığı açık olarak görülmektedir. Ancak Abdülhamit, isyanla birlikte eski gücünü elde edeceği ümidine kapılmış olabilir.

Abdülhamit’in isyan sırasındaki tavırlarına bakıldığında kardeşkanı dökülmesi endişesi taşıdığı, hem isyancılara hem de Hareket Ordusu’na karşı emrindeki kuvvetleri harekete geçirmediği görülmektedir. Artık yaşlanmış ve zaten “vehimli” olan Padişahın büyük bir maceraya girişmesi de akla yatkın gözükmemektedir.

İttihatçıların, Abdülhamit’in bir soruşturma açılarak olayı planlayanların ortaya çıkarılması talebini yerine getirmeyerek Padişah’ı suçlu ilan edip mahkemeleri hızla sonuçlandırmaları da olayda bir parmağının olmadığının bir göstergesidir.

SAİD NURSİ

Bazı araştırmacılar da o dönemde Volkan’da “Said Kürdi” olarak yazılar yazan Bediüzzaman’ın olayda kışkırtıcı bir rol oynadığını iddia etmektedirler. Bunun kasıtlı ve çok zorlama bir yorum olduğu anlaşılmaktadır.

Said Nursi isyanla birlikte önce olayı gözlemlemiş ve Volkan’daki yazılarına devam etmiştir. İsyan başlangıcında Volkan’daki yazıları, isyandan önce başlayan yazı dizisinin devamıdır. Ancak isyanın üçüncü günü gazetede “Edipler, edepli olmalı” diye başlayan meşhur yazısı yayınlanır. Nursi bu yazıda matbuatın sorumluluğunu hatırlatmakta ve kışkırtmalardan kaçınılmasını tavsiye ifade etmektedir.

Nursi, dördüncü gün önce İkdam, ertesi gün de Volkan dâhil olmak üzere üç gazetede yayınlanan yazısında askeri itaate davet eder. Aynı gün askere bir konuşma yapar ve onları isyandan vazgeçirmeye çalışır. Altıncı gün Mizan’da yayınlanan yazısı da aynı içeriğe sahiptir. İsyanın sekizinci günü de benzer görüşleri savunduğu üç yazısı Volkan’da yer alır.

Said Nursi, isyancıları engellemeye yönelik tavrına rağmen tutuklanır ve yirmi üç gün tutuklu kalır. Hurşit Paşa’nın başkanı olduğu mahkemede yargılanır ve beraat eder. Yargılamaya tepkisini, Beyazıt’tan Sultanahmet’e kadar “Zalimler için yaşasın cehennem!” diye bağırarak gösterir.

Said Nursi’nin beraatı, İttihat ve Terakki’nin yayın organı olan Tanin gazetesinde “Meşrutiyetin tesisine hizmet ettiğinden beraat ettiği” şeklinde yer almıştır. İttihatçıların kurban aradığı bir ortamda, Nursi’nin olayda kışkırtıcı bir rolü olsaydı beraat kararının çıkmayacağı çok açıktır.

ALLAH’IN BİR LÜTFU

İsyanın İttihatçılar tarafından bir fırsata dönüştürülmesi, İttihat ve Terakki parmağı olabileceği şüphesini akıllara getirmektedir. Cemiyetin doğrudan organize etmese de isyanın büyümesine fırsat verdiği anlaşılmaktadır. 31 Mart bahanesiyle Yıldız’ın işgal edilerek Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve bütün muhalefetin susturulması da bu ihtimali güçlendirmektedir.

Suçlu görülmesine rağmen Abdülhamit’in mahkemeye bile çıkarılmaması, yargılamaların gelişigüzel yapıldığını göstermektedir. Hele Abdülhamit devrinin önde gelen devlet görevlilerinin mahkemede ciddi bir yargılama olmaksızın idam veya sürgün cezası verilmesi ve ömür boyu kazandıkları emeklilik, rütbe gibi haklarının tanınmaması çok daha vahim olup 27 Mayıs, 12 Eylül ve 15 Temmuz için de “çok kötü bir örnek” olmuştur.

İttihat ve Terakki’nin 31 Mart Olayını “Allah’ın bir lütfu” gördüğü açıktır. İttihatçılar isyanın ardından ülkede “örfi idareli” ve “darağaçlı” bir dönem başlatmışlardır.

İttihatçılar, bir devrin sembolü olan Yıldız Sarayı’nı da yağmaladılar. Siyasal hayatı “dikensiz bir gül bahçesi” yaparak tek parti iktidarını kurdular. Muhalif kadroları tasfiye ederek triumvira (Enver, Cemal, Talat) ile ülkeyi 1918 sonlarına kadar yönettiler.

Sonuç olarak İttihat ve Terakki arşivinin günümüze kadar ulaşmaması 31 Mart Olayının aydınlatılmasının önündeki en büyük engeli oluşturmakta, hatıralara dayanarak yapılan yorumlar olaydaki sis perdesini ortadan kaldırmamaktadır.

 

Kaynaklar: Z. Kurşun, K. Kahraman, “Derviş Vahdeti”, TDVİA, C. 9; A. Birinci, “31 Mart Vakasının Bir Yorumu”, Türkler, C. XIII; İ. H. Danişmend, 31 Mart Vakası, İstanbul 1961; S. Sönmez, Said Nursi’nin 31 Mart Olayındaki Tavrı, Köprü, S. 78, 2002.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. *Ortada kurtulmak istenen bir padişah ve ele geçirilmek istenen bir iktidar var.
    *düzmece bir isyan (kullanılan kişiler)
    *isyanı bahane edip padişahtan kurtulma ve iktidarı ele geçirme, bonus olarakta bütün muhalifleri temizleme fırsatı…

    Bu senoryo bu topraklarda yüz yıldan fazladır tutuyor belki patrona halil isyanına hatta daha eskilere bile uzanan bi senaryodur…

    Son perdesi 15 temmuz düzmecesi;
    *ortada kurtulmak istenilen bir yapı (hizmet)
    *düzmece bir darbecik tiyatrosu
    *düzmece darbeyi bahane edip hizmetten kurtulma, güçlendirilen iktidar, bonus olarak bütün muhalifleri temizleme fırsatı…
    senaryolar benziyor…
    şu da benziyor iki dönemde de devletin talan edilmesi…
    Tarih tekerrürden mi ibaret…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin